English    Türkçe    فارسی   

3
1882-1931

  • Bunlar, kaza ve kaderde hususi bir zevk bulurlar, bundan kurtulmayı dilemek onlarca küfürdür.
  • در قضا ذوقی همی‌بینند خاص ** کفرشان آید طلب کردن خلاص
  • Allah bunların gönlüne öyle bir hüsnü zan vermiştir ki derde düşüp hiç yaslanmazlar, gök renkli yas elbisesi giymezler.
  • حسن ظنی بر دل ایشان گشود ** که نپوشند از عمی جامه‌ی کبود
  • Behlûl’ün dervişe sual sorması
  • سال کردن بهلول آن درویش را
  • Behlül, dervişin birine “Derviş, nasılsın? Anlat bakalım?” dedi.
  • گفت بهلول آن یکی درویش را ** چونی ای درویش واقف کن مرا
  • Derviş, Dünyadaki işler daima bir adamın dilediği gibi olur; 1885
  • گفت چون باشد کسی که جاودان ** بر مراد او رود کار جهان
  • Seller, ırmaklar muradınca akar, yıldızlar hükmünce hükmeder;
  • سیل و جوها بر مراد او روند ** اختران زان سان که خواهد آن شوند
  • Hayatla ölüm, ona çavuş olur, emrine uyup dilediği yere gider.
  • زندگی و مرگ سرهنگان او ** بر مراد او روانه کو بکو
  • Nereye dilerse baş sağlığı haberi yollar, nereye dilerse kutlu olsun derse…
  • هر کجا خواهد فرستد تعزیت ** هر کجا خواهد ببخشد تهنیت
  • Yolcuların hepsi, onu izler, yolda kalanlar onun tuzağına tutulursa…
  • سالکان راه هم بر گام او ** ماندگان از راه هم در دام او
  • Onun fermanı, onun rızası olmadıkça âlemde hiçbir ağız gülmezse bu adamın hali nasıldır? İşte o haldeyim ben” dedi. 1890
  • هیچ دندانی نخندد در جهان ** بی رضا و امر آن فرمان‌روان
  • Behlûl, padişahım doğru söyledin. Bu hale sahip olduğun nurundan da belli, yüzünden de görünüp durmakta.
  • گفت ای شه راست گفتی همچنین ** در فر و سیمای تو پیداست این
  • Böylesin, hatta yüz mislisin... Doğru ama bunu bir güzelce anlat.
  • این و صد چندینی ای صادق ولیک ** شرح کن این را بیان کن نیک نیک
  • Öyle bir anlat ki duyunca fazilet sahibi de kabul etsin, bir şeyden anlamaz adam da.
  • آنچنانک فاضل و مرد فضول ** چون به گوش او رسد آرد قبول
  • Herkesin aklının ereceği, fikrinin anlayacağı bir tarzda anlat.
  • آنچنانش شرح کن اندر کلام ** که از آن هم بهره یابد عقل عام
  • Söz söyleyen kemal sahibi olursa söz söyleme sofrasını yaydı mı sofrası, her çeşit aşlarla doludur. 1895
  • ناطق کامل چو خوان‌پاشی بود ** خوانش بر هر گونه‌ی آشی بود
  • Hiçbir konuk mahrum kalmaz. Herkes o sofrada kendi gıdasını bulur.
  • که نماند هیچ مهمان بی نوا ** هر کسی یابد غذای خود جدا
  • O sofra, Kur’an’a benzer; Kur’an’ın da yedi manası vardır; alelâde halk da ondan doyar, halkın bilgide, irfanda ileri gelenleri de” dedi.
  • همچو قرآن که بمعنی هفت توست ** خاص را و عام را مطعم دروست
  • Derviş dedi ki: “ Herkesçe şu muhakkaktır ki âlem Allah emrine râm olmuştur.
