Kemal vasıflarının mahiyetleri, yalnız eser ve misalleriyle bilinir. Bundan başka bir tarzda kimsecikler bilemez.
هیچ ماهیات اوصاف کمال ** کس نداند جز بثار و مثال
Çocuk çiftleşmenin mahiyetini bilemez ki… Helva, yok mu? İşte onun gibi lezzetlidir dersen o başka.
طفل ماهیت نداند طمث را ** جز که گویی هست چون حلوا ترا
Fakat ey taklide yapışmış adam, çiftleşmede ki lezzet, helvada ki lezzete benzer mi? O nerede, bu nerede?
کی بود ماهیت ذوق جماع ** مثل ماهیات حلوا ای مطاع
Fakat sen çocuk gibisin de o akıllı adam, sana güzellikle o misali getirdi.
لیک نسبت کرد از روی خوشی ** با تو آن عاقل چو تو کودکوشی
Çocuk da işin mahiyet ve hakikatini bilmese bile misalle anlar hiç olmazsa.3640
تا بداند کودک آن را از مثال ** گر نداند ماهیت یا عین حال
Bu misalden sonra ben, bunu biliyorum desen yanlış olmaz, doğrudur… Fakat bilmiyorum desen sözün yine yalan ve uydurma olmaz.
پس اگر گویی بدانم دور نیست ** ور ندانم گفت کذب و زور نیست
Birisi “Nuh’u o Allah elçisini, o ruh nurunu biliyor musun?” dese,
گر کسی گوید که دانی نوح را ** آن رسول حق و نور روح را
Sen de “Nasıl bilmem o ay yüzlüyü? Güneşten de meşhurdur, aydan da.
گر بگویی چون ندانم کان قمر ** هست از خورشید و مه مشهورتر
Küçücük çocuklar bile onu Tarih kitaplarında okuyorlar… Hocalar, bütün mihraplarda söylüyorlar.
کودکان خرد در کتابها ** و آن امامان جمله در محرابها
Kuran’da adı açıkça okunuyor. Geçmiş zamanlarda ki macerası fasih bir surette anlatılıyor” desen.3645
نام او خوانند در قرآن صریح ** قصهاش گویند از ماضی فصیح
Doğru söylüyorsun, sana Nuh’un mahiyeti keşfedilmediyse de onu sana söylediler, övdüler: Sen de naklediyor, onu övüyorsun.
راستگو دانیش تو از روی وصف ** گرچه ماهیت نشد از نوح کشف
Fakat desen ki: “Ben Nuh’u ne bileyim? A yiğit, onu onun gibi bir er bilir.
ور بگویی من چه دانم نوح را ** همچو اویی داند او را ای فتی
Ben topal bir karıncayım, fili ne bileyim? Bir sivrisinek, İsrafil’i nereden bilecek?
مور لنگم من چه دانم فیل را ** پشهای کی داند اسرافیل را
Bu söz de doğru… Çünkü mahiyet bakımından Nuh’u bilmezsin ki.
این سخن هم راستست از روی آن ** که بماهیت ندانیش ای فلان
Mahiyetleri anlamaktan âciz olmak, halkın halidir ama bu sözü istisnasız söyleme.3650
عجز از ادراک ماهیت عمو ** حالت عامه بود مطلق مگو
Çünkü mahiyetlerle onların sırrının sırrı, kâmillerin gözü önünde apaçıktır.
زانک ماهیات و سر سر آن ** پیش چشم کاملان باشد عیان
Varlık âleminde Allah’ın sırrından Allah’ın zatından daha ziyade anlayıştan uzak ve bir görüşe sığmaz ne var?
در وجود از سر حق و ذات او ** دورتر از فهم و استبصار کو
O bile mahremlerden gizli kalmazsa artık bir şeyin mahiyeti bir şeyin vasfı nedir ki gizli kalsın?
چونک آن مخفی نماند از محرمان ** ذات و وصفی چیست کان ماند نهان
Akıl, bir bahiste bu olmayacak şey, akıldan uzak tevile sığmaz, olmayacak şeyi dinleme der.
