English    Türkçe    فارسی   

3
1809-1858

  • Ey cüz’i rahmet, külle ulaş… Ey külli rahmet sen de yürü, halka yol göster.
  • رحمت جزوی بکل پیوسته شو ** رحمت کل را تو هادی بین و رو
  • Cüz’i rahmete mazhar olan ve o mertebede kalan, denizin yolunu bilmez. Kuyuları da denize benzer sanır! 1810
  • تا که جزوست او نداند راه بحر ** هر غدیری را کند ز اشباه بحر
  • Denizin yolunu bilmedikçe nasıl yol alır, halkı nasıl denize götürür, denize ulaştırır?
  • چون نداند راه یم کی ره برد ** سوی دریا خلق را چون آورد
  • Sel ve nehir gibi denize kadar akıp gitti mi o vakit denize ulaşır, denizle birleşir.
  • متصل گردد به بحر آنگاه او ** ره برد تا بحر همچون سیل و جو
  • Bundan önce halkı davet etse bile bu daveti taklittir. Yolu, varılacak makamı görerek yahut Allah’tan vahiy ve ilhamla, Allah kuvvetiyle değil!”
  • ور کند دعوت به تقلیدی بود ** نه از عیان و وحی تاییدی بود
  • Kadın, “Peki mademki herkese acıyorsun, bu sürünün çobanı gibi sürünün etrafında dönüp dolaşıyorsun demektir.
  • گفت پس چون رحم داری بر همه ** همچو چوپانی به گرد این رمه
  • Ecel cellâdı, oğullarını vurup öldürdüğü halde nasıl oluyor da kendi oğluna ağlamıyorsun? 1815
  • چون نداری نوحه بر فرزند خویش ** چونک فصاد اجلشان زد بنیش
  • Gözyaşları, merhamete delildir, yürek yanmadıkça göz yaşaramaz, neden gözlerinde yaş yok, niçin ağlamıyorsun ya?” dedi.
  • چون گواه رحم اشک دیده‌هاست ** دیده‌ی تو بی نم و گریه چراست
  • Şeyh kadına yüz çevirip dedi ki. “Kocakarı, kış mevsimi, temmuz ayına benzemez.
  • رو به زن کرد و بگفتش ای عجوز ** خود نباشد فصل دی همچون تموز
  • İsterse hepsi ölsün, isterse diri kalsın… Gönül gözünden kaybolmuyorlar ki!
  • جمله گر مردند ایشان گر حی‌اند ** غایب و پنهان ز چشم دل کی‌اند
  • Onları gözümün önünde görüp dururken neden senin gibi yüzümü yırtayım?
  • من چو بینمشان معین پیش خویش ** از چه رو رو را کنم همچون تو ریش
  • Zamanın devranından çıktılar… Çıktılar ama onlar yine benimle beraber, etrafımda oynayıp duruyorlar! 1820
  • گرچه بیرون‌اند از دور زمان ** با من‌اند و گرد من بازی‌کنان
  • Ağlayış ya elemden olur, ya ayrılıktan. Hâlbuki ben aziz sevgililerimle vuslattayım, koşuşup duruyorum.
  • گریه از هجران بود یا از فراق ** با عزیزانم وصالست و عناق
  • Halk onları rüyada görür, bense uyanıkken onları apaşikâr görüyorum.
  • خلق اندر خواب می‌بینندشان ** من به بیداری همی‌بینم عیان
  • Bu cihandan kendimi gizledim mi, duygu yaprağını varlık ağacından silktim mi onlarla beraberim.
  • زین جهان خود را دمی پنهان کنم ** برگ حس را از درخت افشان کنم
  • Kadınım, duygu akla esirdir, fakat bil ki akılda ruhun esiridir.
  • حس اسیر عقل باشد ای فلان ** عقل اسیر روح باشد هم بدان
  • Can, aklın bağlı olan ellerini çözdü mü haline imkân bulunmayan işleri de yapar, düzer. 1825
  • دست بسته‌ی عقل را جان باز کرد ** کارهای بسته را هم ساز کرد
  • Duygularla düşünceler, duru suyun yüzünü çer çöp gibi kaplamıştır.
