English    Türkçe    فارسی   

3
3491-3540

  • Her ikisi de gönül pazarının tellâlıdır, her ikisi de matahlarını över, durur.
  • هر دو دلالان بازار ضمیر ** رختها را می‌ستایند ای امیر
  • Gönül sarrafıysan fikrini anla, gönlüne geleni bil de esir tellâlı gibi bu iki fikri birbirinden ayırt et.
  • گر تو صراف دلی فکرت شناس ** فرق کن سر دو فکر چون نخاس
  • Eğer şüpheye düşüyor ve iki fikri ayırt edemiyorsan “Aldatmaca yok“ de; acele etme, koşma!
  • ور ندانی این دو فکرت از گمان ** لا خلابه گوی و مشتاب و مران
  • Alışverişte aldanmamanın çaresi
  • حیله دفع مغبون شدن در بیع و شرا
  • Bir dost, Peygamber’e “Ben alışverişte daima aldanıyorum.
  • آن یکی یاری پیمبر را بگفت ** که منم در بیعها با غبن جفت
  • Bir şey satan yahut alan kişinin hilesi sanki sihir… Gelip benim yolumu kesiyor“ dedi. 3495
  • مکر هر کس کو فروشد یا خرد ** همچو سحرست و ز راهم می‌برد
  • Peygamber dedi ki: “Alışverişte aldanmaktan korkuyorsan alacağın şeyi üç gün muhayyer olarak al.
  • گفت در بیعی که ترسی از غرار ** شرط کن سه روز خود را اختیار
  • Çünkü şüphe yok, yavaş iş Rahman’dandır. Acele edşinse melûn Şeytan’dan.“
  • که تانی هست از رحمان یقین ** هست تعجیلت ز شیطان لعین
  • Önüne bir lokma atsan köpek bile köpekliğiyle önce koklar da sonra yer a ihtiyatlı adam!
  • پیش سگ چون لقمه نان افکنی ** بو کند آنگه خورد ای معتنی
  • O burnuyla koklar, biz aklımızla koklarız. Hele bir bak, demek ki biz de her şeyi inceleyen aklımızla kokluyoruz.
  • او ببینی بو کند ما با خرد ** هم ببوییمش به عقل منتقد
  • Allah bile bu yerlerle gökleri yavaşlıkla ve tam altı günde yarattı. 3500
  • با تانی گشت موجود از خدا ** تابه شش روز این زمین و چرخها
  • Yoksa “Kün” der demez yerler de olurdu, gökler de; Allah, buna kadirdi. Hatta bir emreder etmez yüzlerce yer gök yaratabilirdi.
  • ورنه قادر بود کو کن فیکون ** صد زمین و چرخ آوردی برون
  • Allah bütün kudretiyle beraber insanı, yavaş yavaş ve tam kırk yılda kemal sahibi eder.
  • آدمی را اندک اندک آن همام ** تا چهل سالش کند مرد تمام
  • Bir anda yokluktan elli kişiyi uçurup bu âleme getirmeye kadirdi ama.
  • گرچه قادر بود کاندر یک نفس ** از عدم پران کند پنجاه کس
  • İsa, bir dua ile hemencecik ölüyü diriltir de
  • عیسی قادر بود کو از یک دعا ** بی توقف بر جهاند مرده را
  • İsa’yı yaratan, insanları bir anda yaratmaya kadir değil midir? İsa’ya nazaran kudreti, kat kat üstün mü değil mi? 3505
  • خالق عیسی بنتواند که او ** بی توقف مردم آرد تو بتو
  • Dilediğin şeyi yavaş yavaş, fakat sağlam bir halde yapman lâzım… İşte bu yavaşlık, sana bunu öğretmek içindir.
  • این تانی از پی تعلیم تست ** که طلب آهسته باید بی سکست
  • Daima akıp duran küçük bir dere ne pislenir, ne kokar.
