English    Türkçe    فارسی   

3
4281-4330

  • Tutalım, velilerin sessiz, harfsiz sözlerini duymuyor, işitmiyorsun; işte gördün ya… Misli sende de var; neden inanmıyorsun a sağır!
  • گیرم ای کر خود تو آن را نشنوی ** چون مثالش دیده‌ای چون نگروی
  • Kendi anlayışındaki kusur yüzünden Mesnevi’yi kınamaya kalkışana cevap
  • جواب طعنه‌زننده در مثنوی از قصور فهم خود
  • Ey kınayan köpek, sen hav hav edip duruyor da Kur’an’ı kınamakla hükmünden kendimi kurtarırım mı sanıyorsun?
  • ای سگ طاعن تو عو عو می‌کنی ** طعن قرآن را برون‌شو می‌کنی
  • Bu o aslan değil ki ondan canını halâs etmeğe muvaffak olasın yahut kahrının pençesinden imanını kurtarasın!
  • این نه آن شیرست کز وی جان بری ** یا ز پنجه‌ی قهر او ایمان بری
  • Kur’an, kıyamete kadar, ey kendilerini bilgisizliğe feda edenler, diye nida eder.
  • تا قیامت می‌زند قرآن ندی ** ای گروهی جهل را گشته فدی
  • Der ki: “Siz, beni masal sandınız da kınama ve kâfirlik tohumunu ektiniz! 4285
  • که مرا افسانه می‌پنداشتید ** تخم طعن و کافری می‌کاشتید
  • Fakat kınayıp da aslı yok, masaldan ibaret dediniz ama gördünüz ya… Siz yok oldunuz, siz masal oldunuz.
  • خود بدیدیت آنک طعنه می‌زدیت ** که شما فانی و افسانه بدیت
  • Ben Allah’ın kelâmıyım, Allah’la kaimim. Canın canına gıdayım; arı duru, parlak bir yakutum.
  • من کلام حقم و قایم به ذات ** قوت جان جان و یاقوت زکات
  • Ben, güneşin nuruyum… Sizin üstünüze vurdum, sizi aydınlattım; fakat güneşten ayrılmış değilim.
  • نور خورشیدم فتاده بر شما ** لیک از خورشید ناگشته جدا
  • Bakın, ben âşıkları ölümden kurtarmak için buracıkta akıp duran bir âbıhayatım.
  • نک منم ینبوع آن آب حیات ** تا رهانم عاشقان را از ممات
  • Hırsınız, hasediniz bu kötü kokuyu salmasaydı Allah, sizin mezarlarınıza da bundan bir katrecik saçardı. 4290
  • گر چنان گند آزتان ننگیختی ** جرعه‌ای بر گورتان حق ریختی
  • O, Hakîm’in sözünü, o Hakîm’in öğüdünü tutmaz mıyım hiç? Her kötü ve yanlış kınama yüzünden gönlümü bozmam, işimden, sözümden kalmam.
  • نه بگیرم گفت و پند آن حکیم ** دل نگردانم بهر طعنی سقیم
  • Seyislerin ıslık çalmaları yüzünden tayın ürküp su içmemesi
  • مثل زدن در رمیدن کره‌ی اسپ از آب خوردن به سبب شخولیدن سایسان
  • Hakîm-i Gaznevî, buyurmuştur ki: tayla anası su içerlerken,
  • آنک فرمودست او اندر خطاب ** کره و مادر همی‌خوردند آب
  • Seyisler, atlar gelsinler, su içsinler diye ıslık çalıyorlardı.
  • می‌شخولیدند هر دم آن نفر ** بهر اسپان که هلا هین آب خور
  • Tay ıslık sesini duyunca başını kaldırdı, ürküp su içmekten vazgeçti.
  • آن شخولیدن به کره می‌رسید ** سر همی بر داشت و از خور می‌رمید
  • Anası “Yavrucuğum, neye ürküyor su içmiyorsun?” diye sordu. 4295
  • مادرش پرسید کای کره چرا ** می‌رمی هر ساعتی زین استقا
  • Tay dedi ki: “Bunlar ıslık çalıyorlar. Hep birden ıslık çalmalarından korktum.
