- O mescit, bir mumdu, adamda pervane… O pervane huylu, âdeta canıyla oynamaktaydı. 4365
- شمع بود آن مسجد و پروانه او ** خویشتن در باخت آن پروانهخو
- Ateş, kanadını yaktı ama daha güzel kanat ihsan etti. O ateşe atılma, âşıka pek kutlu geldi, pek!
- پر بسوخت او را ولیکن ساختش ** بس مبارک آمد آن انداختش
- O bahtı kutlu, Musa’ya benziyordu. Ağacın civarında bir ateştir, görmüştü.
- همچو موسی بود آن مسعودبخت ** کاتشی دید او به سوی آن درخت
- Allah, ona birçok inayetlerde bulunmuştu… O, gördüğünü ateş sanıyordu ama nurdu.
- چون عنایتها برو موفور بود ** نار میپنداشت و خود آن نور بود
- Oğul, sen de Allah erini görünce ondan insanlık ateşi var sanıyor, onu insan görüyorsun.
- مرد حق را چون ببینی ای پسر ** تو گمان داری برو نار بشر
- Sen, onu kendiliğinden insan görüyorsun, hâlbuki o sıfat sende… bâtıl zannın ateşi de bu tarafta, dikeni de! 4370
- تو ز خود میآیی و آن در تو است ** نار و خار ظن باطل این سو است
- O, Musa’nın ağacıdır; o, ışıklarla dopdoludur. Bir kerecik olsun ona ateş deme de nur de!
- او درخت موسی است و پر ضیا ** نور خوان نارش مخوان باری بیا
- Bu dünyadan vazgeçmek de ateş görünmedi mi? Fakat salikler o makama gittiler, bu âlemi terk ettiler de anladılar ki nurdan ibaretmiş!
- نه فطام این جهان ناری نمود ** سالکان رفتند و آن خود نور بود
- Bil ki din mumu yücedir, ateşten ibaret olan mumlara benzemez.
- پس بدان که شمع دین بر میشود ** این نه همچون شمع آتشها بود
- Bu zahirî mum nur görünür, fakat sevgiliyi yakar… Din mumuysa sureta ateş görünür, fakat ziyaretçilere gül kesilir!
- این نماید نور و سوزد یار را ** و آن بصورت نار و گل زوار را
- Bu zahirî mum çok işler bitirir, fakat hakikatte adamı yakar. Din mumuysa vuslat zamanı gönül aydınlatır. 4375
- این چو سازنده ولی سوزندهای ** و آن گه وصلت دل افروزندهای
- Allah’a lâyık olan pak nurun şulesi, ona ulaşanlara nur görünür ama ondan uzak kalanlara ateş gibidir.
- شکل شعلهی نور پاک سازوار ** حاضران را نور و دوران را چو نار
- O âşığın Sadr-ı Cihan’la buluşması
- ملاقات آن عاشق با صدر جهان
- O Buhara’lı âşık da kendisini muma atmıştı. O zahmet, aşkı yüzünden kendine kolay gelmekteydi.
- آن بخاری نیز خود بر شمع زد ** گشته بود از عشقش آسان آن کبد
- Her şeyi yakıp yandıran ahı, göklere yüceliyordu. Sadr-ı Cihan’ın gönlüne merhamet gelmişti.
- آه سوزانش سوی گردون شده ** در دل صدر جهان مهر آمده
- O bir suç işledi, biz de o suçu gördük. Fakat “Ey Allah, acaba o avaremizin hali nasıl?
- گفته با خود در سحرگه کای احد ** حال آن آوارهی ما چون بود
- Bir seher vakti kendi kendisine diyordu ki merhametimizi adamakıllı bilmiyordu ki. 4380
- او گناهی کرد و ما دیدیم لیک ** رحمت ما را نمیدانست نیک
- Suçlu kişinin gönlüne bizden bir korkudur var… Fakat korkusunda yüzlerce ümit gizli.
- خاطر مجرم ز ما ترسان شود ** لیک صد اومید در ترسش بود
- Ben utanmayan ve korkmayan kişiyi korkuturum. Zaten benden korkanı neye korkutayım.
- من بترسانم وقیح یاوه را ** آنک ترسد من چه ترسانم ورا
- Ateş, soğuk tencerenin altına konur; kaynayan coşkunluğundan baştan çıkan tencerenin altına değil!
- بهر دیگ سرد آذر میرود ** نه بدان کز جوش از سر میرود
- Benden emin olanları bilgimle korkuturum; korkanlarınsa korkularını teskin ederim.
- آمنان را من بترسانم به علم ** خایفان را ترس بردارم به حلم
- Ben yamacıyım, yamanması icap eden yeri yamarım. Herkese nabzına göre şerbet veririm. 4385
- پارهدوزم پاره در موضع نهم ** هر کسی را شربت اندر خور دهم
- Kişinin sırrı ağacın köküne benzer. Yaprakları, o kökten feyz alırda kupkuru gövdesinden çıkar, yeşerir.
- هست سر مرد چون بیخ درخت ** زان بروید برگهاش از چوب سخت
- Yapraklar, köke göredir. Ağaçta böyle olduğu gibi nefislerle akıllarda da böyledir.
- درخور آن بیخ رسته برگها ** در درخت و در نفوس و در نهی
- Vefa ağaçlarından göklere yücelmiş kollar, kanatlar var... Kökleri yerli yerinde de ferileri gökte.
- برفلک پرهاست ز اشجار وفا ** اصلها ثابت و فرعه فی السما
- Aşk yüzünden gökte kollar, kanatlar meydana gelirde Sadr-ı Cihan’ın gönlüne nasıl merhamet gelmez.