  • جو یکی کوچک که دایم می‌رود ** نه نجس گردد نه گنده می‌شود
  • Bu yavaşlıkla insan, ikbale, devlete erişir. Yavaşlık, yumurtadır, devlet de kuşlara benzer.
  • زین تانی زاید اقبال و سرور ** این تانی بیضه دولت چون طیور
  • A inatçı adam, kuş hiç yumurtaya benzer mi? Ama yumurtadan çıkar ya!
  • مرغ کی ماند به بیضه‌ای عنید ** گرچه از بیضه همی آید پدید
  • Sen de davran da cüz’ülerin, yumurtalarından kuşlar çıkarsın. 3510
  • باش تا اجزای تو چون بیضه‌ها ** مرغها زایند اندر انتها
  • Yılan yumurtası da serçe kuşu yumurtasına benzer, fakat aralarında ne fark var?
  • بیضه‌ی مار ارچه ماند در شبه ** بیضه گنجشک را دورست ره
  • Armut da elmaya benzer, benzer ama aralarında farkları bil ey yüce kişi!
  • دانه‌ی آبی به دانه سیب نیز ** گرچه ماند فرقها دان ای عزیز
  • Yapraklar da bakılınca bir renktedir. Fakat meyveleri çeşit çeşittir.
  • برگها هم‌رنگ باشد در نظر ** میوه‌ها هر یک بود نوعی دگر
  • Yapraklara benzeyen bedenler de birbirine benzer… Benzer ama herkes bir iş için yaratılmıştır.
  • برگهای جسمها ماننده‌اند ** لیک هر جانی بریعی زنده‌اند
  • Halk yolda her bir tarzda yürür durur; fakat birisi zevk içinde, öbürü dertli, kederli! 3515
  • خلق در بازار یکسان می‌روند ** آن یکی در ذوق و دیگر دردمند
  • İşte tıpkı bunun gibi ölürken de aynı çeşit ölürüz ama yarımız ziyan içindedir, yarımız padişah!
  • همچنان در مرگ یکسان می‌رویم ** نیم در خسران و نیمی خسرویم
  • Allah razı olsun, Bilâl’in neşeyle ölümü
  • وفات یافتن بلال رضی الله عنه با شادی
  • Bilâl; zayıflıktan hilâle dönmüş, yüzüne ölüm rengi çökmüştü.
  • چون بلال از ضعف شد همچون هلال ** رنگ مرگ افتاد بر روی بلال
  • Karısı görüp “Ah, bu ne elem, bu ne keder” dedi. Bilâl, “Hayır hayır… Bu ne zevk ve ne neşe,
  • جفت او دیدش بگفتا وا حرب ** پس بلالش گفت نه نه وا طرب
  • Şimdiye kadar hayattan elem duymaktaydım, ölüm nasıl bir zevktir, nedir, nedir? Sen bunu ne bileceksin?”
  • تا کنون اندر حرب بودم ز زیست ** تو چه دانی مرگ چون عیشست و چیست
  • Demekte, bu sözleri söylerken de yüzünde nerkisler, güller, lâleler açılmaktaydı! 3520
  • این همی گفت و رخش در عین گفت ** نرگس و گلبرگ و لاله می‌شکفت
  • Yüzünün parlaklığıyla nurlu gözleri, sözünün doğruluğuna şehadet ediyordu.
  • تاب رو و چشم پر انوار او ** می گواهی داد بر گفتار او
  • Her gönlü kara adam onun yüzünü simsiyah görürdü ama o, insanların gözbebeğiydi, neden gözbebeği de siyah?
  • هر سیه دل می سیه دیدی ورا ** مردم دیده سیاه آمد چرا
  • Yüzü kara olanlar, hakikati görmeyenlerdir. İnsanların gözbebeği olan adam ise ayın aynasıdır.
  • مردم نادیده باشد رو سیاه ** مردم دیده بود مرآت ماه
  • Zaten dünyada can gözüne sahip olanlardan başka, senin gözbebeğini kim görebilir ki?