عقل بحثی گوید این دورست و گو ** بی ز تاویل محالی کم شنو
Kutup da, sana der ki “A düşkün, anlayışından üstün gördüğün şeylere olmayacak şey diyorsun.3655
قطب گوید مر ترا ای سستحال ** آنچ فوق حال تست آید محال
Şimdi sana keşf olan vakalar da sana evvelce olmayacak şeyler görünmüyor muydu?
واقعاتی که کنونت بر گشود ** نه که اول هم محالت مینمود
Allah, keremiyle seni on tane zindandan kurtarmışken bu Tih ovasını kendine sitem hapishanesi yapma!”
چون رهانیدت ز ده زندان کرم ** تیه را بر خود مکن حبس ستم
Nisbet ve zâhiri ihtilâf yüzünden bir şeyde hem nefiy, hem de ispatın birleşmesi
جمع و توفیق میان نفی و اثبات یک چیز از روی نسبت و اختلاف جهت
Bir şeyin hem nefyedilmesi caizdir, hem ispat edilmesi. Çünkü zahiri görünüş aykırıdır, nispet de iki türlü olabilir.
نفی آن یک چیز و اثباتش رواست ** چون جهت شد مختلف نسبت دوتاست
Allah’ın “O taşları attığın zaman yok mu? Onları sen atmadın ki… Allah attı” demesinde hem hem nefiy vardır, hem ispat ve ikisi de yerindedir.
ما رمیت اذ رمیت از نسبتست ** نفی و اثباتست و هر دو مثبتست
Onları sen attın, çünkü taşlar senin elindeydi. Fakat sen atmadın, çünkü o atış kuvvetini Allah izhar etti.3660
آن تو افکندی چو بر دست تو بود ** تو نه افکندی که قوت حق نمود
İnsanoğlunun kuvvetinin bir haddi, bir hududu vardır. Bir avuç toz, toprak nasıl olur da bir orduyu bozar, kırıp geçirir?
زور آدمزاد را حدی بود ** مشت خاک اشکست لشکر کی شود
Avuç, senin avucundur ama atış bizden. Bu iki nispetin nefyi de yerindedir, ispatı da.
مشت مشت تست و افکندن ز ماست ** زین دو نسبت نفی و اثباتش رواست
Peygamberlerin zıtları olan kâfirler de Peygamberleri, evlâtlarını, tanıdıkları, bildikleri gibi tanırlar bilirler.
یعرفون الانبیا اضدادهم ** مثل ما لا یشتبه اولادهم
Münkirler onları yüzlerce delille, yüzlerce nişanla evlâtlarını tanır gibi tanırlar, bilirler ama
همچو فرزندان خود دانندشان ** منکران با صد دلیل و صد نشان
Kıskançlıkları, hasetleri yüzünden bildiklerini gizlerler “Bilmiyoruz ki” diye bilmezlikten gelirler.3665
لیک از رشک و حسد پنهان کنند ** خویشتن را بر ندانم میزنند
Baksana, Allah bir yerde “Onları bilirler” dedi, bir yerde de “Onları benden başka kimse bilmez;
پس چو یعرف گفت چون جای دگر ** گفت لایعرفهم غیری فذر
Onlar, benim kubbelerimin altında gizlidir. Onları Allah’tan başka kimse bilmez, sınamakla bilinmezler ki” dedi.
انهم تحت قبابی کامنون ** جز که یزدانشان نداند ز آزمون
Nuh’u hem bilirsin, hem bilmezsin, değil mi? İşte bunu da bu ayetle hadiste izhar edilen manaya kıyas et!
هم بنسبت گیر این مفتوح را ** که بدانی و ندانی نوح را
Dervişin yokluğu ve varlığı meselesi
مسلهی فنا و بقای درویش
Birisi dedi ki. Âlemde derviş yok… Olsa bile o derviş dervişlik makamına erişmişse yok olmuş demektir.