  • حسها و اندیشه بر آب صفا ** همچو خس بگرفته روی آب را
  • Aklın eli, onları bir tarafa atar, su meydana çıkar.
  • دست عقل آن خس به یکسو می‌برد ** آب پیدا می‌شود پیش خرد
  • Çerçöp habbeler gibi suyun yüzünü örter. Fakat bunlar bir tarafa sürüldü mü su görünür.
  • خس بس انبه بود بر جو چون حباب ** خس چو یکسو رفت پیدا گشت آب
  • Allah, aklın elini açmadıkça hava, suyumuzun yüzünü çerçöple, süprüntüyle doldurur.
  • چونک دست عقل نگشاید خدا ** خس فزاید از هوا بر آب ما
  • Suyu daima örter; hava buna güler; akılsa ağlar durur. 1830
  • آب را هر دم کند پوشیده او ** آن هوا خندان و گریان عقل تو
  • Allah korkusu, havanın ellerini bağlarsa Hakk aklın ellerini çözer.
  • چونک تقوی بست دو دست هوا ** حق گشاید هر دو دست عقل را
  • Hizmetkârın âkil olursa sana galip olan duygularda mahkûmun olur.
  • پس حواس چیره محکوم تو شد ** چون خرد سالار و مخدوم تو شد
  • Gayba mensup sırlar, can âleminden zuhur etsin diye duyguları zahirî olmayan bir uykuya daldırır da,
  • حس را بی‌خواب خواب اندر کند ** تا که غیبیها ز جان سر بر زند
  • İnsan uyanıkken rüyalar da görür, insana gök kapıları da açılır.
  • هم به بیداری ببینی خوابها ** هم ز گردون بر گشاید بابها
  • Kör Şeyhin Kur’an’ı yüzünden okuması ve Kur’an okurken gözlerinin görmesi
  • قصه‌ی خواندن شیخ ضریر مصحف را در رو و بینا شدن وقت قرائت
  • Yoksul şeyhin biri, bir vakitler kör bir pirin evinde bir mushaf gördü. 1835
  • دید در ایام آن شیخ فقیر ** مصحفی در خانه‌ی پیری ضریر
  • Temmuz ayı idi, ona mihman olmuştu: O iki zâhit, birkaç gün bir araya gelmişlerdi.
  • پیش او مهمان شد او وقت تموز ** هر دو زاهد جمع گشته چند روز
  • Kendi kendisine “Burada mushafın ne işi var? Bu adam kör” dedi.
  • گفت اینجا ای عجب مصحف چراست ** چونک نابیناست این درویش راست
  • Bu düşünceye düştü, huzuru kaçtı; “Burada bu körden başka kimse de yok, bu ne iş?
  • اندرین اندیشه تشویشش فزود ** که جز او را نیست اینجا باش و بود
  • Burada yalnız o var, bir de buraya mushaf koymuş. Ben ne bunağım, ne sersem…
  • اوست تنها مصحفی آویخته ** من نیم گستاخ یا آمیخته
  • Onun için hiçbir şey sormayayım, sabredeyim de sabırla muradıma erişeyim” dedi. 1840
  • تا بپرسم نه خمش صبری کنم ** تا به صبری بر مرادی بر زنم
  • Sabretti, bir müddet gönlü sıkıldı, fakat nihayet meseleyi anladı. Çünkü sabır, genişliğin anahtarıdır.
  • صبر کرد و بود چندی در حرج ** کشف شد کالصبر مفتاح الفرج
  • Lokman’ın Davud aleyhisselâm’ı demir halkalar yaparken görüp merak etmesi, sabredersem elbette anlarım diye sormayıp sabretmesi
  • صبرکردن لقمان چون دید کی داود حلقه‌ها می‌ساخت از سال کردن با این نیت کی صبر از سال موجب فرج باشد
  • Lokman, tertemiz Davud’un yanına gitmiş, onun demir halkalar yapmakta olduğunu görmüştü.
