English    Türkçe    فارسی   

3
2090-2139

  • Kör yolda yürürken pisliği göremez. Dilerim, hiçbir müminin gözü kör olmasın. 2090
  • او پلیدی را نبیند در عبور ** هیچ مومن را مبادا چشم کور
  • Zahiri kör, görünen necasetlere bulaşır. Fakat can gözü kör olan kişi gizli olan, görünmeyen pisliklere bulaşır.
  • کور ظاهر در نجاسه‌ی ظاهرست ** کور باطن در نجاسات سرست
  • Bu görünen pislik bir parça suyla arınır, fakat içte olan pislik, artıkça artar.
  • این نجاسه‌ی ظاهر از آبی رود ** آن نجاسه‌ی باطن افزون می‌شود
  • İçteki pislikler anlaşıldı mı gözyaşından başka bir şeyle temizlenemez.
  • جز بب چشم نتوان شستن آن ** چون نجاسات بواطن شد عیان
  • Allah, kâfire “Pis murdar” demiştir. Bu pislik, bu murdarlık, onun dışında değildir.
  • چون نجس خواندست کافر را خدا ** آن نجاست نیست بر ظاهر ورا
  • Kâfirin dışı, pisliklere bulaşmıştır. Pislik onun huyundadır, dinindedir. 2095
  • ظاهر کافر ملوث نیست زین ** آن نجاست هست در اخلاق و دین
  • Zahiri pisliğin kokusu yirmi adımlık yerden gelir, bâtıni pisliğin kokusuysa Rey’den tut da Şam’a kadar gider!
  • این نجاست بویش آید بیست گام ** و آن نجاست بویش از ری تا بشام
  • Hatta göklere çıkar, hurilerle Rıdvan’ın burunlarını doldurur!
  • بلک بویش آسمانها بر رود ** بر دماغ حور و رضوان بر شود
  • Bu söylediğin sözler yok mu? Senin anlayışın miktarı ancak… Öldüm iyi ve doğru anlayışın hasretinden!
  • اینچ می‌گویم به قدر فهم تست ** مردم اندر حسرت فهم درست
  • Anlayış sudur, beden testi. Testi kırılınca içindeki su dökülür gider!
  • فهم آبست و وجود تن سبو ** چون سبو بشکست ریزد آب ازو
  • Bu testinin beş tane büyük deliği vardır, içinde ne su durur ne kar! 2100
  • این سبو را پنج سوراخست ژرف ** اندرو نه آب ماند خود نه برف
  • “Gözlerinizi sımsıkı yumun” emrini duydun da yine ayağını doğru atmadın.
  • امر غضوا غضة ابصارکم ** هم شنیدی راست ننهادی تو سم
  • Söz söylemem, manasız çan çan etmem, ağzından anlayışını alıp götürür. Kulak kuma benzer, anlayışını içiverir!
  • از دهانت نطق فهمت را برد ** گوش چون ریگست فهمت را خورد
  • Öbür deliklerinden de aynı bunun gibidir… O gizli anlayış suyunu çeker, emer.
  • همچنین سوراخهای دیگرت ** می‌کشاند آب فهم مضمرت
  • Denizden bile, yerine koymamak şartıyla su alsan nihayet o denizi kurutur, çöl haline getirirsin.
  • گر ز دریا آب را بیرون کنی ** بی عوض آن بحر را هامون کنی
  • Neyleyim ki vakit yok… Yoksa denizden giden sular, o suların yerine karşılık olan suların ne çeşit ve neden geldiğini söylerdim; 2105
  • بیگهست ار نه بگویم حال را ** مدخل اعواض را و ابدال را
  • Denizin suları harcandıktan sonra karşılık olarak yerine gelen suları anlatırdım.
  • کان عوضها و آن بدلها بحر را ** از کجا آید ز بعد خرجها
  • Yüz binlerce canlı mahlûk, denizden su içmekte… Bulutlarda ondan su alıyorlar.