  • گفت کره می‌شخولند این گروه ** ز اتفاق بانگشان دارم شکوه
  • Yüreğim titredi, yerinden oynadı. Hep birden ıslık çalıp bağırmaları beni korkuttu.”
  • پس دلم می‌لرزد از جا می‌رود ** ز اتفاق نعره خوفم می‌رسد
  • Anası “Dünya kurulalı abes işler de bulunanlar vardır… Bu dünya böyle kurulmuş, böyle gider!
  • گفت مادر تا جهان بودست ازین ** کارافزایان بدند اندر زمین
  • Benim akıllı yavrucuğum, sen işine bak… Onların kendi saçlarını, sakallarını yolmaları yakındır!” dedi.
  • هین تو کار خویش کن ای ارجمند ** زود کایشان ریش خود بر می‌کنند
  • Vakit var, tertemiz ve gür su da akıp gidiyor. Sudan ayrılırsın, ayrılık seni şahrem şahrem eder… Bundan önce davran da, 4300
  • وقت تنگ و می‌رود آب فراخ ** پیش از آن کز هجر گردی شاخ شاخ
  • Âbıhayat’la dolu olan ırmaktan su içmeye bak… İç de senden nebatlar bitsin!
  • شهره کاریزیست پر آب حیات ** آب کش تا بر دمد از تو نبات
  • Ey gafil susuz, biz velilerin sözlerinden Hızır’ın Âbıhayat’ını içmekteyiz, gel!
  • آب خضر از جوی نطق اولیا ** می‌خوریم ای تشنه‌ی غافل بیا
  • Bu gür suyu görmüyorsan bari körler gibi gel de testini suya daldır.
  • گر نبینی آب کورانه بفن ** سوی جو آور سبو در جوی زن
  • Bu ırmakta su var, bunu duydun ya… Köre, taklitle iş yapmak gerek!
  • چون شنیدی کاندرین جو آب هست ** کور را تقلید باید کار بست
  • Suyu sayıklayıp duran testini ırmağa daldır… Daldırınca ağırlaştığını anlarsın… 4305
  • جو فرو بر مشک آب‌اندیش را ** تا گران بینی تو مشک خویش را
  • Anlarsın da su olduğuna inanırsın, gönlün o zaman bu kuru taklitten kurtulur.
  • چون گران دیدی شوی تو مستدل ** رست از تقلید خشک آنگاه دل
  • Kör, ırmak suyunu açıkça göremez ama testinin ağırlaştığını anlayınca su olduğunu bilir.
  • گر نبیند کور آب جو عیان ** لیک داند چون سبو بیند گران
  • Çünkü testi önce hafifti, ırmağa daldırılınca ağırlaştı, içi hayli suyla doldu.
  • که ز جو اندر سبو آبی برفت ** کین سبک بود و گران شد ز آب و زفت
  • Evvelce her yel beni kapıp beni götürürdü, fakat şimdi ağırlaştım” beni yel kapamaz artık.
  • زانک هر بادی مرا در می‌ربود ** باد می‌نربایدم ثقلم فزود
  • Akılsız kişileri her türlü yel kapıp gider. Çünkü onların kuvvetleri sağlam değildir. 4310
  • مر سفیهان را رباید هر هوا ** زانک نبودشان گرانی قوی
  • Kötü ve hayırsız adam, lengersiz gemidir; ne demir atmıştır, ne bir yere bağlıdır; deli rüzgârlardan kurtulamaz ki.
  • کشتی بی‌لنگر آمد مرد شر ** که ز باد کژ نیابد او حذر
  • Akıllıya emniyet ve huzur veren akıl lengeridir… Akıllılardan bir lenger dilen!
  • لنگر عقلست عاقل را امان ** لنگری در یوزه کن از عاقلان
  • İnsan, o cömertlik denizinin inci hazinesinden akıl, fikir kazanırsa
  • او مددهای خرد چون در ربود ** از خزینه در آن دریای جود
  • Bunların yardımıyla gönlü marifetler elde eder, gönüllükten çıkar, yücelir… Gözleri de nurlanır.