  • رفت لقمان سوی داود صفا ** دید کو می‌کرد ز آهن حلقه‌ها
  • O yüce padişah demir halkalar yapıyor, halkaları birbirine takıyordu.
  • جمله را با همدگر در می‌فکند ** ز آهن پولاد آن شاه بلند
  • Lokman silah yapma sanatını pek görmemişti, şaşırıp kaldı, vesveseleri arttı.
  • صنعت زراد او کم دیده بود ** درعجب می‌ماند وسواسش فزود
  • Bu nedir acaba, şunu bir sorsam, bu kat kat halkalarla ne yapıyorsun desem, dedi. 1845
  • کین چه شاید بود وا پرسم ازو ** که چه می‌سازی ز حلقه تو بتو
  • Sonra yine kendi kendisine dedi ki: “ Dur hele sabır daha iyi. Sabır, adamı maksadına çabucak ulaştırır.
  • باز با خود گفت صبر اولیترست ** صبر تا مقصود زوتر رهبرست
  • Sormazsam iş daha çabuk anlaşılır. Sabırlı kuş, bütün kuşlardan daha iyi uçar.
  • چون نپرسی زودتر کشفت شود ** مرغ صبر از جمله پران‌تر بود
  • Fakat sorarsam maksadı daha geç anlarım, kolaycacık anlayacağım şey, bu sorgumla güçleşir.
  • ور بپرسی دیرتر حاصل شود ** سهل از بی صبریت مشکل شود
  • Lokman, orada bir müddet sabredip durdu. Bu müddet içinde Davud da zırhı yapıp tamamladı.
  • چونک لقمان تن بزد هم در زمان ** شد تمام از صنعت داود آن
  • Kerem ve sabır sahibi Lokman’ın önünde bedenine geçirip giyindi. 1850
  • پس زره سازید و در پوشید او ** پیش لقمان کریم صبرخو
  • “Civanım, bu, savaşta yaralanmamak için güzel bir elbisedir” dedi.
  • گفت این نیکو لباسست ای فتی ** درمصاف و جنگ دفع زخم را
  • Lokman dedi ki. “Sabır da güzel bir iş. Her dertte ona sığınmak gerek, her gamı o giderir.”
  • گفت لقمان صبر هم نیکو دمیست ** که پناه و دافع هر جا غمیست
  • A kişi “Vel asri” suresinin sonunu dikkatlice oku da bak. Allah o surede sabrı hakla beraber andı, sabrı hakka eş etti.
  • صبر را با حق قرین کرد ای فلان ** آخر والعصر را آگه بخوان
  • Allah, yüz binlerce kimya yarattı ama insan, sabır gibi bir kimya görmedi.
  • صد هزاران کیمیا حق آفرید ** کیمیایی همچو صبر آدم ندید
  • Körün Mushaf okuması hikâyesinin sonu
  • بقیه‌ی حکایت نابینا و مصحف
  • Konuk da sabretti. Ansızın müşkül halloldu, anlamak istediğini anladı. 1855
  • مرد مهمان صبرکرد و ناگهان ** کشف گشتش حال مشکل در زمان
  • Gece yarısı Kur’an sesini duydu. Uykusundan sıçradı, şu acayip şeyi gördü:
  • نیم‌شب آواز قرآن را شنید ** جست از خواب آن عجایب را بدید
  • Kör, mushaftan Kur’an okumaktaydı. Hem de doğru olarak okuyordu. Sabırsızlandı, bu hali sordu, dedi ki:
  • که ز مصحف کور می‌خواندی درست ** گشت بی‌صبر و ازو آن حال جست
  • “Gözün kör olduğu halde şaştım doğrusu, bu satırları nasıl okuyabiliyorsun sen?
  • گفت آیا ای عجب با چشم کور ** چون همی‌خوانی همی‌بینی سطور