- Şehirli dedi ki: “Canım da, bedenim de buluşmayı isteyip duruyor ama her hareket, onun takdiriyle.
- گفت خواجه جسم و جانم وصلجوست ** لیک هر تحویل اندر حکم هوست
- İnsan yelkenli gemiye benzer. Rüzgârı estiren bakalım onu ne yana sürecek?” 255
- آدمی چون کشتی است و بادبان ** تا کی آرد باد را آن بادران
- Köylü, yine şehirliye antlar vererek “ Ey kerem sahibi, çoluğunu çocuğunu al, gel de ikramı gör” deyip.
- باز سوگندان بدادش کای کریم ** گیر فرزندان بیا بنگر نعیم
- Elini tuttu. Üç kere ant verdi, “Allah için olsun gayret et, tez gel” dedi.
- دست او بگرفت سه کرت بعهد ** کالله الله زو بیا بنمای جهد
- Bunun üstüne on yıl geçti. Her yıl böyle lâflar eder, tatlı tatlı vaatlerde bulunurdu.
- بعد ده سال و بهر سالی چنین ** لابهها و وعدههای شکرین
- Şehirlinin çocukları “Baba ay da sefer eder, bulut da gölge de.
- کودکان خواجه گفتند ای پدر ** ماه و ابر و سایه هم دارد سفر
- Köylü bunca hakkın geçti. Onun için nice zahmetler çektin. 260
- حقها بر وی تو ثابت کردهای ** رنجها در کار او بس بردهای
- O da, sen ona konuk olasın da hiç olmazsa bu hakların bir kısmını olsun ödemek ister.
- او همیخواهد که بعضی حق آن ** وا گزارد چون شوی تو میهمان
- Bize, onu kandırın, köye getirin diye gizlice birçok ricalarda bulundu” dediler.
- بس وصیت کرد ما را او نهان ** که کشیدش سوی ده لابهکنان
- Şehirli dedi ki: “Yavrucuğum, doğru ama iyilik ettiğin kişinin şerrinden sakın demişler.
- گفت حقست این ولی ای سیبویه ** اتق من شر من احسنت الیه
- Dostluk, son demdedir. Korkarım ki bir şey olur da tohum bozulur”
- دوستی تخم دم آخر بود ** ترسم از وحشت که آن فاسد شود
- Sohbet vardır, keskin bir kılıca benzer, bostanı, ekini kış gibi kesip biçer. 265
- صحبتی باشد چو شمشیر قطوع ** همچو دی در بوستان و در زروع
- Sohbet vardır, ilkbahar gibidir. Her tarafı yapar, sayısız meyveler verir.
- صحبتی باشد چو فصل نوبهار ** زو عمارتها و دخل بیشمار
- İhtiyat ve tedbir ona derler ki kötü zannı gideresin, kaçıp kötülüklerden kurtulasın.
- حزم آن باشد که ظن بد بری ** تا گریزی و شوی از بد بری
- Peygamber, “Tedbir sui zandır” dedi. A boşboğaz, her adımı bir tuzak bil.
- حزم س الظن گفتست آن رسول ** هر قدم را دام میدان ای فضول
- Sahranın yüzü dümdüz ve geniştir ama her adımda bir tuzak var, küstahça koşmayı bırak.
- روی صحرا هست هموار و فراخ ** هر قدم دامیست کم ران اوستاخ
- Dağ keçisi “Nerde tuzak?” diye koşar, fakat yürüdü mü tuzağa düşer, boğazından yakalanır. 270
- آن بز کوهی دود که دام کو ** چون بتازد دامش افتد در گلو
- Nerde tuzak diyordun ya, işte buracıkta, bak da gör. Ovayı gördün ama tuzağı görmedin.
- آنک میگفتی که کو اینک ببین ** دشت میدیدی نمیدیدی کمین
- A şaşkın, çayırlıkta tuzak, pusu ve avcı olmadıkça kuyruk mu olur?
- بی کمین و دام و صیاد ای عیار ** دنبه کی باشد میان کشتزار
- Bu yere küstahça gelenlerin kemiklerini, kellelerini gör!
- آنک گستاخ آمدند اندر زمین ** استخوان و کلههاشان را ببین
- Ey seçilmiş kişi, mezarlığa var da onların kemiklerine başlarından geçenleri sor!
- چون به گورستان روی ای مرتضا ** استخوانشان را بپرس از ما مضی
- O kör sarhoşlara bak da aldanış kuyusuna baş aşağı nasıl düştüler, açıkça gör! 275
- تا بظاهر بینی آن مستان کور ** چون فرو رفتند در چاه غرور
- Gözün varsa körcesine gelme, gözün yoksa eline bir sopa al.
- چشم اگر داری تو کورانه میا ** ور نداری چشم دست آور عصا
- Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa bir gözlüyü kılavuz edin.
- آن عصای حزم و استدلال را ** چون نداری دید میکن پیشوا
- Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa kılavuzsuz her yolun başında durma.
- ور عصای حزم و استدلال نیست ** بی عصاکش بر سر هر ره مهایست
- Körün adım atması gibi ihtiyatla adım at da ayağın kuyudan da kurtulsun, köpekten de.
