- Yoksa ne bağı? Orada öyle şeyler var ki gözler görmemiştir.
- ورنه لا عین رات چه جای باغ ** گفت نور غیب را یزدان چراغ
- Bu ancak misaldir, onun misli değil. Bu misal de anlamaktan âciz olan bir koku alsın, anlasın diye getirilir.
- مثل نبود آن مثال آن بود ** تا برد بوی آنک او حیران بود
- Hulâsa kadıncağız, cenneti görüp mest oldu. O teselliye uğrayınca elden çıktı, kendinden geçti!
- حاصل آن زن دید آن را مست شد ** زان تجلی آن ضعیف از دست شد
- Köşkün birinde adının yazılı olduğunu gördü, o âşık orasını kendinin sandı.
- دید در قصری نبشته نام خویش ** آن خود دانستش آن محبوبکیش
- Sonra ona dediler ki: “Bu nimet, canını feda etmede doğru olan ve bu fedakârlıkta doğruluktan ayrılmayan kişinindir. 3410
- بعد از آن گفتند کین نعمت وراست ** کو بجان بازی بجز صادق نخاست
- Bir hayli hizmet etmek gerek ki sen de bu kuşluk kahvaltısından yiyesin!
- خدمت بسیار میبایست کرد ** مر ترا تا بر خوری زین چاشتخورد
- Fakat sen, Allah’a sığınmada tembellik ediyorsun. Allah da ona karşılık olarak sana o musibetleri verdi.“
- چون تو کاهل بودی اندر التجا ** آن مصیبتها عوض دادت خدا
- Kadın, “Yarabbi, yüzyıl, hatta daha fazla bir müddet benden kan dök, evlâtlarımı öldür… Razıyım “
- گفت یا رب تا به صد سال و فزون ** این چنینم ده بریز از من تو خون
- Yavaş yavaş, adım adım o bahçeye girince bütün çocuklarını orada gördü de,
- اندر آن باغ او چو آمد پیش پیش ** دید در وی جمله فرزندان خویش
- Dedi ki: “Yarabbi, ben kaybettim ama sen kaybetmemişsin! “Evet… İnsan, gaybi gören göze malik olmadıkça insan olamaz. 3415
- گفت از من کم شد از تو گم نشد ** بی دو چشم غیب کس مردم نشد
- Sen istemezsin, sebep olamazsın ama burnun kanar, bir hayli de kan akar… Derken ateşin geçer, kurtulursun.
- تو نکردی فصد و از بینی دوید ** خون افزون تا ز تب جانت رهید
- Her meyvanın içi, kabuğundan iyidir. Teni de kabuk, sevgiliyi iç bil!
- مغز هر میوه بهست از پوستش ** پوست دان تن را و مغز آن دوستش
- İnsan, pek lâtif bir içe maliktir. İnsansan bir an olsun onu ara!
- مغز نغزی دارد آخر آدمی ** یکدمی آن را طلب گر زان دمی
- Allah razı olsun, Hamza’nın savaşa zırhsız girmesi
- در آمدن حمزه رضی الله عنه در جنگ بی زره
- Son zamanlarındaysa savaş saflarına zırhsız olarak katılır, sarhoşça savaşa atılırdı.
- اندر آخر حمزه چون در صف شدی ** بی زره سرمست در غزو آمدی
- Göğsü açık, vücudu çıplak olarak kendini kılıçlara atardı. 3420
- سینه باز و تن برهنه پیش پیش ** در فکندی در صف شمشیر خویش
- Halk, “Ey Peygamber’in amcası, ey saflar yaran aslan, ey erlerin padişahı.
- خلق پرسیدند کای عم رسول ** ای هزبر صفشکن شاه فحول
- Allah buyruğunda“ Nefislerinizi, kendi ellerinizle tehlikeye atmayın“ emrini okumadın mı ki?
- نه تو لا تلقوا بایدیکم الی ** تهلکه خواندی ز پیغام خدا
- Peki, neden kendini böyle bir savaş esnasında tehlikeye atıyorsun?
- پس چرا تو خویش را در تهلکه ** می در اندازی چنین در معرکه
- Gençken, iri yapılı ve kuvvetliyken saflara zırhsız katılmazdın.
- چون جوان بودی و زفت و سختزه ** تو نمیرفتی سوی صف بی زره
- Şimdi ihtiyarladın, zayıfladın, belin büküldü… öyle olduğu halde hiçbir şeye aldırış etmez oldun. 3425
- چون شدی پیر و ضعیف و منحنی ** پردههای لا ابالی میزنی
- Her şeye boş veriyor; bir kılıç ve bir mızrakla savaşa atılıyor, âdeta kendini sınıyorsun.
- لا ابالیوار با تیغ و سنان ** مینمایی دار و گیر و امتحان
- Kılıç, ihtiyara hürmet etmez. Hiç kılıçla okun aklı, temyizi olur mu? “ dediler.
- تیغ حرمت میندارد پیر را ** کی بود تمییز تیغ و تیر را
- O bîhaberler, Hamza’nın kaydına düşüyorlar, gayretlerinden ona bu çeşit öğütler veriyorlardı.
- زین نسق غمخوارگان بیخبر ** پند میدادند او را از غیر
- Hamza’nın halka cevap vermesi
- جواب حمزه مر خلق را
- Hazma dedi ki. “Gençken ölümü, bu dünyaya veda etme tarzında görürdüm.
- گفت حمزه چونک بودم من جوان ** مرگ میدیدم وداع این جهان
- Kim ölüme isteyerek gider? Kim ejderhanın karşısında soyunur? 3430
- سوی مردن کس برغبت کی رود ** پیش اژدرها برهنه کی شود
- Fakat şimdi Muhammed’in nuruyla bu fâni şehre zebun değilim ki.
