- Süleyman, “Ey güzel sesli, Allah emrini candan dinlenmek gerek.
- پس سلیمان گفت ای زیبادوی ** امر حق باید که از جان بشنوی
- Allah bana dedi ki: “Ey adalet sahibi, hasmı da hazır olmadıkça kimsenin şikâyetini dinleme.
- حق به من گفتست هان ای دادور ** مشنو از خصمی تو بی خصمی دگر
- İki hasım da hazır olmazsa hâkim, hak hangisindedir, bilemez.
- تانیاید هر دو خصم اندر حضور ** حق نیاید پیش حاکم در ظهور
- Birisi yalnız gelse de yüzlerce şikâyette bulunsa, yüzlerce feryat etse bile sakın ha, sakın... Hasmı olmadıkça sözünü kabul etme.
- خصم تنها گر بر آرد صد نفیر ** هان و هان بی خصم قول او مگیر
- Ben fermandan yüz çeviremem. Hadi git, hasmını al, öyle gel” dedi. 4650
- من نیارم رو ز فرمان تافتن ** خصم خود را رو بیاور سوی من
- Sivrisinek dedi ki: “Sözün doğru, delilin tam yerinde… Düşmanım rüzgâr, o da senin emrinde!”
- گفت قول تست برهان و درست ** خصم من بادست و او در حکم تست
- O padişah “Ey seher yeli, sivrisinek, zulmünden feryat ediyor… Gel,
- بانگ زد آن شه که ای باد صبا ** پشه افغان کرد از ظلمت بیا
- Hadi, geç hasmının karşısına da anlat, ona cevap ver, dâvasını reddet!” dedi.
- هین مقابل شو تو و خصم و بگو ** پاسخ خصم و بکن دفع عدو
- Rüzgâr, bu emri duyunca çabucacık esip geldi… Fakat sivrisinek kaçma yolunu tuttu!
- باد چون بشنید آمد تیز تیز ** پشه بگرفت آن زمان راه گریز
- Süleyman “A sivrisinek nereye? Dur da ikinizi de dinleyip hüküm vereyim” dedi. 4655
- پس سلیمان گفت ای پشه کجا ** باش تا بر هر دو رانم من قضا
- Sivrisinek dedi ki: “Padişahım, ölümüm, onun varlığından… Zaten günüm, onun dumanından kararmakta.
- گفت ای شه مرگ من از بود اوست ** خود سیاه این روز من از دود اوست
- O gelince ben nasıl durabilirim? Benim kökümü kazan o!”
- او چو آمد من کجا یابم قرار ** کو بر آرد از نهاد من دمار
- Tıpkı bunun gibi Allah tapısını arayan da Allah geldi mi yok olur.
- همچنین جویای درگاه خدا ** چون خدا آمد شود جوینده لا
- O vuslat ebedîlik içinde ebedîliktir ama o ebedîlik yokluk suretinde tecelli eder.
- گرچه آن وصلت بقا اندر بقاست ** لیک ز اول آن بقا اندر فناست
- Nur arayan gölgeler, nur zuhur etti mi yok olur. 4660
- سایههایی که بود جویای نور ** نیست گردد چون کند نورش ظهور
- Âşık, başını verince akıl kalır mı gayrı? Her şey helâk bulur, yalnız onun hakikati kalır.
- عقل کی ماند چو باشد سرده او ** کل شیء هالک الا وجهه
- Onun hakikatine karşı var da yok olur, yok da. Yoklukta varlık… Bu, pek acayip bir şey!
- هالک آید پیش وجهش هست و نیست ** هستی اندر نیستی خود طرفهایست
- Bu makamda akıllar elden çıkar, kalem buraya vardı mı kırılır, bir şey yazamaz olur!
- اندرین محضر خردها شد ز دست ** چون قلم اینجا رسیده شد شکست
- Sevgilinin, kendine gelsin diye âşığına iltifat etmesi
- نواختن معشوق عاشق بیهوش را تا به هوش باز آید
- Sadr-ı Cihan, o âşığı yavaş, yavaş istiğrak âleminden çekmekte, söz söyleme makamına getirmekteydi.