- چون برست از عشق پر بر آسمان ** چون نروید در دل صدر جهان
- Gönlünde o suçu affetme denizi dalgalanmaya başladı… Zaten gönülden gönüle pencere vardır! 4390
- موج میزد در دلش عفو گنه ** که ز هر دل تا دل آمد روزنه
- Gönülden gönüle pencere olduğu muhakkak. İki gönül iki ten gibi birbirinden ayrı ve uzak kalamaz.
- که ز دل تا دل یقین روزن بود ** نه جدا و دور چون دو تن بود
- İki kandilin yağ konan kapları birbirine bitişik değildir ama ışıkları katışmış birleşmiştir.
- متصل نبود سفال دو چراغ ** نورشان ممزوج باشد در مساغ
- Hiçbir âşık yoktur ki sevgilisinin vuslatını arasın. Dilesin de sevgilisi onu aramasın, dilemesin!
- هیچ عاشق خود نباشد وصلجو ** که نه معشوقش بود جویای او
- Fakat aşk, âşıkların vücutlarını inceltir, zayıflatır… Sevgililerin vücutlarını ise güzelleştirir, semirtir.
- لیک عشق عاشقان تن زه کند ** عشق معشوقان خوش و فربه کند
- Bu gönülden sevgi ve şimşeği çaktı mı bil ki o gönülde de sevgi vardır. 4395
- چون درین دل برق مهر دوست جست ** اندر آن دل دوستی میدان که هست
- Gönlünde Allah sevgisi arttı mı şüphe yok ki Allah seni seviyor.
- در دل تو مهر حق چون شد دوتو ** هست حق را بی گمانی مهر تو
- Tek elin sesi çıkmaz. Öbür elin olmadıkça, iki elin birbirine vurulmadıkça ne ses çıkar, ne seda!
- هیچ بانگ کف زدن ناید بدر ** از یکی دست تو بی دستی دگر
- Susuz, ey tatlı su diye ağlar, inler ama su da nerede o susamış, diye ağlar, inler!
- تشنه مینالد که ای آب گوار ** آب هم نالد که کو آن آبخوار
- Bizdeki bu susuzluk suyun bizi çekmesinden ileri gelir… Biz suyunuz, su bizim.
- جذب آبست این عطش در جان ما ** ما از آن او و او هم آن ما
- Allah hikmeti ezelde bizi birbirimize âşık etti. 4400
- حکمت حق در قضا و در قدر ** کرد ما را عاشقان همدگر
- O ezeli hükme göre kâinatın büyük zerreleri çift çifttir ve her cüz’ü de kendi çiftine âşıktır.
- جمله اجزای جهان زان حکم پیش ** جفت جفت و عاشقان جفت خویش
- Âlemde her cüz’ü de muhakkak kendi çiftini ister. Kehlibar nasıl saman çöpünü çekerse her cüz’ü de muhakkak kendi çiftini çeker.
- هست هر جزوی ز عالم جفتخواه ** راست همچون کهربا و برگ کاه
- Gökyüzü yere merhaba der, demirle mıknatıs nasılsa ben de seninle öyleyim.
- آسمان گوید زمین را مرحبا ** با توم چون آهن و آهنربا
- Gökyüzü aklen erkektir, yer kadın. Onun verdiğini bu, besler, yetiştirir.
- آسمان مرد و زمین زن در خرد ** هرچه آن انداخت این میپرورد
- Yerin harareti kalmadı mı gök hararet yollar… Rutubeti bitti mi rutubet verir. 4405
- چون نماند گرمیش بفرستد او ** چون نماند تری و نم بدهد او
- Gökyüzünde bulunan ve toprağa mensup olan burç, yere yardım eder… Suya mensup burç, yere rutubet verir, yeri terü taze bir hale sokar.
- برج خاکی خاک ارضی را مدد ** برج آبی تریش اندر دمد
- Yele mensup burç yele bulutları sevk eder, yerdeki buharları ufunetleri çeker alır.
- برج بادی ابر سوی او برد ** تا بخارات وخم را بر کشد
- Ateş burcu da güneşe hararet verir… Güneşin önü de, ardı da o burçtan kızmış, tava gibi kızarmıştır.
- برج آتش گرمی خورشید ازو ** همچو تابهی سرخ ز آتش پشت و رو
- Kadına nail olmak için kazancının etrafında dönüp dolaşan erkek gibi felek de zamane de dönüp dolaşmaktadır.
- هست سرگردان فلک اندر زمن ** همچو مردان گرد مکسب بهر زن
- Bu yeryüzü, hanımlıklar etmekte, doğurduğu çocukları emzirip yetiştirmektedir. 4410
- وین زمین کدبانویها میکند ** بر ولادات و رضاعش میتند
- Şu halde yerle göğün de aklı var; böylece bil. Çünkü akıllıların işlerini işliyorlar.
- پس زمین و چرخ را دان هوشمند ** چونک کار هوشمندان میکنند
- Bu iki güzel, birbirlerinden süt emmeseler, birbirlerini sevip koçmasalar nasıl olur da birbirlerinin muradına dolanırlardı?
- گر نه از هم این دو دلبر میمزند ** پس چرا چون جفت در هم میخزند
- Yer olmasa güller, erguvanlar nasıl biter, gökyüzünün suyu, harareti olmasa yerden ne hâsıl olur?
- بی زمین کی گل بروید و ارغوان ** پس چه زاید ز آب و تاب آسمان
- Dişinin erkeğe meyli, ikisinin de işi tamamlansın diyedir.
- بهر آن میلست در ماده به نر ** تا بود تکمیل کار همدگر