- Asa, görünüşte bir sopadan ibarettir ama ağzını açtı mı bütün varlık, ona bir lokmadır. 4260
- ظاهرش چوبی ولیکن پیش او ** کون یک لقمه چو بگشاید گلو
- İsa’nın afsunundaki harfe, sese bakma. Ondan, ölüm bile kaçıyor, sen ona bak!
- تو مبین ز افسون عیسی حرف و صوت ** آن ببین کز وی گریزان گشت موت
- Afsunda ki o ehemmiyetsiz, o değersiz sözlere bakma, o afsunla ölünün sıçrayıp oturuşunu seyret.
- تو مبین ز افسونش آن لهجات پست ** آن نگر که مرده بر جست و نشست
- O sopayı ehemmiyetsiz görme… Yemyeşil denizi nasıl böldü, onu gör!
- تو مبین مر آن عصا را سهل یافت ** آن ببین که بحر خضرا را شکافت
- Uzaktasın da yalnız birer kara çadırdır görüyorsun… Bir adım ilerle de orduyu gör!
- تو ز دوری دیدهای چتر سیاه ** یک قدم فا پیش نه بنگر سپاه
- Uzak olduğundan yalnız bir toz dumandır görüyorum ama birazcık yaklaş, ileri var da topun içindeki adama bak! 4265
- تو ز دوری مینبینی جز که گرد ** اندکی پیش آ ببین در گرد مرد
- Onun tozu, gözleri aydın eder… Onun erliği, dağları yerinden söker!
- دیدهها را گرد او روشن کند ** کوهها را مردی او بر کند
- Musa, çölün bir ucundan kalkıp gelince Tur dağı, onun gelişinden neşelendi, rakkas kesildi!
- چون بر آمد موسی از اقصای دشت ** کوه طور از مقدمش رقاص گشت
- “Ey dağlar, Davud’la beraber okuyun dedik; kuşları da ona teshir ettik” ayetinin tefsiri
- تفسیر یا جبال اوبی معه والطیر
- Davud’un yüzü Allah nuruyla parladı… Dağlar, onunla beraber feryada geldiler.
- روی داود از فرش تابان شده ** کوهها اندر پیش نالان شده
- Dağ Davud’a yoldaş oldu… Her iki çalgıcıda bir padişahın aşkıyla sarhoş oldu!
- کوه با داود گشته همرهی ** هردو مطرب مست در عشق شهی
- “Dağlar Davud’un sesine ses verin, onunla beraber ırlayın” diye emir geldi. Dağla Davud… İkisi de bir sesle seslendi, bir perdeden okudu. 4270
- یا جبال اوبی امر آمده ** هر دو همآواز و همپرده شده
- Allah dedi ki: “Ey Davud, sen yerinden, yurdundan ayrıldın… Benim için hemdemlerinden cüda düştün.
- گفت داودا تو هجرت دیدهای ** بهر من از همدمان ببریدهای
- Ey garip olmuş, tek ve muinsiz kalmış olan Davud, iştiyak ateşi, gönlünden şule vermekte.
- ای غریب فرد بی مونس شده ** آتش شوق از دلت شعله زده
- Çalgıcılar, hanendeler, arkadaşlar istersin. O Kadîm Allah dağları senin huzuruna getirir.
- مطربان خواهی و قوال و ندیم ** کوهها را پیشت آرد آن قدیم
- Dağlar, sana çalgı çalarlar, şarkı okurlar, zurnacılık ederler. Hepsi de huzurunda yel gibi ses çıkarır, sesine ses verirler.”
- مطرب و قوال و سرنایی کند ** که به پیشت بادپیمایی کند
- Dudağı, dişi yokken dağın ses vermesi, feryat etmesi caiz oluyor ya… Bil ki velinin de ağızsız, dudaksız sözleri, feryatları var! 4275
- تا بدانی ناله چون که را رواست ** بی لب و دندان ولی را نالههاست
- O her şeyden arınmış mescidin cüzülerinden her an nağmeler çıkar. O nağmelerde her an, velinin can kulağına ulaşır.