  • گفت این باری یقین شد پیش عام ** که جهان در امر یزدانست رام
  • O padişahın kaza ve kaderi olmadıkça ağaçtan yaprak bile düşmez.
  • هیچ برگی در نیفتد از درخت ** بی قضا و حکم آن سلطان بخت
  • Allah lokmaya, gir içeri diye emretmedikçe boğazdan lokma bile geçmez. 1900
  • از دهان لقمه نشد سوی گلو ** تا نگوید لقمه را حق که ادخلوا
  • İnsanların yuları, dizgini olan, insanları dilediği yere sürüp götüren istekler de o gani Allah’ın emriyle meydana gelir.
  • میل و رغبت کان زمام آدمیست ** جنبش آن رام امر آن غنیست
  • Yeryüzünde olsun, göklerde olsun… Bir zerre bile onun hükmü olmadıkça kanat çırpmaz, harekete gelemez;
  • در زمینها و آسمانها ذره‌ای ** پر نجنباند نگردد پره‌ای
  • Onun yürür ve kadim fermanı olmadıkça kımıldayamaz bile. Bunu anlatmaya imkân da yoktur, bu hususta ısrar da hoş değil.
  • جز به فرمان قدیم نافذش ** شرح نتوان کرد و جلدی نیست خوش
  • Ağaçların yapraklarını kim sayabilir? Sonu olmayan şey, nasıl söze sığar?
  • کی شمرد برگ درختان را تمام ** بی‌نهایت کی شود در نطق رام
  • Sen şu kadar duy, mademki bütün işler, Allah’ın emrine tabi; Allah’ın emri olmadıkça hiçbir şey olmuyor. 1905
  • این قدر بشنو که چون کلی کار ** می‌نگردد جز بامر کردگار
  • Allah’ın takdiri, kulun rızası olur; kul Allah takdirine rıza verir, onun hükmünü diler, isterse…
  • چون قضای حق رضای بنده شد ** حکم او را بنده‌ی خواهنده شد
  • Zorla yahut sevaba girmek için değil de bu razılık, kendiliğinden meydana gelir, ona hoş görünürse,
  • بی تکلف نه پی مزد و ثواب ** بلک طبع او چنین شد مستطاب
  • Artık o kul yaşamayı bu lezzetli hayattan zevk almak için istemez. Hayatı kendisi için istenen bir şey olmaktan çıkar.
  • زندگی خود نخواهد بهر خوذ ** نه پی ذوقی حیات مستلذ
  • Ezelî emir, neyse ona uyarı hayatla ölüm, onun yanında bir olur.
  • هرکجا امر قدم را مسلکیست ** زندگی و مردگی پیشش یکیست
  • Yaşarsa Allah için yaşar, mal, mülk ve hazine için değil… Ölürse Allah için ölür, korkudan hastalıktan değil! 1910
  • بهر یزدان می‌زید نه بهر گنج ** بهر یزدان می‌مرد نه از خوف رنج
  • İmanı, onun dileği, onun rızası içindir, cennet için, ağaçlar, ırmaklar için değil!
  • هست ایمانش برای خواست او ** نه برای جنت و اشجار و جو
  • Küfrü terk edişi de cehenneme gideceğim diye korkudan değildir, Allah içindir.
  • ترک کفرش هم برای حق بود ** نه ز بیم آنک در آتش رود
  • Bu ahlâk, ona ezelden verilmiştir; gözü ve sevgilinin cemalinin güzelliğiyle dolmuş aydın olmuştur.
  • این چنین آمد ز اصل آن خوی او ** نه ریاضت نه بجست و جوی او
  • Bu çeşit kul, Allah rızasını görünce güler, neşelenir. Kaza, ona şekerle yapılmış helva gibi gelir.
