- Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır… onun için ulu Allah “Öldürün nefislerinizi” demiştir.
- نفس زین سانست زان شد کشتنی ** اقتلوا انفسکم گفت آن سنی
- Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var? 375
- خار سه سویست هر چون کش نهی ** در خلد وز زخم او تو کی جهی
- Heva ve hevesi terk etme ateşini vur şu dikene… İyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!
- آتش ترک هوا در خار زن ** دست اندر یار نیکوکار زن
- Seba’lılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede taşkınlık gösterince,
- چون ز حد بردند اصحاب سبا ** که بپیش ما وبا به از صبا
- Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine mâni olmaya çalıştılar.
- ناصحانشان در نصیحت آمدند ** از فسوق و کفر مانع میشدند
- Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve kâfirlik tohumu ekiyorlardı.
- قصد خون ناصحان میداشتند ** تخم فسق و کافری میکاشتند
- Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler. 380
- چون قضا آید شود تنگ این جهان ** از قضا حلوا شود رنج دهان
- eksik
- گفت اذا جاء القضا ضاق الفضا ** تحجب الابصار اذ جاء القضا
- Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur.
- چشم بسته میشود وقت قضا ** تا نبیند چشم کحل چشم را
- O atlının hilesi, bir toz kopardı mı o toz, seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır.
- مکر آن فارس چو انگیزید گرد ** آن غبارت ز استغاثت دور کرد
- Atlıya doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer, bitirir.
- سوی فارس رو مرو سوی غبار ** ورنه بر تو کوبد آن مکر سوار
- Allah bu kurdun yediği adama “Kurdun tozunu gördü de neden feryat etmedi? 385
- گفت حق آن را که این گرگش بخورد ** دید گرد گرگ چون زاری نکرد
- Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden yayılıp otlamağa koyuldu?
- او نمیدانست گرد گرگ را ** با چنین دانش چرا کرد او چرا
- Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu duyar, ondan taraf taraf kaçarlar.
- گوسفندان بوی گرگ با گزند ** میبدانند و بهر سو میخزند
- Hayvan bile aslanı kokusundan anlar da otlamayı bırakır” der.
- مغز حیوانات بوی شیر را ** میبداند ترک میگوید چرا
- Aslanın kızgınlığından bir koku aldın mı dön Allah’a sığınmaya, yalvarmaya koyul.
- بوی شیر خشم دیدی باز گرد ** با مناجات و حذر انباز گرد
- Onlar, kurdun tozundan ürkmediler, çekinmediler. Tozun ardından o koca mihnet kurdu çatıp geldi. 390
- وا نگشتند آن گروه از گرد گرگ ** گرگ محنت بعد گرد آمد سترگ
- O koyunları, hışımla paraladı gitti. Onlar, akıl çobanından göz yummuşlardı.
- بر درید آن گوسفندان را بخشم ** که ز چوپان خرد بستند چشم
- Onları, çoban ne kadar çağırdı da gelmediler… Çobanın gözüne toz, toprak serptiler.
- چند چوپانشان بخواند و نامدند ** خاک غم در چشم چوپان میزدند
- “ Yürü be, biz senden ziyade çobanız… Her birimiz başız, uluyuz. Böyle olduğu hâlde nasıl sana uyarız?
- که برو ما از تو خود چوپانتریم ** چون تبع گردیم هر یک سروریم
- Biz kurtlara lokmayız, senin adamın değil. Ateşin odunlarıyız, utanma arlanma yok bizde” dediler.
- طعمهی گرگیم و آن یار نه ** هیزم ناریم و آن عار نه
- Bilgisizlik, akılda bir taassuptur ki buna tutulanların şehirlerinde kargalar şom, şom bağırışırlar, yerleri, yurtları harabeye döner. 395
- حمیتی بد جاهلیت در دماغ ** بانگ شومی بر دمنشان کرد زاغ
- Onlar mazlûmlar için kuyu kazdılar ama kazdıkları kuyuya kendileri düştüler, ah etmeye başladılar.
- بهر مظلومان همیکندند چاه ** در چه افتادند و میگفتند آه
- Yusufların derilerini yüzdüler, fakat kendi yaptıklarını birer birer buldular.
- پوستین یوسفان بکشافتند ** آنچ میکردند یک یک یافتند
- O Yusuf kimdir? Senin Hak arayan gönlün. O gönül, bir esir gibi senin yurdunda bağlıdır.
- کیست آن یوسف دل حقجوی تو ** چون اسیری بسته اندر کوی تو
- Bir Cebrail’i direğe bağlamış, koluna, kanadına yüzlerce yara açmış, perişan etmişsin de.
- جبرئیلی را بر استن بستهای ** پر و بالش را به صد جا خستهای
- Sonra da önüne kebap olmuş dana getiriyor, bazan da onu samanlığa götürüp 400
- پیش او گوساله بریان آوری ** گه کشی او را به کهدان آوری
- Hadi ye, işte bizim yağlı gıdamız budur diyorsun. Hâlbuki ona Allah vuslatından başka gıda yoktur.