- نغمهی اجزای آن صافیجسد ** هر دمی در گوش حسش میرسد
- Yanında oturanlar duymazlar, işitmezler de o duyar, işitir. Ne mutlu o cana ki gayba inanmıştır!
- همنشینان نشنوند او بشنود ** ای خنک جان کو به غیبش بگرود
- Velî, kendi kendine yüzlerce söz söyler, dinler de yanında oturan kokusunu bile alamaz!
- بنگرد در نفس خود صد گفت و گو ** همنشین او نبرده هیچ بو
- Lâmekân âleminden gönlüne yüzlerce sual, yüzlerce cevap gelir, menziline kadar erişir!
- صد سال و صد جواب اندر دلت ** میرسد از لامکان تا منزلت
- Bunları sen duyarsın da başkaları kulaklarını ağızlarına kadar yaklaştırsalar yine duymazlar! 4280
- بشنوی تو نشنود زان گوشها ** گر به نزدیک تو آرد گوش را
- Tutalım, velilerin sessiz, harfsiz sözlerini duymuyor, işitmiyorsun; işte gördün ya… Misli sende de var; neden inanmıyorsun a sağır!
- گیرم ای کر خود تو آن را نشنوی ** چون مثالش دیدهای چون نگروی
- Kendi anlayışındaki kusur yüzünden Mesnevi’yi kınamaya kalkışana cevap
- جواب طعنهزننده در مثنوی از قصور فهم خود
- Ey kınayan köpek, sen hav hav edip duruyor da Kur’an’ı kınamakla hükmünden kendimi kurtarırım mı sanıyorsun?
- ای سگ طاعن تو عو عو میکنی ** طعن قرآن را برونشو میکنی
- Bu o aslan değil ki ondan canını halâs etmeğe muvaffak olasın yahut kahrının pençesinden imanını kurtarasın!
- این نه آن شیرست کز وی جان بری ** یا ز پنجهی قهر او ایمان بری
- Kur’an, kıyamete kadar, ey kendilerini bilgisizliğe feda edenler, diye nida eder.
- تا قیامت میزند قرآن ندی ** ای گروهی جهل را گشته فدی
- Der ki: “Siz, beni masal sandınız da kınama ve kâfirlik tohumunu ektiniz! 4285
- که مرا افسانه میپنداشتید ** تخم طعن و کافری میکاشتید
- Fakat kınayıp da aslı yok, masaldan ibaret dediniz ama gördünüz ya… Siz yok oldunuz, siz masal oldunuz.
- خود بدیدیت آنک طعنه میزدیت ** که شما فانی و افسانه بدیت
- Ben Allah’ın kelâmıyım, Allah’la kaimim. Canın canına gıdayım; arı duru, parlak bir yakutum.
- من کلام حقم و قایم به ذات ** قوت جان جان و یاقوت زکات
- Ben, güneşin nuruyum… Sizin üstünüze vurdum, sizi aydınlattım; fakat güneşten ayrılmış değilim.
- نور خورشیدم فتاده بر شما ** لیک از خورشید ناگشته جدا
- Bakın, ben âşıkları ölümden kurtarmak için buracıkta akıp duran bir âbıhayatım.
- نک منم ینبوع آن آب حیات ** تا رهانم عاشقان را از ممات
- Hırsınız, hasediniz bu kötü kokuyu salmasaydı Allah, sizin mezarlarınıza da bundan bir katrecik saçardı. 4290
- گر چنان گند آزتان ننگیختی ** جرعهای بر گورتان حق ریختی
- O, Hakîm’in sözünü, o Hakîm’in öğüdünü tutmaz mıyım hiç? Her kötü ve yanlış kınama yüzünden gönlümü bozmam, işimden, sözümden kalmam.