- گام زان سان نه که نابینا نهد ** تا که پا از چاه و از سگ وا رهد
- Kör, bir kazaya uğramayayım diye titreye, titreye korkar ve ihtiyatlı adım atar. 280
- لرز لرزان و بترس و احتیاط ** مینهد پا تا نیفتد در خباط
- Ey dumandan kaçıp ateşe düşen… Lokma ararken yılana lokma olan,
- ای ز دودی جسته در ناری شده ** لقمه جسته لقمهی ماری شده
- Seba’lılar ve nimetten azmaları
- قصهی اهل سبا و طاغی کردن نعمت ایشان را و در رسیدن شومی طغیان و کفران در ایشان و بیان فضیلت شکر و وفا
- Seba halkının macerasını okumadın mı? Belki de okudun... Okudun ama sesten başka bir şey duymadın.
- تو نخواندی قصهی اهل سبا ** یا بخواندی و ندیدی جز صدا
- O dağ, sesi anlamaz ki... Dağın aklı manaya gidemez ki.
- از صدا آن کوه خود آگاه نیست ** سوی معنی هوش که را راه نیست
- Dağ, akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da susar.
- او همی بانگی کند بی گوش و هوش ** چون خمش کردی تو او هم شد خموش
- Allah Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi, yüz binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti. 285
- داد حق اهل سبا را بس فراغ ** صد هزاران قصر و ایوانها و باغ
- O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı oldular.
- شکر آن نگزاردند آن بد رگان ** در وفا بودند کمتر از سگان
- Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkâr olur.
- مر سگی را لقمهی نانی ز در ** چون رسد بر در همیبندد کمر
- Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği lâyıkıyla verilmese bile o kapıyı bırakmaz.
- پاسبان و حارس در میشود ** گرچه بر وی جور و سختی میرود
- Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.
- هم بر آن در باشدش باش و قرار ** کفر دارد کرد غیری اختیار
- Oraya bir garip köpek gelse oradaki köpekler, onu gece gündüz tedibederler. 290
- ور سگی آید غریبی روز و شب ** آن سگانش میکنند آن دم ادب
- İlk konağına git. Oradan nimetlendin, o nimetin hakkı, gönlünü oraya rehin etmendir derler.
- که برو آنجا که اول منزلست ** حق آن نعمت گروگان دلست
- Yerine git, o nimetin hakkını bundan fazla terk etme diye onu ısırırlar.
- میگزندش که برو بر جای خویش ** حق آن نعمت فرو مگذار بیش
- Sen de gönül ve gönül ehlinin kapısından bir hayli âbıhayat içtin, gözlerin açıldı.
- از در دل و اهل دل آب حیات ** چند نوشیدی و وا شد چشمهات
- Canın, ehlin diller gönlünden nice şükür, vecit ve kendinden geçiş gıdaları yedi.
- بس غذای سکر و وجد و بیخودی ** از در اهل دلان بر جان زدی
- Sonra da yine hırs yüzünden bu kapıyı bıraktın, hırs yüzünden her dükkânın etrafında dönüp dolaşmadasın. 295
- باز این در را رها کردی ز حرص ** گرد هر دکان همیگردی ز حرص
- O çömleği yağlı ihsan sahiplerinin kapısına, arda kalasıca bir tirit için koşup duruyorsun.
- بر در آن منعمان چربدیگ ** میدوی بهر ثرید مردریگ
- Bil ki can, asıl burada yağlanır, ümitsiz bir hâle düşenin işi burada düzelir.
- چربش اینجا دان که جان فربه شود ** کار نااومید اینجا به شود
- Hastaların, duasıyla şifa dilemek, şifa bulmak için her sabah İsa aleyhisselam’ın ibadet ettiği yerin kapısına toplanmaları
- جمع آمدن اهل آفت هر صباحی بر در صومعهی عیسی علیه السلام جهت طلب شفا به دعای او
- İsa’nın ibadet yeri, gönül ehlinin sofrasıdır. Kendine gel, kendine ey derde müptelâ, sakın bu kapıyı bırakma.
- صومعهی عیسیست خوان اهل دل ** هان و هان ای مبتلا این در مهل
- Halk her taraftan toplanır, kör, çolak, kötürüm, topal… Hepsi.
- جمع گشتندی ز هر اطراف خلق ** از ضریر و لنگ و شل و اهل دلق
- Sabahleyin İsa’nın ibadet ettiği yerin kapısına gelir, onun nefesiyle illetten kurtulmayı umarak bekleşirdi. 300
- بر در آن صومعهی عیسی صباح ** تا بدم اوشان رهاند از جناح
- İsa, o güzel gidişli, evradını bitirince kuşluk çağı dışarı çıkar.
- او چو فارغ گشتی از اوراد خویش ** چاشتگه بیرون شدی آن خوبکیش
- Zayıf, perişan birçok dertlinin şifa ümidiyle kapıya oturup bekleştiğini görür.
- جوق جوقی مبتلا دیدی نزار ** شسته بر در در امید و انتظار
- Dua ederde “Allah, hepinizin muradını verdi, maksatlarınıza eriştiniz.
- گفتی ای اصحاب آفت از خدا ** حاجت این جملگانتان شد روا