Gözbağcılıkla çirkinleri güzelleştirir, güzelleri, çirkin bir şekle sokar.
زشتها را نغز گرداند به فن ** نغزها را زشت گرداند به ظن
Sihrin hali budur; afsunlar, üfürür, her an hakikatleri başka bir şekle çevirir.
کار سحر اینست کو دم میزند ** هر نفس قلب حقایق میکند
Bir an gelir, insanı eşek gösterir… Bir an gelir eşeği şaşılacak bir adam şekline bürür!
آدمی را خر نماید ساعتی ** آدمی سازد خری را وآیتی
İşte senin içinde böyle bir sihirbaz gizlidir. Vesveselerde daimî bir sihir kudreti vardır!
این چنین ساحر درون تست و سر ** ان فی الوسواس سحرا مستتر
Fakat bu sihirlerin hüküm sürdüğü âlemde öyle sihirbazlar da var ki sihirlerin hükmünü gideriverirler.4075
اندر آن عالم که هست این سحرها ** ساحران هستند جادوییگشا
Bu kuvvetli zehrin bittiği ovada tiryak da bitmiştir ey oğul!
اندر آن صحرا که رست این زهر تر ** نیز روییدست تریاق ای پسر
Tiryak, sana “Gel, beni kendine siper et… Ben, sana zehirden daha yakınım.
گویدت تریاق از من جو سپر ** که ز زهرم من به تو نزدیکتر
Onun sözü sihirdir, seni yıkar harap eder… Benim sözüm de sihir ama onun sihrini defeder” der!
گفت او سحرست و ویرانی تو ** گفت من سحرست و دفع سحر او
Konuk öldüren mescide konuklamak isteyeni menetmeye kalkışanların tekrar ona öğüt vermeleri
مکرر کردن عاذلان پند را بر آن مهمان آن مسجد مهمان کش
O güzel yiğit, o Peygamber; “Sözde sihir hassası var” dedi, doğru da söyledi.
گفت پیغامبر که ان فی البیان ** سحرا و حق گفت آن خوش پهلوان
Ey kerem sahibi kendine gel, yiğitlik taslama, mescidimizi de töhmet altında bırakma, bizi de!4080
هین مکن جلدی برو ای بوالکرم ** مسجد و ما را مکن زین متهم
Bir düşman düşmanlığından bir söz söyler… Bir alçak, yarın bize bir ateştir salar…
که بگوید دشمنی از دشمنی ** آتشی در ما زند فردا دنی
Onu zalimin birisi boğdu, mescidi de kurtulmak için bahane etti.
که بتاسانید او را ظالمی ** بر بهانهی مسجد او بد سالمی
Mescidin adı çıkmış zaten. O da konuk, mescitte konukladı da öldü derler, ben de kurtulurum dedi, diyebilir.
تا بهانهی قتل بر مسجد نهد ** چونک بدنامست مسجد او جهد
Ey canı pek adam, bizi töhmet altında bırakma… Zaten düşmanların hilelerinden emin değiliz.
تهمتی بر ما منه ای سختجان ** که نهایم آمن ز مکر دشمنان
Hadi yürü, yiğitliğini bırak, bu ham sevdayı pişirmeye kalkışma. Zuhal yıldızı arşınla ölçülemez!4085
هین برو جلدی مکن سودا مپز ** که نتان پیمود کیوان را بگز
Senin gibi çokları bahttan, talihten dem vurdular ama sonunda birer birer, tutam tutam sakallarını yoldular!
چون تو بسیاران بلافیده ز بخت ** ریش خود بر کنده یک یک لخت لخت
Aklını başına al da bu dedikoduyu kısa kes, yürü git… Kendini de vebale sokma, bizi de!”
