English    Türkçe    فارسی   

3
347-396

  • Bulanıklardan, duruluklar çıkarır, cefalarını vefa yerine tutar.
  • Cefakârlıkta bulunursan noksandan kurtulup kemâle erişesin diye kulağını burar.
  • Sülûkte virdini terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya uğrarsın ya.
  • İşte o tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir. 350
  • Bu iç sıkıntısı bir zincir şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey, ayağını bağlamadan önce.
  • Bu işareti, beyhude zan etmemen için uğradığın o makul zahmet, duyguna hitap eder bir hâle gelir ve meydana çıkar.
  • Suç işlediğin zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar, ecelden sonra ist zincir şekline bürünür.
  • Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir ve körlükle cezalanır.
  • Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık gönlünü tırmalamaya başlar. 355
  • O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki, der. Şerrinden ağlayan mazlum yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.
  • Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgârı ateşini üfler.
  • Hulâsa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması hâline gelir, o manalar, duyulur, görülür bir hâle gelip meydana çıkar.
  • Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; köktür, kök; dal budak verir.
  • Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil. 360
  • Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken çıkmasın.
  • İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten meydana gelir.
  • Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.
  • Seba’lılar hikâyesi
  • Seba’lılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı.
  • Bu nankörlük, âdeta sana ihsan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer. 365
  • Meselâ, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun?
  • Lütfet de bu iyiliği yapma. Ben, göz istemiyorum, beni kör et, dersin, işte bunun gibi.
  • Seba’lılar da “Şehirlerimiz birbirine çok yakın, onları uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi, bizim ziynetimizi güzelliğimizi al.
  • Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.
  • Şehirler, birbirine pek yakın. Hâlbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler. 370
  • İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez.
  • Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.
  • Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya… Hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar.
  • Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır… onun için ulu Allah “Öldürün nefislerinizi” demiştir.
  • Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var? 375
  • Heva ve hevesi terk etme ateşini vur şu dikene… İyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!
  • Seba’lılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede taşkınlık gösterince,
  • Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine mâni olmaya çalıştılar.
  • Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve kâfirlik tohumu ekiyorlardı.
  • Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler. 380
  • eksik
  • Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur.
  • O atlının hilesi, bir toz kopardı mı o toz, seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır.
  • Atlıya doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer, bitirir.
  • Allah bu kurdun yediği adama “Kurdun tozunu gördü de neden feryat etmedi? 385
  • Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden yayılıp otlamağa koyuldu?
  • Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu duyar, ondan taraf taraf kaçarlar.
  • Hayvan bile aslanı kokusundan anlar da otlamayı bırakır” der.
  • Aslanın kızgınlığından bir koku aldın mı dön Allah’a sığınmaya, yalvarmaya koyul.
  • Onlar, kurdun tozundan ürkmediler, çekinmediler. Tozun ardından o koca mihnet kurdu çatıp geldi. 390
  • O koyunları, hışımla paraladı gitti. Onlar, akıl çobanından göz yummuşlardı.
  • Onları, çoban ne kadar çağırdı da gelmediler… Çobanın gözüne toz, toprak serptiler.
  • “ Yürü be, biz senden ziyade çobanız… Her birimiz başız, uluyuz. Böyle olduğu hâlde nasıl sana uyarız?
  • Biz kurtlara lokmayız, senin adamın değil. Ateşin odunlarıyız, utanma arlanma yok bizde” dediler.
  • Bilgisizlik, akılda bir taassuptur ki buna tutulanların şehirlerinde kargalar şom, şom bağırışırlar, yerleri, yurtları harabeye döner. 395
  • Onlar mazlûmlar için kuyu kazdılar ama kazdıkları kuyuya kendileri düştüler, ah etmeye başladılar.