  • صد هزاران جانور زو می‌خورند ** ابرها هم از برونش می‌برند
  • Sonra yine deniz, onların karşılığını almakta… Nereden alıyor? Bunu akıl ve fikir sahibi olanlar bilir.
  • باز دریا آن عوضها می‌کشد ** از کجا دانند اصحاب رشد
  • Bu kitap da birçok hikâyelere başlayıverdik… Fakat onlar noksan kaldı.
  • قصه‌ها آغاز کردیم از شتاب ** ماند بی مخلص درون این کتاب
  • Ey Hak ziyası cömert Husameddin, feleklerle unsurlar, senin gibi bir padişah doğurmamıştır. 2110
  • ای ضیاء الحق حسام الدین راد ** که فلک و ارکان چو تو شاهی نزاد
  • Sen, cana da nadir gelirsin, gönüle de. Senin kudumuna karşı bir şey yapamadığından can da mahcuptur, gönül de!
  • تو بنادر آمدی در جان و دل ** ای دل و جان از قدوم تو خجل
  • Geçmiş kavimleri ne kadar methettim, fakat bütün bunlardan maksadım sensin.
  • چند کردم مدح قوم ما مضی ** قصد من زانها تو بودی ز اقتضا
  • Dua, çıktığı evi bilir, sen kimin adını anarsan an, kimi översen öv!
  • خانه‌ی خود را شناسد خود دعا ** تو بنام هر که خواهی کن ثنا
  • Övüşleri namahrem olanlardan gizlemek için Allah bile hikâyeler söylemekte, misaller getirmektedir.
  • بهر کتمان مدیح از نا محل ** حق نهادست این حکایات و مثل
  • O medihler de sana karşı hiçtir, onlar da senden utanıyorlar ama yoksul, elinden ne gelebilirse armağan olarak onu sunar, Allah, bu armağanı da kabul eder. 2115
  • گر چه آن مدح از تو هم آمد خجل ** لیک بپذیرد خدا جهد المقل
  • Allah, âciz kişinin aczini hoş görür. Körün gözlerindeki iki katra yaşı da kabul eder. Zaten körün gözünde bu iki katradan başka ne bulunabilir ki?
  • حق پذیرد کسره‌ای دارد معاف ** کز دو دیده‌ی کور دو قطره کفاف
  • Ben o güzelim adı pek kısa bir tarzda övdüm; bunu kuş da biliyor, balık da!
  • مرغ و ماهی داند آن ابهام را ** که ستودم مجمل این خوش‌نام را
  • Sebebi de şu: Hasetçiler, kıskanıp haset ederek ah etmesinler, hayalini dişleriyle dişlemesinler!
  • تا برو آه حسودان کم وزد ** تا خیالش را به دندان کم گزد
  • Ama zaten hasetçi, onun hayalini nereden bulacak? Hiç fare deliğinde dudu kuşu oturur mu?
  • خود خیالش را کجا یابد حسود ** در وثاق موش طوطی کی غنود
  • O hasetçinin gördüğü hayal, onun hayali değildir ki… O hilâl değil, onun kendi kaşının kılı! 2120
  • آن خیال او بود از احتیال ** موی ابروی ویست آن نه هلال
  • Ben seni beş duyguyla yedi kat göğe sığmayacak bir şekilde öveceğim. Şimdi yaz bakalım: Dekukî ileri geçip imam oldu.
  • مدح تو گویم برون از پنج و هفت ** بر نویس اکنون دقوقی پیش رفت
  • Dekukî’nin ileri geçip onlara imam olması
  • پیش رفتن دقوقی به امامت آن قوم
  • Tahiyatta, salih kişilere selâm verilirken bütün peygamberler methedilmiş olur; hepsinin methi, birbiriyle yoğururlar.
  • در تحیات و سلام الصالحین ** مدح جمله‌ی انبیا آمد عجین
  • Medihler, birbirine karışır, âdeta testilerdeki sular, bir leğene dökülür.