هین برو کوتاه کن این قیل و قال ** خویش و ما را در میفکن در وبال
Konuğun, onlara sırtına Sultan Mahmud’un davulu konmuş ve nöbet vurulması âdet olmuş deveyi bile defle kuşları kaçıran ekin bekçisinin kaçırdığını anlatarak misal getirmek suretiyle cevap vermesi
جواب گفتن مهمان ایشان را و مثل آوردن بدفع کردن حارس کشت به بانگ دف از کشت شتری را کی کوس محمودی بر پشت او زدندی
Dedi ki: “Dostlar, ben bir Lâhavle’yle ürküp kaçacak şeytanlardan değilim.
گفت ای یاران از آن دیوان نیم ** که ز لا حولی ضعیف آید پیم
Bir çocuk, ekin bekçiliği yapar ve yanındaki defi çalarak kuşları kaçırırdı.
کودکی کو حارس کشتی بدی ** طبلکی در دفع مرغان میزدی
Kuşlar, o küçücük defin sesini duyup tarladan kaçarlar, ekinler de zararlı kuşlardan kurtulurdu.4090
تا رمیدی مرغ زان طبلک ز کشت ** کشت از مرغان بد بی خوف گشت
Kerem sahibi Sultan Mahmud’un yolu, o taraflara düştü, koca otağı o civara kuruldu.
چونک سلطان شاه محمود کریم ** برگذر زد آن طرف خیمهی عظیم
Gökteki yıldızlar kadar çok, talihleri aydın, saflar yaran, ülkeler alan ordusuyla oraya kondu.
با سپاهی همچو استارهی اثیر ** انبه و پیروز و صفدر ملکگیر
Bir de horoz gibi önde giden esrik bir deve vardı ki nöbet davulunu sırtına yüklemişlerdi.
اشتری بد کو بدی حمال کوس ** بختیی بد پیشرو همچون خروس
Nöbet, gidişte de onun sırtında vurulurdu, gelişe de.
بانگ کوس و طبل بر وی روز و شب ** میزدی اندر رجوع و در طلب
O deve, tarlaya giriverdi. Çocuk, ekinleri korumak için o küçücük defi çalmaya başladı.4095
اندر آن مزرع در آمد آن شتر ** کودک آن طبلک بزد در حفظ بر
Bir akıllı kişi, çocuğa dedi ki: “Def çalıp durma. O esrik deve, zaten davul taşıyan deve… o sese alışmış.
عاقلی گفتش مزن طبلک که او ** پختهی طبلست با آنشست خو
A çocuk senin bu defceğizin ona vız gelir. O, bu defin yirmisi kadar olan koskocaman nöbet davulunu taşıyor!
پیش او چه بود تبوراک تو طفل ** که کشد او طبل سلطان بیست کفل
Ben de Lâ kılıcıyla kurban olmuş bir âşığım. Canım, belâ davulunun nöbet vurulduğu yer!
عاشقم من کشتهی قربان لا ** جان من نوبتگه طبل بلا
Sizin bu tehditleriniz yok mu? Bu gözlerin gördüğü şeylere karşı ancak bir defceğizin gümbürtüsünden ibaret!
خود تبوراکست این تهدیدها ** پیش آنچ دیده است این دیدها
Erler, ben, hayallere kapılıp bu yolda duracaklardan değilim.4100
ای حریفان من از آنها نیستم ** کز خیالاتی درین ره بیستم
Ben, İsmail Peygambere mensup olanlardanım, öldürülmeden çekinmem yok… Hatta İsmail gibi başından geçmiş bir adamım ben!
من چو اسماعیلیانم بیحذر ** بل چو اسمعیل آزادم ز سر
Gösterişlerden de geçmişim, riyadan da “Söyle geliniz” emri canıma gel demiştir.
فارغم از طمطراق و از ریا ** قل تعالوا گفت جانم را بیا
Peygamber dedi ki: İhsan edilen şeye verilecek karşılığı iyice bilen bu dünyada ihsanda bulunur.