- لیک از نور محمد من کنون ** نیستم این شهر فانی را زبون
- Duygudan hariç olan ve halk nuru askeriyle dolu bulunan padişah ordugâhını görmekteyim,
- از برون حس لشکرگاه شاه ** پر همیبینم ز نور حق سپاه
- Çadırlar, çadırlara geçmiş, çadır direklerinin ipleri, iplere sarılmış… Şükürler olsun ki Allah, beni uykudan uyandırdı.
- خیمه در خیمه طناب اندر طناب ** شکر آنک کرد بیدارم ز خواب
- Ölüm, kimin nazarında tehlikeyse “Tehlikeye atılmayın“ emri de onadır.
- آنک مردن پیش چشمش تهلکهست ** امر لا تلقوا بگیرد او به دست
- Fakat birisinin nazarında ölüm, hakikat kapısının açılışından ibaret olursa ona… “Haydin, çabuk olun“ hitabı gelir. 3435
- و آنک مردن پیش او شد فتح باب ** سارعوا آید مرورا در خطاب
- Ey ölümü görenler, uzaklaşın… Ey haşri, dirilmeyi görenler, çabuk olun!
- الحذر ای مرگبینان بارعوا ** العجل ای حشربینان سارعوا
- Ey lütuf görenler, ferahlanın, sevinin… Ey kahır görenler, bu bir belâdır, gamlanın!
- الصلا ای لطفبینان افرحوا ** البلا ای قهربینان اترحوا
- Ölümü, bir Yusuf gören, canını feda eder, kurt olarak görense yolunu sapıtır!
- هر که یوسف دید جان کردش فدی ** هر که گرگش دید برگشت از هدی
- Oğul, herkesin ölümü, kendi rengindendir. Düşmana düşmandır, dosta dost!
- مرگ هر یک ای پسر همرنگ اوست ** پیش دشمن دشمن و بر دوست دوست
- Ayna Türk’e nazaran güzel renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir. 3440
- پیش ترک آیینه را خوش رنگیست ** پیش زنگی آینه هم زنگیست
- Ey can, aklını başına devşir… Ölümden korkup kaçarsın ya… Doğrucası sen, kendinden korkmaktasın.
- آنک میترسی ز مرگ اندر فرار ** آن ز خود ترسانی ای جان هوش دار
- Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün, canın ağaca benzer… Ölüm, yaprağıdır.
- روی زشت تست نه رخسار مرگ ** جان تو همچون درخت و مرگ برگ
- İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir, kötüyse de. Hoş, nahoş… Gönlüne gelen bir şey, senden senin varlığından gelir.
- از تو رستست ار نکویست ار بدست ** ناخوش و خوش هر ضمیرت از خودست
- Bir dikenle yaralanmışsan o dikeni sen dikmişsindir. Atlas olsun, ipek olsun, ne giymişsen kendin eğirmişsindir.
- گر بخاری خستهای خود کشتهای ** ور حریر و قزدری خود رشتهای
- Bil ki iş, ona verilen karşılıkla aynı renkte olmaz. Hiçbir hizmet, o hizmete mukabil verilen şeyle bir renkte değildir. 3445
- دانک نبود فعل همرنگ جزا ** هیچ خدمت نیست همرنگ عطا
- Ücret alanların ücreti, yaptıkları işe benzemez. Çünkü o iş ârazdır, buysa cevher ve ebedî.
- مزد مزدوران نمیماند بکار ** کان عرض وین جوهرست و پایدار
- İş, güçlükten, zordan, alın terinden ibarettir; buysa gümüştür, altındır, tabaklarla verilen ihsandır.
- آن همه سختی و زورست و عرق ** وین همه سیمست و زرست و طبق
- Sana bir yerden bir töhmet gelse, mutlaka zulmettiğin birisi mihnete düşmüş, beddua etmiştir.
- گر ترا آید ز جایی تهمتی ** کرد مظلومت دعا در محنتی
- Ama sen dersen ki ben bir şey yapmadım, kimse hakkında bir töhmette bulunmadım.
- تو همیگویی که من آزادهام ** بر کسی من تهمتی ننهادهام
- Fakat başka çeşit bir günah etmişsindir. Tohum ektin, nasıl olur da meyve vermez? 3450
- تو گناهی کردهای شکل دگر ** دانه کشتی دانه کی ماند به بر
- Zina edene yüz sopa vururlar da zinâkâr, ben kimseyi dövmedim ki der.
- او زنا کرد و جزا صد چوب بود ** گوید او من کی زدم کس را بعود
- Fakat bu belâ, bu dövüş, o zinanın cezası değil mi? Ama sopa, gizli bir yerde edilen zinaya nasıl benzer?
- نه جزای آن زنا بود این بلا ** چوب کی ماند زنا را در خلا
- Ey Kalîm, yılan hiç sopaya benzer mi? Ey hakîm, dert, devaya benzer mi?
- مار کی ماند عصا را ای کلیم ** درد کی ماند دوا را ای حکیم
- Sen de o sopa yerine meninin nasıl döktün de o meni, güzelim bir şahıs oldu?
- تو به جای آن عصا آب منی ** چون بیفکندی شد آن شخص سنی
- O menin, bir dost oldu yahut bir yılan kesildi. Asâ’nın yılan olduğuna şaşıyorsun değil mi? Fakat buna daha ziyade şaşmak icap etmez mi? 3455
- یار شد یا مار شد آن آب تو ** زان عصا چونست این اعجاب تو