- Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir ve körlükle cezalanır.
- نعط من اعرض هنا عن ذکرنا ** عیشة ضنک و نجزی بالعمی
- Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık gönlünü tırmalamaya başlar. 355
- دزد چون مال کسان را میبرد ** قبض و دلتنگی دلش را میخلد
- O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki, der. Şerrinden ağlayan mazlum yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.
- او همیگوید عجب این قبض چیست ** قبض آن مظلوم کز شرت گریست
- Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgârı ateşini üfler.
- چون بدین قبض التفاتی کم کند ** باد اصرار آتشش را دم کند
- Hulâsa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması hâline gelir, o manalar, duyulur, görülür bir hâle gelip meydana çıkar.
- قبض دل قبض عوان شد لاجرم ** گشت محسوس آن معانی زد علم
- Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; köktür, kök; dal budak verir.
- غصهها زندان شدست و چارمیخ ** غصه بیخست و بروید شاخ بیخ
- Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil. 360
- بیخ پنهان بود هم شد آشکار ** قبض و بسط اندرون بیخی شمار
- Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken çıkmasın.
- چونک بیخ بد بود زودش بزن ** تا نروید زشتخاری در چمن
- İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten meydana gelir.
- قبض دیدی چارهی آن قبض کن ** زانک سرها جمله میروید ز بن
- Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.
- بسط دیدی بسط خود را آب ده ** چون بر آید میوه با اصحاب ده
- Seba’lılar hikâyesi
- باقی قصهی اهل سبا
- Seba’lılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı.
- آن سبا ز اهل صبا بودند و خام ** کارشان کفران نعمت با کرام
- Bu nankörlük, âdeta sana ihsan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer. 365
- باشد آن کفران نعمت در مثال ** که کنی با محسن خود تو جدال
- Meselâ, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun?
- که نمیباید مرا این نیکوی ** من برنجم زین چه رنجم میشوی
- Lütfet de bu iyiliği yapma. Ben, göz istemiyorum, beni kör et, dersin, işte bunun gibi.
- لطف کن این نیکوی را دور کن ** من نخواهم چشم زودم کور کن
- Seba’lılar da “Şehirlerimiz birbirine çok yakın, onları uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi, bizim ziynetimizi güzelliğimizi al.
- پس سبا گفتند باعد بیننا ** شیننا خیر لنا خذ زیننا
- Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.
- ما نمیخواهیم این ایوان و باغ ** نه زنان خوب و نه امن و فراغ
- Şehirler, birbirine pek yakın. Hâlbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler. 370
- شهرها نزدیک همدیگر بدست ** آن بیابانست خوش کانجا ددست
- İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez.
- یطلب الانسان فی الصیف الشتا ** فاذا جاء الشتا انکر ذا
- Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.
- فهو لا یرضی بحال ابدا ** لا بضیق لا بعیش رغدا
- Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya… Hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar.
- قتل الانسان ما اکفره ** کلما نال هدی انکره
- Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır… onun için ulu Allah “Öldürün nefislerinizi” demiştir.
- نفس زین سانست زان شد کشتنی ** اقتلوا انفسکم گفت آن سنی
- Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var? 375
- خار سه سویست هر چون کش نهی ** در خلد وز زخم او تو کی جهی
- Heva ve hevesi terk etme ateşini vur şu dikene… İyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!
- آتش ترک هوا در خار زن ** دست اندر یار نیکوکار زن
- Seba’lılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede taşkınlık gösterince,
- چون ز حد بردند اصحاب سبا ** که بپیش ما وبا به از صبا
- Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine mâni olmaya çalıştılar.
- ناصحانشان در نصیحت آمدند ** از فسوق و کفر مانع میشدند
- Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve kâfirlik tohumu ekiyorlardı.
- قصد خون ناصحان میداشتند ** تخم فسق و کافری میکاشتند
- Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler. 380
- چون قضا آید شود تنگ این جهان ** از قضا حلوا شود رنج دهان
- eksik
- گفت اذا جاء القضا ضاق الفضا ** تحجب الابصار اذ جاء القضا
- Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur.
- چشم بسته میشود وقت قضا ** تا نبیند چشم کحل چشم را
- O atlının hilesi, bir toz kopardı mı o toz, seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır.