- نه بگیرم گفت و پند آن حکیم ** دل نگردانم بهر طعنی سقیم
- Seyislerin ıslık çalmaları yüzünden tayın ürküp su içmemesi
- مثل زدن در رمیدن کرهی اسپ از آب خوردن به سبب شخولیدن سایسان
- Hakîm-i Gaznevî, buyurmuştur ki: tayla anası su içerlerken,
- آنک فرمودست او اندر خطاب ** کره و مادر همیخوردند آب
- Seyisler, atlar gelsinler, su içsinler diye ıslık çalıyorlardı.
- میشخولیدند هر دم آن نفر ** بهر اسپان که هلا هین آب خور
- Tay ıslık sesini duyunca başını kaldırdı, ürküp su içmekten vazgeçti.
- آن شخولیدن به کره میرسید ** سر همی بر داشت و از خور میرمید
- Anası “Yavrucuğum, neye ürküyor su içmiyorsun?” diye sordu. 4295
- مادرش پرسید کای کره چرا ** میرمی هر ساعتی زین استقا
- Tay dedi ki: “Bunlar ıslık çalıyorlar. Hep birden ıslık çalmalarından korktum.
- گفت کره میشخولند این گروه ** ز اتفاق بانگشان دارم شکوه
- Yüreğim titredi, yerinden oynadı. Hep birden ıslık çalıp bağırmaları beni korkuttu.”
- پس دلم میلرزد از جا میرود ** ز اتفاق نعره خوفم میرسد
- Anası “Dünya kurulalı abes işler de bulunanlar vardır… Bu dünya böyle kurulmuş, böyle gider!
- گفت مادر تا جهان بودست ازین ** کارافزایان بدند اندر زمین
- Benim akıllı yavrucuğum, sen işine bak… Onların kendi saçlarını, sakallarını yolmaları yakındır!” dedi.
- هین تو کار خویش کن ای ارجمند ** زود کایشان ریش خود بر میکنند
- Vakit var, tertemiz ve gür su da akıp gidiyor. Sudan ayrılırsın, ayrılık seni şahrem şahrem eder… Bundan önce davran da, 4300
- وقت تنگ و میرود آب فراخ ** پیش از آن کز هجر گردی شاخ شاخ
- Âbıhayat’la dolu olan ırmaktan su içmeye bak… İç de senden nebatlar bitsin!
- شهره کاریزیست پر آب حیات ** آب کش تا بر دمد از تو نبات
- Ey gafil susuz, biz velilerin sözlerinden Hızır’ın Âbıhayat’ını içmekteyiz, gel!
- آب خضر از جوی نطق اولیا ** میخوریم ای تشنهی غافل بیا
- Bu gür suyu görmüyorsan bari körler gibi gel de testini suya daldır.
- گر نبینی آب کورانه بفن ** سوی جو آور سبو در جوی زن
- Bu ırmakta su var, bunu duydun ya… Köre, taklitle iş yapmak gerek!
- چون شنیدی کاندرین جو آب هست ** کور را تقلید باید کار بست
- Suyu sayıklayıp duran testini ırmağa daldır… Daldırınca ağırlaştığını anlarsın… 4305
- جو فرو بر مشک آباندیش را ** تا گران بینی تو مشک خویش را
- Anlarsın da su olduğuna inanırsın, gönlün o zaman bu kuru taklitten kurtulur.
- چون گران دیدی شوی تو مستدل ** رست از تقلید خشک آنگاه دل
- Kör, ırmak suyunu açıkça göremez ama testinin ağırlaştığını anlayınca su olduğunu bilir.
- گر نبیند کور آب جو عیان ** لیک داند چون سبو بیند گران
- Çünkü testi önce hafifti, ırmağa daldırılınca ağırlaştı, içi hayli suyla doldu.
- که ز جو اندر سبو آبی برفت ** کین سبک بود و گران شد ز آب و زفت
- Evvelce her yel beni kapıp beni götürürdü, fakat şimdi ağırlaştım” beni yel kapamaz artık.
- زانک هر بادی مرا در میربود ** باد مینربایدم ثقلم فزود