- İşte güzelim bir cemaat, işte seçilmiş bir imam!
- و آن جماعت در پی او در قیام ** اینت زیبا قوم و بگزیده امام
- Namazdayken denizden “ İmdat!” seslerini duydu. Ansızın gözüne bir gemi ilişti.
- ناگهان چشمش سوی دریا فتاد ** چون شنید از سوی دریا داد داد
- Gemi, dalgalar arasına düşmüş, belâlara uğramış, perişan bir hale gelmişti.
- در میان موج دید او کشتیی ** در قضا و در بلا و زشتیی
- Hem gece, hem bulutlu bir hava, hem de dalga. Bu üç karanlık bir yandan, batma korkusu bir yandan… 2180
- هم شب و هم ابر و هم موج عظیم ** این سه تاریکی و از غرقاب بیم
- Fırtına Azrail gibi saldırıyor, dalgalar sağdan soldan hücum edip duruyordu.
- تند بادی همچو عزرائیل خاست ** موجها آشوفت اندر چپ و راست
- Gemidekiler, korkudan canlarından olmuşlar gibi feryatlarını göklere çıkarıyorlardı.
- اهل کشتی از مهابت کاسته ** نعره وا ویلها برخاسته
- Bağrışıp çağrışıyorlar, başlarını dövüyorlardı. Kâfir ve mülhit… Hepsi de imana gelmişti.
- دستها در نوحه بر سر میزدند ** کافر و ملحد همه مخلص شدند
- Yüzlerce niyazlarda bulunarak candan ahitler ediyorlar, adaklar adıyorlardı.
- با خدا با صد تضرع آن زمان ** عهدها و نذرها کرده بجان
- Karmakarışık işlere dalmış, yüzleri bir an olsun kıbleye dönmemiş olanlar bile baş açık secdeye kapanmışlardı. 2185
- سر برهنه در سجود آنها که هیچ ** رویشان قبله ندید از پیچ پیچ
- Hâlbuki evvelce onlar, bu kulluğun faydası yok diyorlardı. Fakat o anda kullukta yüzlerce hayat görüyorlardı.
- گفته که بیفایدهست این بندگی ** آن زمان دیده در آن صد زندگی
- Dostlardan, dayıdan, amcadan, babadan, anadan, herkesten ümitlerini kesmişlerdi.
- از همه اومید ببریده تمام ** دوستان و خال و عم بابا و مام
- Kötü kişinin can verirken Allah’tan korkması gibi zahit de Allah’tan korkuyordu, fâsik da!
- زاهد و فاسق شد آن دم متقی ** همچو در هنگام جان کندن شقی
- Ne sollarından bir ümit vardı, ne sağlarından. Hileler öldü, bitti mi dua zamanı gelir!
- نه ز چپشان چاره بود و نه ز راست ** حیلهها چون مرد هنگام دعاست
- Onlar da ağlayıp inleyerek duaya koyulmuşlardı, gemiden gökyüzüne kadar bir duman yükselmişti. 2190
- در دعا ایشان و در زاری و آه ** بر فلک زیشان شده دود سیاه
- Şeytan ise o sırada düşmanlığından her birinin karşısına dikilip “ A köpeğe tapanlar, işte size iki illet!
- دیو آن دم از عداوت بین بین ** بانگ زد کای سگپرستان علتین
- A münkir, münafıklar, hem korkun, hem geberin. Nihayet bu olacaktı zaten.
- مرگ و جسک ای اهل انکار و نفاق ** عاقبت خواهد بدن این اتفاق
- Kurtulunca yine gözleriniz kurur, yine şehvet için yaratılmış birer şeytan kesilirsiniz.
- چشمتان تر باشد از بعد خلاص ** که شوید از بهر شهوت دیو خاص
- Allah’ın sizi kazadan kurtarmak üzere elinizden tuttuğu, sizi tehlikeden kurtardığı gün, hatırınıza bile gelmez” diye bağırmaktaydı.
- یادتان ناید که روزی در خطر ** دستتان بگرفت یزدان از قدر
- Şeytan böyle söylüyordu ama can kulağı ile duyanlardan başkası bu sözü duymuyordu ki! 2195
- این همیآمد ندا از دیو لیک ** این سخن را نشنود جز گوش نیک
- Mustafa, o kutup, o padişahlar padişahı, o temizlik denizi bize ne doğru buyurmuştur:
- راست فرمودست با ما مصطفی ** قطب و شاهنشاه و دریای صفا
- “Cahilin sonunda göreceği şeyi akıllılar önce görür.”
- کانچ جاهل دید خواهد عاقبت ** عاقلان بینند ز اول مرتبت
- İşlerin sonu ilk zamanlarda gizlidir ama akıllı, akıbeti önce görür; günaha dalıp ısrar edense meydana çıkınca!
- کارها ز آغاز اگر غیبست و سر ** عاقل اول دید و آخر آن مصر
- Her şeyin sonu, önden belli olmaz, gizlidir. Fakat meydana çıkınca akıllı da görür, cahil de!
- اولش پوشیده باشد و آخر آن ** عاقل و جاهل ببیند در عیان
- Mademki ayıbı görmüyorsun, bari ihtiyatı elden bırakma, sele verme behey inatçı! 2200
- گر نبینی واقعهی غیب ای عنود ** حزم را سیلاب کی اندر ربود
- İhtiyat nedir? Her an ansızın gelebilecek bir belâyı görmek!
