- Allah bütün kudretiyle beraber insanı, yavaş yavaş ve tam kırk yılda kemal sahibi eder.
- آدمی را اندک اندک آن همام ** تا چهل سالش کند مرد تمام
- Bir anda yokluktan elli kişiyi uçurup bu âleme getirmeye kadirdi ama.
- گرچه قادر بود کاندر یک نفس ** از عدم پران کند پنجاه کس
- İsa, bir dua ile hemencecik ölüyü diriltir de
- عیسی قادر بود کو از یک دعا ** بی توقف بر جهاند مرده را
- İsa’yı yaratan, insanları bir anda yaratmaya kadir değil midir? İsa’ya nazaran kudreti, kat kat üstün mü değil mi? 3505
- خالق عیسی بنتواند که او ** بی توقف مردم آرد تو بتو
- Dilediğin şeyi yavaş yavaş, fakat sağlam bir halde yapman lâzım… İşte bu yavaşlık, sana bunu öğretmek içindir.
- این تانی از پی تعلیم تست ** که طلب آهسته باید بی سکست
- Daima akıp duran küçük bir dere ne pislenir, ne kokar.
- جو یکی کوچک که دایم میرود ** نه نجس گردد نه گنده میشود
- Bu yavaşlıkla insan, ikbale, devlete erişir. Yavaşlık, yumurtadır, devlet de kuşlara benzer.
- زین تانی زاید اقبال و سرور ** این تانی بیضه دولت چون طیور
- A inatçı adam, kuş hiç yumurtaya benzer mi? Ama yumurtadan çıkar ya!
- مرغ کی ماند به بیضهای عنید ** گرچه از بیضه همی آید پدید
- Sen de davran da cüz’ülerin, yumurtalarından kuşlar çıkarsın. 3510
- باش تا اجزای تو چون بیضهها ** مرغها زایند اندر انتها
- Yılan yumurtası da serçe kuşu yumurtasına benzer, fakat aralarında ne fark var?
- بیضهی مار ارچه ماند در شبه ** بیضه گنجشک را دورست ره
- Armut da elmaya benzer, benzer ama aralarında farkları bil ey yüce kişi!
- دانهی آبی به دانه سیب نیز ** گرچه ماند فرقها دان ای عزیز
- Yapraklar da bakılınca bir renktedir. Fakat meyveleri çeşit çeşittir.
- برگها همرنگ باشد در نظر ** میوهها هر یک بود نوعی دگر
- Yapraklara benzeyen bedenler de birbirine benzer… Benzer ama herkes bir iş için yaratılmıştır.
- برگهای جسمها مانندهاند ** لیک هر جانی بریعی زندهاند
- Halk yolda her bir tarzda yürür durur; fakat birisi zevk içinde, öbürü dertli, kederli! 3515
- خلق در بازار یکسان میروند ** آن یکی در ذوق و دیگر دردمند
- İşte tıpkı bunun gibi ölürken de aynı çeşit ölürüz ama yarımız ziyan içindedir, yarımız padişah!
- همچنان در مرگ یکسان میرویم ** نیم در خسران و نیمی خسرویم
- Allah razı olsun, Bilâl’in neşeyle ölümü
- وفات یافتن بلال رضی الله عنه با شادی
- Bilâl; zayıflıktan hilâle dönmüş, yüzüne ölüm rengi çökmüştü.
- چون بلال از ضعف شد همچون هلال ** رنگ مرگ افتاد بر روی بلال
- Karısı görüp “Ah, bu ne elem, bu ne keder” dedi. Bilâl, “Hayır hayır… Bu ne zevk ve ne neşe,
- جفت او دیدش بگفتا وا حرب ** پس بلالش گفت نه نه وا طرب
- Şimdiye kadar hayattan elem duymaktaydım, ölüm nasıl bir zevktir, nedir, nedir? Sen bunu ne bileceksin?”
- تا کنون اندر حرب بودم ز زیست ** تو چه دانی مرگ چون عیشست و چیست
- Demekte, bu sözleri söylerken de yüzünde nerkisler, güller, lâleler açılmaktaydı! 3520
- این همی گفت و رخش در عین گفت ** نرگس و گلبرگ و لاله میشکفت
- Yüzünün parlaklığıyla nurlu gözleri, sözünün doğruluğuna şehadet ediyordu.
- تاب رو و چشم پر انوار او ** می گواهی داد بر گفتار او
- Her gönlü kara adam onun yüzünü simsiyah görürdü ama o, insanların gözbebeğiydi, neden gözbebeği de siyah?
- هر سیه دل می سیه دیدی ورا ** مردم دیده سیاه آمد چرا
- Yüzü kara olanlar, hakikati görmeyenlerdir. İnsanların gözbebeği olan adam ise ayın aynasıdır.
- مردم نادیده باشد رو سیاه ** مردم دیده بود مرآت ماه
- Zaten dünyada can gözüne sahip olanlardan başka, senin gözbebeğini kim görebilir ki?
- خود کی بیند مردم دیدهی ترا ** در جهان جز مردم دیدهفزا
- Onu, gözbebeği haline gelenlerden başka kimse göremeyince artık ondan başka kim, onun rengini görüp anlar? 3525
- چون به غیر مردم دیدهش ندید ** پس به غیر او کی در رنگش رسید
- İnsanların gözbebeği olan kişiden başka herkes, mertebesi yüce insanın sıfatlarını taklit eder. Hakikati bilmez.
- پس جز او جمله مقلد آمدند ** در صفات مردم دیده بلند
- Karısı “Ah ayrılık, ah ayrılık” deyince Bilâl, “Hayır, hayır… Vuslat, vuslat!” dedi.
