- Hazma dedi ki. “Gençken ölümü, bu dünyaya veda etme tarzında görürdüm.
- گفت حمزه چونک بودم من جوان ** مرگ میدیدم وداع این جهان
- Kim ölüme isteyerek gider? Kim ejderhanın karşısında soyunur? 3430
- سوی مردن کس برغبت کی رود ** پیش اژدرها برهنه کی شود
- Fakat şimdi Muhammed’in nuruyla bu fâni şehre zebun değilim ki.
- لیک از نور محمد من کنون ** نیستم این شهر فانی را زبون
- Duygudan hariç olan ve halk nuru askeriyle dolu bulunan padişah ordugâhını görmekteyim,
- از برون حس لشکرگاه شاه ** پر همیبینم ز نور حق سپاه
- Çadırlar, çadırlara geçmiş, çadır direklerinin ipleri, iplere sarılmış… Şükürler olsun ki Allah, beni uykudan uyandırdı.
- خیمه در خیمه طناب اندر طناب ** شکر آنک کرد بیدارم ز خواب
- Ölüm, kimin nazarında tehlikeyse “Tehlikeye atılmayın“ emri de onadır.
- آنک مردن پیش چشمش تهلکهست ** امر لا تلقوا بگیرد او به دست
- Fakat birisinin nazarında ölüm, hakikat kapısının açılışından ibaret olursa ona… “Haydin, çabuk olun“ hitabı gelir. 3435
- و آنک مردن پیش او شد فتح باب ** سارعوا آید مرورا در خطاب
- Ey ölümü görenler, uzaklaşın… Ey haşri, dirilmeyi görenler, çabuk olun!
- الحذر ای مرگبینان بارعوا ** العجل ای حشربینان سارعوا
- Ey lütuf görenler, ferahlanın, sevinin… Ey kahır görenler, bu bir belâdır, gamlanın!
- الصلا ای لطفبینان افرحوا ** البلا ای قهربینان اترحوا
- Ölümü, bir Yusuf gören, canını feda eder, kurt olarak görense yolunu sapıtır!
- هر که یوسف دید جان کردش فدی ** هر که گرگش دید برگشت از هدی
- Oğul, herkesin ölümü, kendi rengindendir. Düşmana düşmandır, dosta dost!
- مرگ هر یک ای پسر همرنگ اوست ** پیش دشمن دشمن و بر دوست دوست
- Ayna Türk’e nazaran güzel renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir. 3440
- پیش ترک آیینه را خوش رنگیست ** پیش زنگی آینه هم زنگیست
- Ey can, aklını başına devşir… Ölümden korkup kaçarsın ya… Doğrucası sen, kendinden korkmaktasın.
- آنک میترسی ز مرگ اندر فرار ** آن ز خود ترسانی ای جان هوش دار
- Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün, canın ağaca benzer… Ölüm, yaprağıdır.
- روی زشت تست نه رخسار مرگ ** جان تو همچون درخت و مرگ برگ
- İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir, kötüyse de. Hoş, nahoş… Gönlüne gelen bir şey, senden senin varlığından gelir.
- از تو رستست ار نکویست ار بدست ** ناخوش و خوش هر ضمیرت از خودست
- Bir dikenle yaralanmışsan o dikeni sen dikmişsindir. Atlas olsun, ipek olsun, ne giymişsen kendin eğirmişsindir.
- گر بخاری خستهای خود کشتهای ** ور حریر و قزدری خود رشتهای
- Bil ki iş, ona verilen karşılıkla aynı renkte olmaz. Hiçbir hizmet, o hizmete mukabil verilen şeyle bir renkte değildir. 3445
- دانک نبود فعل همرنگ جزا ** هیچ خدمت نیست همرنگ عطا
- Ücret alanların ücreti, yaptıkları işe benzemez. Çünkü o iş ârazdır, buysa cevher ve ebedî.
- مزد مزدوران نمیماند بکار ** کان عرض وین جوهرست و پایدار
- İş, güçlükten, zordan, alın terinden ibarettir; buysa gümüştür, altındır, tabaklarla verilen ihsandır.
- آن همه سختی و زورست و عرق ** وین همه سیمست و زرست و طبق
- Sana bir yerden bir töhmet gelse, mutlaka zulmettiğin birisi mihnete düşmüş, beddua etmiştir.
- گر ترا آید ز جایی تهمتی ** کرد مظلومت دعا در محنتی
- Ama sen dersen ki ben bir şey yapmadım, kimse hakkında bir töhmette bulunmadım.
- تو همیگویی که من آزادهام ** بر کسی من تهمتی ننهادهام
- Fakat başka çeşit bir günah etmişsindir. Tohum ektin, nasıl olur da meyve vermez? 3450
- تو گناهی کردهای شکل دگر ** دانه کشتی دانه کی ماند به بر
- Zina edene yüz sopa vururlar da zinâkâr, ben kimseyi dövmedim ki der.
- او زنا کرد و جزا صد چوب بود ** گوید او من کی زدم کس را بعود
- Fakat bu belâ, bu dövüş, o zinanın cezası değil mi? Ama sopa, gizli bir yerde edilen zinaya nasıl benzer?
- نه جزای آن زنا بود این بلا ** چوب کی ماند زنا را در خلا
- Ey Kalîm, yılan hiç sopaya benzer mi? Ey hakîm, dert, devaya benzer mi?
- مار کی ماند عصا را ای کلیم ** درد کی ماند دوا را ای حکیم
- Sen de o sopa yerine meninin nasıl döktün de o meni, güzelim bir şahıs oldu?