  • مدحها شد جملگی آمیخته ** کوزه‌ها در یک لگن در ریخته
  • Çünkü övülen, bir kişiden daha fazla değildir ki. Bundan dolayı dinler, mezhepler, ancak tek bir mezhepten ibarettir.
  • زانک خود ممدوح جز یک بیش نیست ** کیشها زین روی جز یک کیش نیست
  • Bil ki her övüş, Allah nuruna varır, ulaşır; suretlerle şahısları övüşse âriyettir. 2125
  • دان که هر مدحی بنور حق رود ** بر صور و اشخاص عاریت بود
  • Müstahak olmayanı kim metheder ki? Fakat bilmeyenler, şunu bunu methediyor sanırlar da yol azıtırlar.
  • مدحها جز مستحق را کی کنند ** لیک بر پنداشت گم‌ره می‌شوند
  • Bu, şuna benzer: bir duvara herhangi bir nurdur vurur. Duvar o nurun aksetmesine bir vasıtadır.
  • همچو نوری تافته بر حایطی ** حایط آن انوار را چون رابطی
  • Fakat ayın aksi aslına ulaştı mı, yol azıtan kişi ayı kaybeder, övüşü terk eder.
  • لاجرم چون سایه سوی اصل راند ** ضال مه گم کرد و ز استایش بماند
  • Yahut da ay, bir kuyuya akseder, adam da bu aksi görür, başını kuyuya uzatır, bakar durur.
  • یا ز چاهی عکس ماهی وا نمود ** سر بچه در کرد و آن را می‌ستود
  • Methe başlarsa hakikatte ayı metheder, isterse bilgisizlikle ayın aksine yüz tutmuş olsun. 2130
  • در حقیقت مادح ماهست او ** گرچه جهل او بعکسش کرد رو
  • Övüşü aya aittir, ayın aksine ait değil. Fakat birisi, Hakk’ı övmez de mahlûku överse yanlış bir iş yapmış olur ki bu, küfürdür.
  • مدح او مه‌راست نه آن عکس را ** کفر شد آن چون غلط شد ماجرا
  • Bu işi yapan kötülükten yolunu kaybetmiştir. Ay, gökyüzündeyken o, aşağıda sanmıştır.
  • کز شقاوت گشت گم‌ره آن دلیر ** مه به بالا بود و او پنداشت زیر
  • Halk bu put gibi güzellere kapılıp perişan olur; şehvete uyup onlara dokunan pişman olur.
  • زین بتان خلقان پریشان می‌شوند ** شهوت رانده پشیمان می‌شوند
  • Çünkü bir hayale şehvetlenirler, hakikatten çok uzakta kalırlar.
  • زآنک شهوت با خیالی رانده است ** وز حقیقت دورتر وا مانده است
  • Hayale meylin yok mu? Senin için bir kanada benzer. O kanatla uçar, hakikatte yükselirsin. 2135
  • با خیالی میل تو چون پر بود ** تا بدان پر بر حقیقت بر شود
  • Fakat şehvete uydun mu kanadın dökülür, topal kalırsın, o hayal de senden kaçar gider.
  • چون براندی شهوتی پرت بریخت ** لنگ گشتی و آن خیال از تو گریخت
  • Kanadını koru, şehvete kapılma da meyil kanadın seni cennetlere yüceltsin.
  • پر نگه دار و چنین شهوت مران ** تا پر میلت برد سوی جنان
  • Halk kendilerini güzel yaşıyoruz, zevk ve işrette bulunuyoruz sanır ama onlar, bir hayal uğruna kendi kanatlarını kendileri yolarlar.
  • خلق پندارند عشرت می‌کنند ** بر خیالی پر خود بر می‌کنند
  • Bu nükteyi başka bir yerde anlatmak borcum olsun… Şimdi bana mühlet ver, halim yok, susayım.
  • وام‌دار شرح این نکته شدم ** مهلتم ده معسرم زان تن زدم
  • O kavmin Dekukî’ye uyması
  • اقتدا کردن قوم از پس دقوقی