- Şimdiye kadar hayattan elem duymaktaydım, ölüm nasıl bir zevktir, nedir, nedir? Sen bunu ne bileceksin?”
- تا کنون اندر حرب بودم ز زیست ** تو چه دانی مرگ چون عیشست و چیست
- Demekte, bu sözleri söylerken de yüzünde nerkisler, güller, lâleler açılmaktaydı! 3520
- این همی گفت و رخش در عین گفت ** نرگس و گلبرگ و لاله میشکفت
- Yüzünün parlaklığıyla nurlu gözleri, sözünün doğruluğuna şehadet ediyordu.
- تاب رو و چشم پر انوار او ** می گواهی داد بر گفتار او
- Her gönlü kara adam onun yüzünü simsiyah görürdü ama o, insanların gözbebeğiydi, neden gözbebeği de siyah?
- هر سیه دل می سیه دیدی ورا ** مردم دیده سیاه آمد چرا
- Yüzü kara olanlar, hakikati görmeyenlerdir. İnsanların gözbebeği olan adam ise ayın aynasıdır.
- مردم نادیده باشد رو سیاه ** مردم دیده بود مرآت ماه
- Zaten dünyada can gözüne sahip olanlardan başka, senin gözbebeğini kim görebilir ki?
- خود کی بیند مردم دیدهی ترا ** در جهان جز مردم دیدهفزا
- Onu, gözbebeği haline gelenlerden başka kimse göremeyince artık ondan başka kim, onun rengini görüp anlar? 3525
- چون به غیر مردم دیدهش ندید ** پس به غیر او کی در رنگش رسید
- İnsanların gözbebeği olan kişiden başka herkes, mertebesi yüce insanın sıfatlarını taklit eder. Hakikati bilmez.
- پس جز او جمله مقلد آمدند ** در صفات مردم دیده بلند
- Karısı “Ah ayrılık, ah ayrılık” deyince Bilâl, “Hayır, hayır… Vuslat, vuslat!” dedi.
- گفت جفتش الفراق ای خوشخصال ** گفت نه نه الوصالست الوصال
- Karısı “Bu gece gurbete gidiyorsun… Soyunun sopunun gözlerinden kaybolacaksın” dedi.
- گفت جفت امشب غریبی میروی ** از تبار و خویش غایب میشوی
- Bilâl dedi ki: “Hayır, hayır… Bu gece ruhum, gurbet elinden vatanına ulaşacak!”
- گفت نه نه بلک امشب جان من ** میرسد خود از غریبی در وطن
- Karısı, “Gayri senin yüzünü nerede göreceğiz biz?” dedi. Bilâl dedi ki: “Allah haslarının halkasında! 3530
- گفت رویت را کجا بینیم ما ** گفت اندر حلقهی خاص خدا
- Başını kaldırır da –aşağıya değil- yukarıya bakarsan Allah haslarının halkasını görürsün.
- حلقهی خاصش به تو پیوسته است ** گر نظر بالا کنی نه سوی پست
- Yüzük taşının yüzüğe nur saçtığı gibi Âlemlerin Rabbi de o halkayı nurlandırıp durmaktadır!”
- اندر آن حلقه ز رب العالمین ** نور میتابد چو در حلقه نگین
- Karısı, “Yazıklar olsun, bu ev yıkıldı artık “ dedi. Bilâl dedi ki: “ Buluta bakma, aya bak! “
- گفت ویران گشت این خانه دریغ ** گفت اندر مه نگر منگر به میغ
- Akrabam kalabalık, ev de küçük… Allah, daha mamur bir hale getirmek için yıktı!
- کرد ویران تا کند معمورتر ** قومم انبه بود و خانه مختصر
- Bedenin ölümle harap olmasındaki hikmet
- حکمت ویران شدن تن به مرگ
- Ben evvelce sıkıntılar içinde hapis olmuş adama benzerdim, şimdi ruhumun nesli doğuyu da kapladı, batıyı da. 3535
- من چو آدم بودم اول حبس کرب ** پر شد اکنون نسل جانم شرق و غرب
- Bu kuyuya benzeyen evde bir yoksuldum, şimdi padişah oldum, padişaha bir köşk, bir saray lâzım!