- تو به جای آن عصا آب منی ** چون بیفکندی شد آن شخص سنی
- O menin, bir dost oldu yahut bir yılan kesildi. Asâ’nın yılan olduğuna şaşıyorsun değil mi? Fakat buna daha ziyade şaşmak icap etmez mi? 3455
- یار شد یا مار شد آن آب تو ** زان عصا چونست این اعجاب تو
- Hiç meni, o çocuğa benzer mi? Hiç şeker kamışı, şekere benzer mi?
- هیچ ماند آب آن فرزند را ** هیچ ماند نیشکر مر قند را
- Adam, bir rükû yahut sücud etti mi onun rükû ve sücudu, o âlemde bağ, bahçe olur.
- چون سجودی یا رکوعی مرد کشت ** شد در آن عالم سجود او بهشت
- Ağzından Allah’ya bir övüş utçumu tan yerini ağartan Allah, o övüşü bir cennet kuşu yapar.
- چونک پرید از دهانش حمد حق ** مرغ جنت ساختش رب الفلق
- Kuşun menisi de yeldir, havadır ama senin Allah’ı övüşün, Allah’ı tesbih edişin, hiç de kuşa benzemez.
- حمد و تسبیحت نماند مرغ را ** گرچه نطفهی مرغ بادست و هوا
- Yoksullara ihsanda bulundun, zekât verdin, elinle bir hayırda bulundun mu o âlemde bu hayır, ağaçlık, çayırlık, çimenlik olur. 3460
- چون ز دستت رست ایثار و زکات ** گشت این دست آن طرف نخل و نبات
- Sabır suyun, cennetteki nehirler… Cennetin süt ırmağı, sevgin, aşkındır.
- آب صبرت جوی آب خلد شد ** جوی شیر خلد مهر تست و ود
- İbadetten zevk alman, bal nehri, Allah aşkıyla sarhoş olman, şevk duyman şarap ırmağıdır.
- ذوق طاعت گشت جوی انگبین ** مستی و شوق تو جوی خمر بین
- Bu sebepler, o eserlere benzemez. Fakat Allah, nasıl oldu da bu sebeplerin yerine o eserleri getirdi? Kimse bilmez.
- این سببها آن اثرها را نماند ** کس نداند چونش جای آن نشاند
- Bu sebepler, dünyada nasıl senin ihtiyarınla, senin fermanınla meydana geldiyse o dört ırmak da ahrette şüphe yok, senin fermanına tabi olur.
- این سببها چون به فرمان تو بود ** چار جو هم مر ترا فرمان نمود
- Onları ne tarafa dilersen akıtırsın. Sebepleri nasıl tasarruf ettiysen onları da öyle tasarruf edersin. 3465
- هر طرف خواهی روانش میکنی ** آن صفت چون بد چنانش میکنی
- Menin nasıl sana tabiyse meniden gelen soy sop da derhal senin emrine girer, sana tabi olur.
- چون منی تو که در فرمان تست ** نسل آن در امر تو آیند چست
- Oğlum, senin buyruğunla koşar, yürür… Ben senin cüz’ünüm, beni anamın karnında rehin olarak bırakan sendin, der.
- میدود بر امر تو فرزند نو ** که منم جزوت که کردیاش گرو
- O sıfat, bu âlemde senin emrindeydi. Cennette de o ırmaklar senin emrindedir.
- آن صفت در امر تو بود این جهان ** هم در امر تست آن جوها روان
- Cennetteki ağaçlar, senin fermanına tabidir, çünkü o ağaçlar, senin sıfatlarından yeşerdi, meyve verdi.
- آن درختان مر ترا فرمانبرند ** کان درختان از صفاتت با برند
- Bu sıfatlar, burada nasıl senin emrine tabiyse onlara karşılık olan şeyler de orada senin emrine tabidir. 3470
- چون به امر تست اینجا این صفات ** پس در امر تست آنجا آن جزات
- Bir mazluma karşı elinden bir zulüm çıktımı o zulüm bir ağaç olur, o ağaçtan zakkum biter.
- چون ز دستت زخم بر مظلوم رست ** آن درختی گشت ازو زقوم رست
- Kızgınlıkla gönüllere ateş saldın mı cehennem ateşinin aslı oldun gitti.
- چون ز خشم آتش تو در دلها زدی ** مایهی نار جهنم آمدی
- Ateşin burada nasıl adamları yakarsa ondan meydana gelen eser de orada seni yakar.
- آتشت اینجا چو آدم سوز بود ** آنچ از وی زاد مرد افروز بود
- Kızgınlığın ateşin adamlara saldırmakta ya… Ondan meydana gelen ateş de adamlara saldırır.
- آتش تو قصد مردم میکند ** نار کز وی زاد بر مردم زند
- O yılana, akrebe benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni kuyruğundan yakalar. 3475
- آن سخنهای چو مار و کزدمت ** مار و کزدم گشت و میگیرد دمت
- Velîlere uymadın, onları bekletip durdun, orada da kıyamet gününün beklenmesi san yâr olur, bekler durursun.
- اولیا را داشتی در انتظار ** انتظار رستخیزت گشت یار
- Hele yarın, hele öbür gün diye vaat eder, Allah’a dönmeyi sallar durursun ya… İşte bu bekleyiş, mahşerdeki beklemendir, vay sana!
- وعدهی فردا و پسفردای تو ** انتظار حشرت آمد وای تو
- O uzun günde hesap için, canlar yakan güneşin altında bekler kalırsın…
- منتظر مانی در آن روز دراز ** در حساب و آفتاب جانگداز