- مکر آن فارس چو انگیزید گرد ** آن غبارت ز استغاثت دور کرد
- Atlıya doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer, bitirir.
- سوی فارس رو مرو سوی غبار ** ورنه بر تو کوبد آن مکر سوار
- Allah bu kurdun yediği adama “Kurdun tozunu gördü de neden feryat etmedi? 385
- گفت حق آن را که این گرگش بخورد ** دید گرد گرگ چون زاری نکرد
- Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden yayılıp otlamağa koyuldu?
- او نمیدانست گرد گرگ را ** با چنین دانش چرا کرد او چرا
- Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu duyar, ondan taraf taraf kaçarlar.
- گوسفندان بوی گرگ با گزند ** میبدانند و بهر سو میخزند
- Hayvan bile aslanı kokusundan anlar da otlamayı bırakır” der.
- مغز حیوانات بوی شیر را ** میبداند ترک میگوید چرا
- Aslanın kızgınlığından bir koku aldın mı dön Allah’a sığınmaya, yalvarmaya koyul.
- بوی شیر خشم دیدی باز گرد ** با مناجات و حذر انباز گرد
- Onlar, kurdun tozundan ürkmediler, çekinmediler. Tozun ardından o koca mihnet kurdu çatıp geldi. 390
- وا نگشتند آن گروه از گرد گرگ ** گرگ محنت بعد گرد آمد سترگ
- O koyunları, hışımla paraladı gitti. Onlar, akıl çobanından göz yummuşlardı.
- بر درید آن گوسفندان را بخشم ** که ز چوپان خرد بستند چشم
- Onları, çoban ne kadar çağırdı da gelmediler… Çobanın gözüne toz, toprak serptiler.
- چند چوپانشان بخواند و نامدند ** خاک غم در چشم چوپان میزدند
- “ Yürü be, biz senden ziyade çobanız… Her birimiz başız, uluyuz. Böyle olduğu hâlde nasıl sana uyarız?
- که برو ما از تو خود چوپانتریم ** چون تبع گردیم هر یک سروریم
- Biz kurtlara lokmayız, senin adamın değil. Ateşin odunlarıyız, utanma arlanma yok bizde” dediler.
- طعمهی گرگیم و آن یار نه ** هیزم ناریم و آن عار نه
- Bilgisizlik, akılda bir taassuptur ki buna tutulanların şehirlerinde kargalar şom, şom bağırışırlar, yerleri, yurtları harabeye döner. 395
- حمیتی بد جاهلیت در دماغ ** بانگ شومی بر دمنشان کرد زاغ
- Onlar mazlûmlar için kuyu kazdılar ama kazdıkları kuyuya kendileri düştüler, ah etmeye başladılar.
- بهر مظلومان همیکندند چاه ** در چه افتادند و میگفتند آه
- Yusufların derilerini yüzdüler, fakat kendi yaptıklarını birer birer buldular.
- پوستین یوسفان بکشافتند ** آنچ میکردند یک یک یافتند
- O Yusuf kimdir? Senin Hak arayan gönlün. O gönül, bir esir gibi senin yurdunda bağlıdır.
- کیست آن یوسف دل حقجوی تو ** چون اسیری بسته اندر کوی تو
- Bir Cebrail’i direğe bağlamış, koluna, kanadına yüzlerce yara açmış, perişan etmişsin de.
- جبرئیلی را بر استن بستهای ** پر و بالش را به صد جا خستهای
- Sonra da önüne kebap olmuş dana getiriyor, bazan da onu samanlığa götürüp 400
- پیش او گوساله بریان آوری ** گه کشی او را به کهدان آوری
- Hadi ye, işte bizim yağlı gıdamız budur diyorsun. Hâlbuki ona Allah vuslatından başka gıda yoktur.
- که بخور اینست ما را لوت و پوت ** نیست او را جز لقاء الله قوت
- O dertlere düşmüş zavallı da bu işkenceden bu sınanmadan kırılıp senden Allah’a şikâyet ederek der ki:
- زین شکنجه و امتحان آن مبتلا ** میکند از تو شکایت با خدا
- “ arabbi, bu kocamış kurttan elâman.” Allah da ona “Sabret, işte vakit geldi.
- کای خدا افغان ازین گرگ کهن ** گویدش نک وقت آمد صبر کن