- من گدا بودم درین خانه چو چاه ** شاه گشتم قصر باید بهر شاه
- Padişahlar, köşklerde, saraylarda otururlar, ölüye yurt olarak bir mezar kâfi!
- قصرها خود مر شهان را مانسست ** مرده را خانه و مکان گوری بسست
- Peygamberlere bu dünya dar geldi de padişahlar gibi Lâmekân âlemine gittiler.
- انبیا را تنگ آمد این جهان ** چون شهان رفتند اندر لامکان
- Kalbi ölmüş kişilereyse bu dünya nurlu göründü. Görünüşü büyük, geniş… Fakat hakikatte dar!
- مردگان را این جهان بنمود فر ** ظاهرش زفت و به معنی تنگ بر
- Dar olmasaydı bu feryat neden? Baksana… Daha evvel doğup bu âleme gelenlerin hepsi iki büklüm oldu! 3540
- گر نبودی تنگ این افغان ز چیست ** چون دو تا شد هر که در وی بیش زیست
- İnsan, uyku zamanında bak, nasıl azat olmakta… Ruh, o vardığı, ulaştığı mekândan nasıl neşelenmekte.
- در زمان خواب چون آزاد شد ** زان مکان بنگر که جان چون شاد شد
- Zalim, zulüm tabiatından kurtuluyor, zindandaki mahpus, hapse düştüğünü, hapiste bulunduğunu unutuyor.
- ظالم از ظلم طبیعت باز رست ** مرد زندانی ز فکر حبس جست
- Pek geniş olan bu yer, bu gök devenin çökeceği zaman pek daralmakta.
- این زمین و آسمان بس فراخ ** سخت تنگ آمد به هنگام مناخ
- Bu dünyanın genişliği, bir gözbağı… Oysaki pek dar. Gülmesi ağlamaktan ibaret, övünmesi ardan, ayıptan başka bir şey değil.
- جسم بند آمد فراخ وسخت تنگ ** خندهی او گریه فخرش جمله ننگ
- Dünya, görünüşte geniş, hakikatte dardır, uyku da bu darlıktan kurtulmaya benzer
- تشبیه دنیا کی بظاهر فراخست و بمعنی تنگ و تشبیه خواب کی خلاص است ازین تنگی
- Hamam kızıştı, ısındı mı daralırsın, için sıkılır. 3545
- همچو گرمابه که تفسیده بود ** تنگ آیی جانت پخسیده شود
- Oysaki hamam geniştir, uzundur. O hararetten sana dar gelir, ruhun sıkılır, usanırsın.
- گرچه گرمابه عریضست و طویل ** زان تبش تنگ آیدت جان و کلیل
- Dışarı çıkmadıkça gönlün açılmaz peki… Mekânın genişmiş ne fayda?
- تا برون نایی بنگشاید دلت ** پس چه سود آمد فراخی منزلت
- Yahut da meselâ dar bir ayakkabı giyersin de geniş bir ovada yürürsün.
- یا که کفش تنگ پوشی ای غوی ** در بیابان فراخی میروی
- Fakat o geniş ova, sana öyle daralır ki… o ova o sahra sana âdeta zindan kesilir.
- آن فراخی بیابان تنگ گشت ** بر تو زندان آمد آن صحرا و دشت
- Seni uzaktan gören ovada bir lâle gibi açılmış der. 3550
- هر که دید او مر ترا از دور گفت ** کو در آن صحرا چو لاله تر شکفت
- Bilmez ki sen, zalimler gibi görünüşte gül bahçesindesin, fakat ruhun, feryat edip duruyor!
- او نداند که تو همچون ظالمان ** از برون در گلشنی جان در فغان
- Uyuman, o dar ayakkabıyı çıkarmana benzer. Uykuda bir müddet ruhun, bedenden kurtulur.