- گفت جفتش الفراق ای خوشخصال ** گفت نه نه الوصالست الوصال
- Karısı “Bu gece gurbete gidiyorsun… Soyunun sopunun gözlerinden kaybolacaksın” dedi.
- گفت جفت امشب غریبی میروی ** از تبار و خویش غایب میشوی
- Bilâl dedi ki: “Hayır, hayır… Bu gece ruhum, gurbet elinden vatanına ulaşacak!”
- گفت نه نه بلک امشب جان من ** میرسد خود از غریبی در وطن
- Karısı, “Gayri senin yüzünü nerede göreceğiz biz?” dedi. Bilâl dedi ki: “Allah haslarının halkasında! 3530
- گفت رویت را کجا بینیم ما ** گفت اندر حلقهی خاص خدا
- Başını kaldırır da –aşağıya değil- yukarıya bakarsan Allah haslarının halkasını görürsün.
- حلقهی خاصش به تو پیوسته است ** گر نظر بالا کنی نه سوی پست
- Yüzük taşının yüzüğe nur saçtığı gibi Âlemlerin Rabbi de o halkayı nurlandırıp durmaktadır!”
- اندر آن حلقه ز رب العالمین ** نور میتابد چو در حلقه نگین
- Karısı, “Yazıklar olsun, bu ev yıkıldı artık “ dedi. Bilâl dedi ki: “ Buluta bakma, aya bak! “
- گفت ویران گشت این خانه دریغ ** گفت اندر مه نگر منگر به میغ
- Akrabam kalabalık, ev de küçük… Allah, daha mamur bir hale getirmek için yıktı!
- کرد ویران تا کند معمورتر ** قومم انبه بود و خانه مختصر
- Bedenin ölümle harap olmasındaki hikmet
- حکمت ویران شدن تن به مرگ
- Ben evvelce sıkıntılar içinde hapis olmuş adama benzerdim, şimdi ruhumun nesli doğuyu da kapladı, batıyı da. 3535
- من چو آدم بودم اول حبس کرب ** پر شد اکنون نسل جانم شرق و غرب
- Bu kuyuya benzeyen evde bir yoksuldum, şimdi padişah oldum, padişaha bir köşk, bir saray lâzım!
- من گدا بودم درین خانه چو چاه ** شاه گشتم قصر باید بهر شاه
- Padişahlar, köşklerde, saraylarda otururlar, ölüye yurt olarak bir mezar kâfi!
- قصرها خود مر شهان را مانسست ** مرده را خانه و مکان گوری بسست
- Peygamberlere bu dünya dar geldi de padişahlar gibi Lâmekân âlemine gittiler.
- انبیا را تنگ آمد این جهان ** چون شهان رفتند اندر لامکان
- Kalbi ölmüş kişilereyse bu dünya nurlu göründü. Görünüşü büyük, geniş… Fakat hakikatte dar!
- مردگان را این جهان بنمود فر ** ظاهرش زفت و به معنی تنگ بر
- Dar olmasaydı bu feryat neden? Baksana… Daha evvel doğup bu âleme gelenlerin hepsi iki büklüm oldu! 3540
- گر نبودی تنگ این افغان ز چیست ** چون دو تا شد هر که در وی بیش زیست
- İnsan, uyku zamanında bak, nasıl azat olmakta… Ruh, o vardığı, ulaştığı mekândan nasıl neşelenmekte.
- در زمان خواب چون آزاد شد ** زان مکان بنگر که جان چون شاد شد
- Zalim, zulüm tabiatından kurtuluyor, zindandaki mahpus, hapse düştüğünü, hapiste bulunduğunu unutuyor.
- ظالم از ظلم طبیعت باز رست ** مرد زندانی ز فکر حبس جست
- Pek geniş olan bu yer, bu gök devenin çökeceği zaman pek daralmakta.
- این زمین و آسمان بس فراخ ** سخت تنگ آمد به هنگام مناخ
- Bu dünyanın genişliği, bir gözbağı… Oysaki pek dar. Gülmesi ağlamaktan ibaret, övünmesi ardan, ayıptan başka bir şey değil.
- جسم بند آمد فراخ وسخت تنگ ** خندهی او گریه فخرش جمله ننگ
- Dünya, görünüşte geniş, hakikatte dardır, uyku da bu darlıktan kurtulmaya benzer
- تشبیه دنیا کی بظاهر فراخست و بمعنی تنگ و تشبیه خواب کی خلاص است ازین تنگی
- Hamam kızıştı, ısındı mı daralırsın, için sıkılır. 3545
- همچو گرمابه که تفسیده بود ** تنگ آیی جانت پخسیده شود
- Oysaki hamam geniştir, uzundur. O hararetten sana dar gelir, ruhun sıkılır, usanırsın.
- گرچه گرمابه عریضست و طویل ** زان تبش تنگ آیدت جان و کلیل
- Dışarı çıkmadıkça gönlün açılmaz peki… Mekânın genişmiş ne fayda?
- تا برون نایی بنگشاید دلت ** پس چه سود آمد فراخی منزلت
- Yahut da meselâ dar bir ayakkabı giyersin de geniş bir ovada yürürsün.
- یا که کفش تنگ پوشی ای غوی ** در بیابان فراخی میروی
- Fakat o geniş ova, sana öyle daralır ki… o ova o sahra sana âdeta zindan kesilir.
- آن فراخی بیابان تنگ گشت ** بر تو زندان آمد آن صحرا و دشت
- Seni uzaktan gören ovada bir lâle gibi açılmış der. 3550
- هر که دید او مر ترا از دور گفت ** کو در آن صحرا چو لاله تر شکفت
- Bilmez ki sen, zalimler gibi görünüşte gül bahçesindesin, fakat ruhun, feryat edip duruyor!
- او نداند که تو همچون ظالمان ** از برون در گلشنی جان در فغان