- که بخور اینست ما را لوت و پوت ** نیست او را جز لقاء الله قوت
- O dertlere düşmüş zavallı da bu işkenceden bu sınanmadan kırılıp senden Allah’a şikâyet ederek der ki:
- زین شکنجه و امتحان آن مبتلا ** میکند از تو شکایت با خدا
- “ arabbi, bu kocamış kurttan elâman.” Allah da ona “Sabret, işte vakit geldi.
- کای خدا افغان ازین گرگ کهن ** گویدش نک وقت آمد صبر کن
- Haberi olmayan her kişiden öcünü alacağım” der. Feryada erişen Allah’tan başka kim feryada erişir ki.
- داد تو وا خواهم از هر بیخبر ** داد کی دهد جز خدای دادگر
- O “Yarabbi, yüzünün ayrılığından sabrım bitti. 405
- او همیگوید که صبرم شد فنا ** در فراق روی تو یا ربنا
- Yahudiler elinde âciz kalmış Ahmed’im Semud kavminin hepsine düşmüş Salih’im.
- احمدم در مانده در دست یهود ** صالحم افتاده در حبس ثمود
- Ey Peygamberlerin canlarına kutluluk bağışlayan. Ya beni öldür, ya kendine çağır yahut da sen gel!
- ای سعادتبخش جان انبیا ** یا بکش یا باز خوانم یا بیا
- با فراقت کافران را نیست تاب ** میگود یا لیتنی کنت تراب
- Kâfirlere bile ayrılığına tahammül yok… Onların bile her birisi, keşke toprak olsaydım, der.
- حال او اینست کو خود زان سوست ** چون بود بی تو کسی کان توست
- “Kâfirin bile hâli böyle olursa senin ülkenden olanın hâli, sensiz ne olur?” der. 410
- حق همیگوید که آری ای نزه ** لیک بشنو صبر آر و صبر به
- Sabah yaklaştı, sus, çok coşma. Ben senin için çalışıp duruyorum, sen çalışma!”
- صبح نزدیکست خامش کم خروش ** من همیکوشم پی تو تو مکوش
- Şehirlinin, köylünün daveti üzerine köye gitmesi
- بقیهی داستان رفتن خواجه به دعوت روستایی سوی ده
- Ey yiğit arkadaş, dön… Bu söz hadden aştı. Köylü, şehirliyi evine nasıl götürdü, onu söyle.
- شد ز حد هین باز گرد ای یار گرد ** روستایی خواجه را بین خانه برد
- Seba’lıların hikâyesi bir tarafta kalsın, daha iyi. Sen şehirlinin köye gelişini anlat.
- قصهی اهل سبا یک گوشه نه ** آن بگو کان خواجه چون آمد به ده
- Köylü, yaltaklandıkça, yaltaklandı. Nihayet şehirlinin reyi, tedbiri elden gitti, şaşırdı, ahmaklaştı.
- روستایی در تملق شیوه کرد ** تا که حزم خواجه را کالیوه کرد
- Köylünün haber üstüne haber salması, nihayet şehirlinin duru suyunu bulandırdı. 415
- از پیام اندر پیام او خیره شد ** تا زلال حزم خواجه تیره شد
- Bir taraftan da çocukları neşeyle “Baba, gezer oynarız, ne olur?” demeye başladılar.
- هم ازینجا کودکانش در پسند ** نرتع و نلعب بشادی میزدند
- Yusuf gibi. Onu da “Gezer oynarız” sözü tuhaf bir takdir neticesi babasın gölgesinden ayırdı.
- همچو یوسف کش ز تقدیر عجب ** نرتع و نلعب ببرد از ظل آب
- O oyun değil, canlı oynayış… Hile, düzen, hainlik.
- آن نه بازی بلک جانبازیست آن ** حیله و مکر و دغاسازیست آن
- Seni dostundan ayıran sözü dinleme sözde ziyan vardır, ziyan!
- هرچه از یارت جدا اندازد آن ** مشنو آن را کان زیان دارد زیان
- Hatta o sözde sad edenler sad vefkının faydası bile olsa aldırış etme. Altın için hazineyi bırakma yoksul! 420
- گر بود آن سود صد در صد مگیر ** بهر زر مگسل ز گنجور ای فقیر
- Şunu dinle, Allah, Peygamber’in eshabına iyi, kötü nice şeyler söyleyip kaç kere hitabetti.
- این شنو که چند یزدان زجر کرد ** گفت اصحاب نبی را گرم و سرد
- Çünkü kıtlık yılında davul sesini duyunca Cuma namazını hemencecik bırakıverdiler.
- زانک بر بانگ دهل در سال تنگ ** جمعه را کردند باطل بی درنگ
- Başkaları daha ucuza almasınlar, o alışverişle bizim kârımızı onlar elde etmesinler dediler.
- تا نباید دیگران ارزان خرند ** زان جلب صرفه ز ما ایشان برند