- خواب تو آن کفش بیرون کردنست ** که زمانی جانت آزاد از تنست
- Azizim, uyku, Allah velilerinin malı, mülküdür… Dünyadaki Eshabı Kehif gibi!
- اولیا را خواب ملکست ای فلان ** همچو آن اصحاب کهف اندر جهان
- Uyumadıkları halde rüya görürler, görünürde bir kapı yoktur, yokluğa giderler!
- خواب میبینند و آنجا خواب نه ** در عدم در میروند و باب نه
- Ev dar. Ruh bu daracık evde eli, ayağı çarpılmış gibi iki büklüm. O evi, padişahların sarayları genişletmek, mamur bir hale koymak için yıkar. 3555
- خانهی تنگ و درون جان چنگلوک ** کرد ویران تا کند قصر ملوک
- Ben de ana rahminde iki büklüm oldum. Dokuz ay doldu, artık buradan göçmem gerek!
- چنگلوکم چون جنین اندر رحم ** نهمهه گشتم شد این نقلان مهم
- Anamı doğum ağrısı tutmasa bu zindanda ateş içinde kalırım.
- گر نباشد درد زه بر مادرم ** من درین زندان میان آذرم
- Bir anaya benzeyen tabiatın da kuzu, koyundan doğsun diye ağrıya düşüyor, bu ağrı, doğum yolunu açıyor.
- مادر طبعم ز درد مرگ خویش ** میکند ره تا رهد بره ز میش
- Ey tabiat, rahmini aç… Kuzu büyüdü, çıksın da o yemyeşil ovada yayılsın, otlasın artık!
- تا چرد آن بره در صحرای سبز ** هین رحم بگشا که گشت این بره گبز
- Doğum ağrısı, gebeye bir derttir ama çocuk için zindanın yıkılması gibidir. 3560
- درد زه گر رنج آبستان بود ** بر جنین اشکستن زندان بود
- Gebe, ne yapayım, nereye sığınayım? Diye ağlar… Çocuk kurtuluş vakti geldi diye güler!
- حامله گریان ز زه کاین المناص ** و آن جنین خندان که پیش آمد خلاص
- Göğün altındaki analar (ateş, yel, su, toprak) la cansız şeyler, canlı mahlûklar, nebatlar. Hulâsa ne varsa,
- هرچه زیر چرخ هستند امهات ** از جماد و از بهیمه وز نبات
- Hepsi, birbirlerinin derdinden gafildir. Yalnız bilen ve kemale sahip olan kişiler, bunların dertlerini bilir.
- هر یکی از درد غیری غافل اند ** جز کسانی که نبیه و کاملاند
- Kösenin, başkalarının evinde olanları bildiği kadar kabasakal, kendi evindekini bilemez.
- آنچ کوسه داند از خانهی کسان ** بلمه از خانه خودش کی داند آن
- Amca, sen, kendi halini bilmezsin… Fakat gönül sahibi yok mu? Senin halini o bilir işte! 3565
- آنچ صاحبدل بداند حال تو ** تو ز حال خود ندانی ای عمو
- Gaflet, dert, tembellik ve gönül karanlığı gibi ne varsa hepsi de yere mensup ve aşağılık bir şey olan tenden ileri gelir
- بیان آنک هرچه غفلت و غم و کاهلی و تاریکیست همه از تنست کی ارضی است و سفلی
- Gaflet, tenden ileri gelir. Ten, ruh oldu mu artık şüphesiz bir halde bütün sırları görür.
- غفلت از تن بود چون تن روح شد ** بیند او اسرار را بی هیچ بد
- Gök boşluğundan yeryüzü kalktı mı ne benim için gece ne gölge kalır, ne senin için.
- چون زمین برخاست از جو فلک ** نه شب و نه سایه باشد نه دلک
- Nerede bir gölge, gece yahut gölgelik varsa yerdendir; göklerden aydan değil!
- هر کجا سایهست و شب یا سایگه ** از زمین باشد نه از افلاک و مه