گفت پیغامبر که جاد فی السلف ** بالعطیه من تیقن بالخلف
Verilen şeye verilecek yüzlerce karşılığı gören derhal cömertliğe ihsana başlar.
هر که بیند مر عطا را صد عوض ** زود دربازد عطا را زین غرض
Herkes, kâr elde etmek için malını vermek üzere pazara, çarşıya bağlanmıştır.4105
جمله در بازار از آن گشتند بند ** تا چو سود افتاد مال خود دهند
Dağarcıktaki altın sahibi bir kâr elde etsin de onu yoksullara versin diye ısrarla oturmuş beklemektedir.
زر در انبانها نشسته منتظر ** تا که سود آید ببذل آید مصر
Satıcı, elindeki kumaşın fazla para ettiğini gördü mü ona olan aşkı soğuyuverir.
چون ببیند کالهای در ربح بیش ** سرد گردد عشقش از کالای خویش
Kumaşların fazla bir kâr getirdiğini görmez de o yüzden onlara ısınır, onları elden çıkarmaz.
گرم زان ماندست با آن کو ندید ** کالههای خویش را ربح و مزید
Bilgi, hüner ve sanatlarda böyledir. Bunlara sahip olanlar, bunlardan daha şerefli, daha üstün bir şey görmezler de o yüzden ehemmiyet verirler.
همچنین علم و هنرها و حرف ** چون بدید افزون از آنها در شرف
İnsan için candan iyi bir şey yoksa can azizdir. Fakat candan iyi bir şeye sahip oldu mu, canın adı hor, hakir olur gider.4110
تا به از جان نیست جان باشد عزیز ** چون به آمد نام جان شد چیز لیز
Çocuğun canı, çocuk kaldıkça, büyümedikçe oyun için yapılan bebeciktir.
لعبت مرده بود جان طفل را ** تا نگشت او در بزرگی طفلزا
Bu düşünceler bu hayallenmeler de bebeciklerdir. Sen çocuk kaldıkça onlara ihtiyacın vardır.
این تصور وین تخیل لعبتست ** تا تو طفلی پس بدانت حاجتست
Fakat çocuk, çocukluktan kurtuldu da kemale erişti mi, adam oldu mu artık duygulardan da vazgeçer, düşüncelerden de, hayallerden de!
چون ز طفلی رست جان شد در وصال ** فارغ از حس است و تصویر و خیال
Mahrem yok ki açıkça söyleyeyim… Sükût ettim; Allah hakikate uygun olanı daha iyi bilir.
نیست محرم تا بگویم بینفاق ** تن زدم والله اعلم بالوفاق
Malla beden, hemencecik eriyip giden kardır. Fakat satılığa çıkarılınca onların alıcısı Allah’tır.4115
مال و تن برفاند ریزان فنا ** حق خریدارش که الله اشتری
Bu kar, sana neden paradan daha iyi geliyor, bilir misin? Şüphedesin, yakinin yok da ondan.
برفها زان از ثمن اولیستت ** که هیی در شک یقینی نیستت
Behey aşağılık adam, bu sendeki zan, ne acayip zan ki yakin bahçesinde hiç uçmuyor.
وین عجب ظنست در تو ای مهین ** که نمیپرد به بستان یقین
Oğul, her şüphe, yakına susamıştır. Şüphe arttıkça yakına ulaşmak için daha ziyade çırpınır, kol kanat açar, uçmaya çalışır...
هر گمان تشنهی یقینست ای پسر ** میزند اندر تزاید بال و پر
İlim mertebesine ulaştı mı kanadı ayak kesilir, gayri uçmaya ihtiyacı kalmaz. Çünkü bilgisi yakın kokusunu almaya başlamıştır.
چون رسد در علم پس پر پا شود ** مر یقین را علم او بویا شود
Çünkü bu sınanmış yolda ilim yakından aşağıdır, şüphe yukarı.4120
زانک هست اندر طریق مفتتن ** علم کمتر از یقین و فوق ظن