  • زین چنین امداد دل پر فن شود ** بجهد از دل چشم هم روشن شود
  • Çünkü nur, gönülden doğar da bu göze vurur. Gönül olmasa gözün hiç bir şey göremez. 4315
  • زانک نور از دل برین دیده نشست ** تا چو دل شد دیده‌ی تو عاطلست
  • Gönül, akıl nurlarıyla nurlanırsa o nurlardan göze de bir pay verir.
  • دل چو بر انوار عقلی نیز زد ** زان نصیبی هم بدو دیده دهد
  • Bil ki gökten inen mübarek su, gönüllere gelen vahiydir, dillere gelen doğru sözlülüktür.
  • پس بدان کاب مبارک ز آسمان ** وحی دلها باشد و صدق بیان
  • Biz de tay gibi ırmaktan su içelim de bizi kınayan vesveseciye bakmayalım, aldırış etmeyelim.
  • ما چو آن کره هم آب جو خوریم ** سوی آن وسواس طاعن ننگریم
  • Peygamberlerin izini izliyorsan yola düş, halkın bütün kınamalarını hava say!
  • پی‌رو پیغمبرانی ره سپر ** طعنه‌ی خلقان همه بادی شمر
  • Yol aşan, menzil alan yol erleri ne vakit köpeklerin havlamasına kulak astılar? 4320
  • آن خداوندان که ره طی کرده‌اند ** گوش فا بانگ سگان کی کرده‌اند
  • Konuk öldüren mescit hikâyesinin sonu
  • بقیه‌ی ذکر آن مهمان مسجد مهمان‌کش
  • O tertemiz aslan adama mescitte neler göründü? Sen onu söyle yine!
  • باز گو کان پاک‌باز شیرمرد ** اندر آن مسجد چه بنمودش چه کرد
  • Mescitte, suya gark olmuş adam nasıl uyursa öyle uyudu.
  • خفت در مسجد خود او را خواب کو ** مرد غرقه گشته چون خسپد بجو
  • Gam denizine batmış âşıkların uykusu, daima kuş ve balık uykusudur.
  • خواب مرغ و ماهیان باشد همی ** عاشقان را زیر غرقاب غمی
  • Gece yarısı korkunç bir sestir geldi: Ey kendisine fayda dileyen, geleyim mi, geleyim mi?
  • نیمشب آواز با هولی رسید ** کایم آیم بر سرت ای مستفید
  • Bu şiddetli ses tam beş kere geldi, korkudan adamın yüreği çatlıyor, paramparça oluyordu. 4325
  • پنج کرت این چنین آواز سخت ** می‌رسید و دل همی‌شد لخت‌لخت
  • “Onları atlı, yaya askerlerinle çağır” ayetinin tefsiri
  • تفسیر آیت واجلب علیهم بخیلک و رجلک
  • Sen de din yoluna girmeyi, o yolda çalışmayı kurarsın ama şeytan, içinden seslenir:
  • تو چو عزم دین کنی با اجتهاد ** دیو بانگت بر زند اندر نهاد
  • “A sapık, o yola gitme, eziyetlere düşer, yoksul olur, kalırsın.
  • که مرو زان سو بیندیش ای غوی ** که اسیر رنج و درویشی شوی
  • Dostlarından ayrı düşer, hor hakir bir hale gelir, pişman olursun!”
  • بی‌نوا گردی ز یاران وابری ** خوار گردی و پشیمانی خوری
  • Sen de o melun Şeytan’ın sesinden korkar, yakinden kaçar, sapıklığa düşersin.
  • تو ز بیم بانگ آن دیو لعین ** وا گریزی در ضلالت از یقین
  • “Hele yarın, hele öbür gün din yoluna girer, koşar, yürürüm… Daha önümüzde vakit var” dersin. 4330
  • که هلا فردا و پس فردا مراست ** راه دین پویم که مهلت پیش ماست