  • آنگهان خندد که او بیند رضا ** همچو حلوای شکر او را قضا
  • Bu kulun huyu ve yaradılışı böyle olursa âlem, onun emrine, onun fermanına tabi değil de nedir?” 1915
  • بنده‌ای کش خوی و خلقت این بود ** نه جهان بر امر و فرمانش رود
  • Peki… Neden dua edip de Yarabbi, bu takdiri sen tebdil et diye yalvarsın?
  • پس چرا لابه کند او یا دعا ** که بگردان ای خداوند این قضا
  • İşte şeyhe göre Allah rızası bakımından kendi ölümü de evlâtlarının ölümü de helva gibiydi.
  • مرگ او و مرگ فرزندان او ** بهر حق پیشش چو حلوا در گلو
  • O vefakâr, o yoksul şeyhe evlât ölümü, kadayıf gibi gelmişti.
  • نزع فرزندان بر آن باوفا ** چون قطایف پیش شیخ بی‌نوا
  • O halde Allah rızasını, duada görmedikçe neden dua etsin?
  • پس چراگوید دعا الا مگر ** در دعا بیند رضای دادگر
  • Doğru yolu bulan bu çeşit kulun şefaati de acımaktan değildir, duası da. 1920
  • آن شفاعت و آن دعا نه از رحم خود ** می‌کند آن بنده‌ی صاحب رشد
  • O, Allah aşkının mumunu yakar yakmaz kendi acımasını da yakmış yandırmıştır.
  • رحم خود را او همان دم سوختست ** که چراغ عشق حق افروختست
  • Onun aşkı, vasıflarına cehennem kesilmiştir O, kendi vasıflarını kıldan kıla tamamıyla yakmıştır.
  • دوزخ اوصاف او عشقست و او ** سوخت مر اوصاف خود را مو بمو
  • Fakat geceleyin yol alanlar, bunları nereden anlayacaklar? Bunları Dekukî gibi yalnız bu devlete koşan, devlete ulaşan kişi bilir!
  • هر طروقی این فروقی کی شناخت ** جز دقوقی تا درین دولت بتاخت
  • Dekukî ve kerametleri
  • قصه‌ی دقوقی رحمة الله علیه و کراماتش
  • Dekukî, iyi bir hale sahipti. Âşık ve keramet sahibi bir zat.
  • آن دقوقی داشت خوش دیباجه‌ای ** عاشق و صاحب کرامت خواجه‌ای
  • Yeryüzünde gökteki ay gibi seyreder dururdu. Gece yolcularının gönülleri, onunla aydınlanır, nurlanırdı. 1925
  • در زمین می‌شد چو مه بر آسمان ** شب‌روان راگشته زو روشن روان
  • Bir yerde az otururdu, bir köyde iki günden fazla kalmazdı.
  • در مقامی مسکنی کم ساختی ** کم دو روز اندر دهی انداختی
  • “Bir evde iki günden fazla otursam kalbimde oranın sevgisi alevlenir.
  • گفت در یک خانه گر باشم دو روز ** عشق آن مسکن کند در من فروز
  • Eve barka mağrur olmaktan çekinir, hadi ey nefis zenginleşmek, bir şey elde etmek için sefere düş derim;
  • غرة المسکن احاذره انا ** انقلی یا نفس سیری للغنا
  • İmtihanda muvaffak olması için kalbimi hiçbir yere alıştırmam derdi.
  • لا اعود خلق قلبی بالمکان ** کی یکون خالصا فی الامتحان
  • Gündüzleri yol yürür, sefer eder, geceleri ibadette bulunur, namaz kılardı. Gözü açıktı o erin… Padişahı görürdü, bir doğan kuşuna benzerdi. 1930
  • روز اندر سیر بد شب در نماز ** چشم اندر شاه باز او همچو باز
  • Halktan çekilmişti, fakat huyunun kötülüğünden değil… Kadından da ayrılmıştı, erkekten de, fakat ikilik korkusuyla değil!
  • منقطع از خلق نه از بد خوی ** منفرد از مرد و زن نه از دوی