گفت قایل در جهان درویش نیست ** ور بود درویش آن درویش نیست
Doğru, çünkü varlığı, sureti bakımındandır, görünüşe göre vardır. Fakat sıfatları, Allah sıfatında yok olmuştur.3670
هست از روی بقای ذات او ** نیست گشته وصف او در وصف هو
O, güneşe karşı yanmakta olan muma benzer. Mumun alevi de var sayılır ama güneşin önünde yoktur.
چون زبانهی شمع پیش آفتاب ** نیست باشد هست باشد در حساب
Fakat muma bir pamuk tutun mu yanar… Şu halde vardır.
هست باشد ذات او تا تو اگر ** بر نهی پنبه بسوزد زان شرر
Öyle ama sana bir aydınlık vermez ki; güneş, onu yok etmiştir. Bu bakımdan da yoktur.
نیست باشد روشنی ندهد ترا ** کرده باشد آفتاب او را فنا
İki yüz batman bala bir okka sirke koydun mu, sirke balın içinde erir gider.
در دو صد من شهد یک اوقیه خل ** چون در افکندی و در وی گشت حل
Tattın mı sirke lezzeti olmadığından yoktur. Fakat tarttın mı balın okkası artmıştır, vardır.3675
نیست باشد طعم خل چون میچشی ** هست اوقیه فزون چون برکشی
Aslanın önünde ceylanın aklı başından gider, kendisinden geçer… Varlığı, aslanın varlığında mahvolur.
پیش شیری آهوی بیهوش شد ** هستیاش در هست او روپوش شد
Kemale ermeyenlerin Allah’a karşı yürüttükleri bu kıyas yok mu? Aşk coşkunluğundan ileri gelen bir şeydir. Ebedî, terbiyeyi terk etme değil!
این قیاس ناقصان بر کار رب ** جوشش عشقست نه از ترک ادب
Âşığın, nabzı, edepten dışarı atar. Âşık kendini padişahın terazisine kor, sevgilisinin tapısına varır.
نبض عاشق بی ادب بر میجهد ** خویش را در کفهی شه مینهد
Dünyada ondan edepsiz, ondan terbiyesiz kimse yoktur. Fakat hakikatte ondan terbiyeli, ondan edepli kimse de yoktur.
بیادبتر نیست کس زو در جهان ** با ادبتر نیست کس زو در نهان
Ey aslı, nesli belli kişi bu edeplilikle edepsizliği birbirine uygun bil.3680
هم بنسبت دان وفاق ای منتجب ** این دو ضد با ادب با بیادب
Zahirine bakarsan edepsiz gibi görünür. Çünkü başında aşk dâvası vardır ( bu dâva da varlık alâmetidir).
بیادب باشد چو ظاهر بنگری ** که بود دعوی عشقش همسری
Fakat hakikatte dâva nerede? O padişahın önünde dâva da fanidir, âşık da!
چون به باطن بنگری دعوی کجاست ** او و دعوی پیش آن سلطان فناست
Zeyd öldü desek bu cümlede Zeyd faildir ama hakikatte fail değildir, elinden bir şey gelmez ki!
مات زید زید اگر فاعل بود ** لیک فاعل نیست کو عاطل بود
Nahiv bakımından faildir… Yoksa hakikatte mefuldür, ölüm onu öldürüverir.
او ز روی لفظ نحوی فاعلست ** ورنه او مفعول و موتش قاتلست
Nerede Zeyd’in failliği? Öyle mahvolur ki bütün faillikler, ondan uzak kalır.3685
فاعل چه کو چنان مقهور شد ** فاعلیها جمله از وی دور شد
Sadr-ı Cihan’ın vekilinin bir töhmet altına alınarak can korkusuyla Buhara’dan kaçması, Sadr-ı Cihan’a âşık olduğundan tekrar ters yüzüne geri dönmesi, âşıklar için can vermek kolaydır
قصه وکیل صدر جهان کی متهم شد و از بخارا گریخت از بیم جان باز عشقش کشید رو کشان کی کار جان سهل باشد عاشقان را