- حزم چه بود بدگمانی بر جهان ** دم بدم بیند بلای ناگهان
- İhtiyatlı adamın düşünceleri
- تصورات مرد حازم
- Hani ansızın bir aslan çıkagelir de adamı kapıp ormanlığa götürür ya…
- آنچنانک ناگهان شیری رسید ** مرد را بربود و در بیشه کشید
- O adam, aslan tarafından götürülürken ne düşünürse sen de ey din üstadı, onu düşün!
- او چه اندیشد در آن بردن ببین ** تو همان اندیش ای استاد دین
- Kaza ve kader aslanı, bir işle güçle meşgulken bizim canımızı alır, ormanlara götürüverir.
- میکشد شیر قضا در بیشهها ** جان ما مشغول کار و پیشهها
- Bu da şuna benzer: Halk, yoksulluktan korkar, ama boğazlarına kadar acı suya batarlar. 2205
- آنچنانک از فقر میترسند خلق ** زیر آب شور رفته تا به حلق
- O yoksulluğu yaratandan korksalardı onlara yeryüzünde defineler aşikâr olurdu.
- گر بترسندی از آن فقرآفرین ** گنجهاشان کشف گشتی در زمین
- Hepsi de gam korkusuyla gamın içine batmışlar, varlık kaygısıyla yokluğa düşmüşlerdir!
- جملهشان از خوف غم در عین غم ** در پی هستی فتاده در عدم
- Dekukî’nin şefaat etmesi ve geminin kurtulmasına duası
- دعا و شفاعت دقوقی در خلاص کشتی
- Dekukî o kıyameti görünce merhameti coştu, gözyaşları akmaya başladı.
- چون دقوقی آن قیامت را بدید ** رحم او جوشید و اشک او دوید
- Yarabbi, dedi, onların yaptıklarına bakma, ey lütuf sahibi padişah, ellerini tut, imdatlarına yetiş.
- گفت یا رب منگر اندر فعلشان ** دستشان گیر ای شه نیکو نشان
- Ey eli denize de yetişen, karaya da. Onları sağlıkla, selâmetle kıyıya çıkar. 2210
- خوش سلامتشان به ساحل با زبر ** ای رسیده دست تو در بحر و بر
- Ey ebedî kerem merhamet sahibi, o kötü kişilerden bu kötülüğü defet!
- ای کریم و ای رحیم سرمدی ** در گذار از بدسگالان این بدی
- Bedava olarak insanlara yüzlerce göz, yüzlerce kulak veren, rüşvetsiz akıl, fikir ihsan eden Allah.
- ای بداده رایگان صد چشم و گوش ** بی ز رشوت بخش کرده عقل و هوش
- Sen, biz hak etmeden lütuflarda, ihsanlarda bulunursun. Nimetlerine karşı yaptığımız kâfirliklerle hatalarımızı hep görürsün.
- پیش از استحقاق بخشیده عطا ** دیده از ما جمله کفران و خطا
- Ey ulu Allah, bizim şanımız ulu ulu günahlarda bulunmaktır. Fakat sen, bunları lütfunla affetmeye kaadirsin.
- ای عظیم از ما گناهان عظیم ** تو توانی عفو کردن در حریم
- Biz, hırstan, şehvetten kendi kendimizi yaktık. Bu duayı da senden öğrendik Yarabbi. 2215
- ما ز آز و حرص خود را سوختیم ** وین دعا را هم ز تو آموختیم
- Bize duada bulunmak için müsaade etmen, dua öğretmen, böyle bir karanlığı aydınlatman hürmetine sen bunlara acı.
- حرمت آن که دعا آموختی ** در چنین ظلمت چراغ افروختی
- İhtiyarsız bir surette şefkatli analar gibi dua edip duruyor.
- همچنین میرفت بر لفظش دعا ** آن زمان چون مادران با وفا
- Gözlerinden yaşlar akıyordu. Kendisinde olmaksızın ettiği dua, gökyüzüne yüceltmekteydi.
- اشک میرفت از دو چشمش و آن دعا ** بی خود از وی می بر آمد بر سما
- O ihtiyarsız dua, yok mu? Bambaşka bir şeydir. O da, adamın kendisinden değildir, Allah’tandır. Allah ilhamıdır.
- آن دعای بی خودان خود دیگرست ** آن دعا زو نیست گفت داورست
- O esnada insan, yok olur, o duada bulunan Allah’tır; dua da Allah’tandır, icabette. 2220
- آن دعا حق میکند چون او فناست ** آن دعا و آن اجابت از خداست
- Arada vasıta olarak mahlûk yoktur. O niyazdan cismin de haberi yoktur, canın da.
- واسطهی مخلوق نه اندر میان ** بیخبر زان لابه کردن جسم و جان
- Lütuf ve merhamet sahibi olan Allah kulları, işleri düzeltmekte Allah huyuna sahiptirler.
- بندگان حق رحیم و بردبار ** خوی حق دارند در اصلاح کار
- Onlar, şiddet zamanı, sıkıntı vakti, rüşvet almaksızın mahlûkata acırlar yardımda bulunurlar.
- مهربان بیرشوتان یاریگران ** در مقام سخت و در روز گران
- Ey belâlara uğramış adam, kendine gel de bunları ara… Kendine gel de belâ vaktinde onların duasını ganimet bil!
- هین بجو این قوم را ای مبتلا ** هین غنیمت دارشان پیش از بلا
- O Allah erinin duasıyla gemi kurtuldu. Gemidekilerse kendi gayretleriyle, 2225
- رست کشتی از دم آن پهلوان ** واهل کشتی را بجهد خود گمان
- Kendi ihtiyatlarıyla hünerler gösterip oku hedefe attılar, gemiyi kurtardılar zannındaydılar.
- که مگر بازوی ایشان در حذر ** بر هدف انداخت تیری از هنر