  • خود کی بیند مردم دیده‌ی ترا ** در جهان جز مردم دیده‌فزا
  • Onu, gözbebeği haline gelenlerden başka kimse göremeyince artık ondan başka kim, onun rengini görüp anlar? 3525
  • چون به غیر مردم دیده‌ش ندید ** پس به غیر او کی در رنگش رسید
  • İnsanların gözbebeği olan kişiden başka herkes, mertebesi yüce insanın sıfatlarını taklit eder. Hakikati bilmez.
  • پس جز او جمله مقلد آمدند ** در صفات مردم دیده بلند
  • Karısı “Ah ayrılık, ah ayrılık” deyince Bilâl, “Hayır, hayır… Vuslat, vuslat!” dedi.
  • گفت جفتش الفراق ای خوش‌خصال ** گفت نه نه الوصالست الوصال
  • Karısı “Bu gece gurbete gidiyorsun… Soyunun sopunun gözlerinden kaybolacaksın” dedi.
  • گفت جفت امشب غریبی می‌روی ** از تبار و خویش غایب می‌شوی
  • Bilâl dedi ki: “Hayır, hayır… Bu gece ruhum, gurbet elinden vatanına ulaşacak!”
  • گفت نه نه بلک امشب جان من ** می‌رسد خود از غریبی در وطن
  • Karısı, “Gayri senin yüzünü nerede göreceğiz biz?” dedi. Bilâl dedi ki: “Allah haslarının halkasında! 3530
  • گفت رویت را کجا بینیم ما ** گفت اندر حلقه‌ی خاص خدا
  • Başını kaldırır da –aşağıya değil- yukarıya bakarsan Allah haslarının halkasını görürsün.
  • حلقه‌ی خاصش به تو پیوسته است ** گر نظر بالا کنی نه سوی پست
  • Yüzük taşının yüzüğe nur saçtığı gibi Âlemlerin Rabbi de o halkayı nurlandırıp durmaktadır!”
  • اندر آن حلقه ز رب العالمین ** نور می‌تابد چو در حلقه نگین
  • Karısı, “Yazıklar olsun, bu ev yıkıldı artık “ dedi. Bilâl dedi ki: “ Buluta bakma, aya bak! “
  • گفت ویران گشت این خانه دریغ ** گفت اندر مه نگر منگر به میغ
  • Akrabam kalabalık, ev de küçük… Allah, daha mamur bir hale getirmek için yıktı!
  • کرد ویران تا کند معمورتر ** قومم انبه بود و خانه مختصر
  • Bedenin ölümle harap olmasındaki hikmet
  • حکمت ویران شدن تن به مرگ
  • Ben evvelce sıkıntılar içinde hapis olmuş adama benzerdim, şimdi ruhumun nesli doğuyu da kapladı, batıyı da. 3535
  • من چو آدم بودم اول حبس کرب ** پر شد اکنون نسل جانم شرق و غرب
  • Bu kuyuya benzeyen evde bir yoksuldum, şimdi padişah oldum, padişaha bir köşk, bir saray lâzım!
  • من گدا بودم درین خانه چو چاه ** شاه گشتم قصر باید بهر شاه
  • Padişahlar, köşklerde, saraylarda otururlar, ölüye yurt olarak bir mezar kâfi!
  • قصرها خود مر شهان را مانسست ** مرده را خانه و مکان گوری بسست
  • Peygamberlere bu dünya dar geldi de padişahlar gibi Lâmekân âlemine gittiler.
  • انبیا را تنگ آمد این جهان ** چون شهان رفتند اندر لامکان
  • Kalbi ölmüş kişilereyse bu dünya nurlu göründü. Görünüşü büyük, geniş… Fakat hakikatte dar!
  • مردگان را این جهان بنمود فر ** ظاهرش زفت و به معنی تنگ بر
  • Dar olmasaydı bu feryat neden? Baksana… Daha evvel doğup bu âleme gelenlerin hepsi iki büklüm oldu! 3540
  • گر نبودی تنگ این افغان ز چیست ** چون دو تا شد هر که در وی بیش زیست