Olmayacak şey, onların himmetiyle olur. Pis, oraya vardı mı tertemiz olur, kutlu bir hale girer.3600
بس محال از تاب ایشان حال شد ** نحس آنجا رفت و نیکوفال شد
Bu sözü kıyamete kadar söylesem, bu bahsi kıyamete kadar uzatsam bitmez… Yüzlerce kıyamet kopar, geçer de yine bu bahis tamamlanmaz.
تا قیامت گر بگویم زین کلام ** صد قیامت بگذرد وین ناتمام
Şeyhin dilinden hikmetler coşunca müritlerle dinleyenlerin takınmaları lâzım olan edep ve terbiye
آداب المستمعین والمریدین عند فیض الحکمة من لسان الشیخ
Bu sözlerim, insanlara bir tekrarlamadır, ama bence tekrarlanan, tazelenip uzayan bir ömürdür.
بر ملولان این مکرر کردنست ** نزد من عمر مکرر بردنست
Mum, birbiri üstüne çıkan kıvılcımlarla yanar, alevlenir. Toprak, birbiri üstüne vuran ziyalarla altın haline gelir, parlar.
شمع از برق مکرر بر شود ** خاک از تاب مکرر زر شود
Binlerce istekli olsa da bir de usanan kişi bulunsa elçi, elçilik yapmak istemez, gönlü soğur.
گر هزاران طالباند و یک ملول ** از رسالت باز میماند رسول
Bu sır söyleyen gönül elçileri, İsrafil huylu dinleyici isterler.3605
این رسولان ضمیر رازگو ** مستمع خواهند اسرافیلخو
Padişahlar gibi azamet sahibidir bunlar. Cihan halkından kulluk isterler.
نخوتی دارند و کبری چون شهان ** چاکری خواهند از اهل جهان
Huzurlarında edebe riayet etmedikçe elçiliklerinden nasıl faydalanabilirsin?
تا ادبهاشان بجاگه ناوری ** از رسالتشان چگونه بر خوری
Önlerinde iki büklüm eğilmedikçe o emaneti sana verirler mi hiç?
کی رسانند آن امانت را بتو ** تا نباشی پیششان راکع دوتو
Onlarca öyle her edep, her terbiye de beğenilmez. Çünkü onlar, ulu bir tapıdan gelmişlerdir.
هر ادبشان کی همیآید پسند ** کامدند ایشان ز ایوان بلند
Onlar yoksul değiller ki ettiğin hizmetlere karşı teşekkür etsinler, minnet altında kalsınlar a müzevir!3610
نه گدایانند کز هر خدمتی ** از تو دارند ای مزور منتی
Fakat ey gönül, bunca rağbetsizliğie rağmen sen yine padişahın sadakasını saç, esirgeme!
لیک با بیرغبتیها ای ضمیر ** صدقهی سلطان بیفشان وا مگیر
Ey gökyüzünün elçisi, sen usananlara bakma, atını sıçratadur, oynatadur!
اسپ خود را ای رسول آسمان ** در ملولان منگر و اندر جهان
Ne mutludur ki o Türk ki savaşa girişir, dayanır da atını ateşler dolu hendeğe bile sürer, ateşler dolu hendekten bile sıçratır…
فرخ آن ترکی که استیزه نهد ** اسپش اندر خندق آتش جهد
Atını öyle sürer, öyle şahlandırır ki gökyüzüne çıkmaya kalkışır.
گرم گرداند فرس را آنچنان ** که کند آهنگ اوج آسمان
Ne kimseyi görür, ne kimsenin hasedine bakar. Her şeyden gözünü yummuştur; ateş gibi kuruyu da yakmıştır, yaşı da.3615
چشم را از غیر و غیرت دوخته ** همچو آتش خشک و تر را سوخته
Yaptığı işten bir pişmanlık duyar ve bu pişmanlık ona bir ayıp olursa o, önce pişmanlığa ateş salar, yakıp yandırır.
گر پشیمانی برو عیبی کند ** آتش اول در پشیمانی زند
Zaten adam, bir işte ayak diredi mi hiç yoktan pişmanlık meydana gelmez ki!
خود پشیمانی نروید از عدم ** چون ببیند گرمی صاحبقدم
Her hayvanın, düşmanının kokusunu duyup çekinmesi, kendisinden çekinilmeye, kaçmaya, karşı koymaya imkân bulunmayan birisiyle düşmanlığa kalkışan adamın ziyankârlığı
شناختن هر حیوانی بوی عدو خود را و حذر کردن و بطالت و خسارت آنکس کی عدو کسی بود کی ازو حذر ممکن نیست و فرار ممکن نی و مقابله ممکن نی
At, aslanın sesini de tanır, kokusunu da duyar. Hayvandır ama düşmanını bilmemesi, duymaması pek nadirdir.
اسپ داند بانگ و بوی شیر را ** گر چه حیوانست الا نادرا
Hatta zaten yalnız at değil, her hayvan, düşmanını, nişanından, eserinden tanır, bilir.
بل عدو خویش را هر جانور ** خود بداند از نشان و از اثر
Yarasacık gündüz uçamaz, hırsızlar gibi geceleyin çıkar, yayılır.3620
روز خفاشک نیارد بر پرید ** شب برون آمد چو دزدان و چرید
Hayvanlardan hepsinden daha mahrum hayvan yarasadır. Meydanda ki güneşin düşmanıdır o.
از همه محرومتر خفاش بود ** که عدو آفتاب فاش بود
Fakat ne ben senin düşmanınım diye güneşe karşı koyabilir, ne nefretiyle onu uzaklaştırabilir!
نه تواند در مصافش زخم خورد ** نه بنفرین تاندش مهجور کرد
Güneş, yarasanın derdine, kahrına bakıp yüzünü döndürse, gizlense bu,
آفتابی که بگرداند قفاش ** از برای غصه و قهر خفاش
Güneşin son derece lütfuna, güneşin en üstün bir kemale sahip bulunuşuna delâlet eder. Yoksa hiç yarasa güneşe mâni olabilir mi?
غایت لطف و کمال او بود ** گرنه خفاشش کجا مانع شود
Düşmanlığa kalkışacaksan düşmanlık edebileceğin birisiyle savaş ki onu esir edebilmek mümkün olsun.3625
دشمنی گیری بحد خویش گیر ** تا بود ممکن که گردانی اسیر
Karta, denizle nasıl savaşa girişebilir? Girişirse aptaldır, kendi saçını, sakalını yolar.
قطره با قلزم چو استیزه کند ** ابلهست او ریش خود بر میکند
Hilesi, saçından sakalından ileri gidemez ki. Nasıl olur da ayın odasındaki perdeyi yırtabilir?
حیلت او از سبالش نگذرد ** چنبرهی حجرهی قمر چون بر درد
Güneşe düşmanlık eden şu azara uğrar: Ey güneşin güneşine düşman olan,
با عدو آفتاب این بد عتاب ** ای عدو آفتاب آفتاب
Sen öyle bir güneşe düşmansın ki onun ışığından güneş de titremektedir, yıldız da!
ای عدو آفتابی کز فرش ** میبلرزد آفتاب و اخترش
Sen, onun düşmanı değilsin, kendinin düşmanısın. Sen odun olsan ateşe ne gam, o ne yapsın?3630
تو عدو او نهای خصم خودی ** چه غم آتش را که تو هیزم شدی
Ne şaşılacak şey… Hiç senin yanışınla onun ışığı, onun harareti azalır mı? Yahut da hiç sen yanıp yakılıyorsun diye gamlanır mı?
ای عجب از سوزشت او کم شود ** یا ز درد سوزشت پر غم شود
Onun merhameti, insanın merhametine benzemez. Çünkü insanın acımasında bir dert, bir elem vardır.
رحمتش نه رحمت آدم بود ** که مزاج رحم آدم غم بود
Mahlûkun acıması elemle karışıktır. Allah’ın rahmetiyle dertten de paktır, elemden de.
رحمت مخلوق باشد غصهناک ** رحمت حق از غم و غصهست پاک
Babam, Allah rahmetini şöyle bil: O rahmet, vehme bile sığmaz, yalnız eseri görünür.
رحمت بیچون چنین دان ای پدر ** ناید اندر وهم از وی جز اثر
Bir şeyi misal ve taklitle bilmekle o şeyin hakikatini bilmek arasındaki fark
فرق میان دانستن چیزی به مثال و تقلید و میان دانستن ماهیت آن چیز
Onun rahmet eserleriyle rahmet meyveleri meydandadır. Fakat onun mahiyetini ondan başka kim bilebilir?3635
ظاهرست آثار و میوهی رحمتش ** لیک کی داند جز او ماهیتش
Kemal vasıflarının mahiyetleri, yalnız eser ve misalleriyle bilinir. Bundan başka bir tarzda kimsecikler bilemez.
هیچ ماهیات اوصاف کمال ** کس نداند جز بثار و مثال
Çocuk çiftleşmenin mahiyetini bilemez ki… Helva, yok mu? İşte onun gibi lezzetlidir dersen o başka.
طفل ماهیت نداند طمث را ** جز که گویی هست چون حلوا ترا
Fakat ey taklide yapışmış adam, çiftleşmede ki lezzet, helvada ki lezzete benzer mi? O nerede, bu nerede?
کی بود ماهیت ذوق جماع ** مثل ماهیات حلوا ای مطاع
Fakat sen çocuk gibisin de o akıllı adam, sana güzellikle o misali getirdi.
لیک نسبت کرد از روی خوشی ** با تو آن عاقل چو تو کودکوشی