- میکشید از بیهشیاش در بیان ** اندک اندک از کرم صدر جهان
- Padişah âşığın kulağına dedi ki: “Ey yoksul, eteğini aç, sana altın saçmaya geldim. 4665
- بانگ زد در گوش او شه کای گدا ** زر نثار آوردمت دامن گشا
- Canın ayrılığımla halecan içindeydi… İmdadına geldim, nasıl oldu da ürküp kaçtı?
- جان تو کاندر فراقم میطپید ** چونک زنهارش رسیدم چون رمید
- Ey ayrılığımla dünyanın soğuğunu, sıcağını, kahrını, kahrını, lütfunu gören âşık, kendine gel, dön geriye!
- ای بدیده در فراقم گرم و سرد ** با خود آ از بیخودی و باز گرد
- Akılsız bir tavuk, deveyi evine konuk götürür.
- مرغ خانه اشتری را بی خرد ** رسم مهمانش به خانه میبرد
- Fakat deve, tavuğun evine ayak atar atmaz ev yıkılır, dam çöker!
- چون به خانه مرغ اشتر پا نهاد ** خانه ویران گشت و سقف اندر فتاد
- Bizim aklımız, fikrimiz de tavuk kümesinden ibaret. Salih’in aklıysa Allah devesini arar. 4670
- خانهی مرغست هوش و عقل ما ** هوش صالح طالب ناقهی خدا
- Deve, başını suya, toprağa daldırınca orada ne toprak kalır, ne can, ne gönül.
- ناقه چون سر کرد در آب و گلش ** نه گل آنجا ماند نه جان و دلش
- Aşk öyle bir fazilettir ki insanı faziletler sahibi yapar… Fakat insan, bu haddinden fazla dileyiş yüzünden hem pek zalimdir, ham de pek cahil!
- کرد فضل عشق انسان را فضول ** زین فزونجویی ظلومست و جهول
- İnsan hakikaten bilgisizdir; Hele bu müşkül avda büsbütün bilgisiz. Bir tavşan, aslanı kucaklamaya çalışıyor!
- جاهلست و اندرین مشکل شکار ** میکشد خرگوش شیری در کنار
- Eğer aslanı bilseydi, görseydi hiç kucaklamaya kalkışır mıydı, buna imkân mı var?
- کی کنار اندر کشیدی شیر را ** گر بدانستی و دیدی شیر را
- İnsan, canına da zulmeder, nefsine de… Fakat şu zulme bak, şu zulmü gör ki adaletlerden bile topu kapar, adaletlerden bile üstündür, ileridir. 4675
- ظالمست او بر خود و بر جان خود ** ظلم بین کز عدلها گو میبرد
- Bilgisizliği ilimlere üstattır… Zulmü, adaletlere doğru yol gösterir.
- جهل او مر علمها را اوستاد ** ظلم او مر عدلها را شد رشاد
- Sadr-ı Cihan, bu nefesi kesilmiş âşık, ona ben nefes bağışlayınca dirilir, kendine gelir diye âşığın elini tuttu,
- دست او بگرفت کین رفته دمش ** آنگهی آید که من دم بخشمش
- “Bu bedeni ölü, bu canı uyanık âşık, benimle diriliyor. Şu halde o, benim canım… Bana yüz tutuyor.
- چون به من زنده شود این مردهتن ** جان من باشد که رو آرد به من
- Ben onu bu candan yücelteyim, bu cana muhtaç olmasın. Ona bir can bağışlayayım da ihsanımı onunla görsün!
- من کنم او را ازین جان محتشم ** جان که من بخشم ببیند بخششم
- Nâmahrem can, sevgilinin yüzünü göremez. Dostun yüzünü ancak aslı onun civarında olan can görür. 4680
- جان نامحرم نبیند روی دوست ** جز همان جان کاصل او از کوی اوست
- Bu dosta kasap gibi üfüreyim de o lâtif ruhu derisinden çıksın deyip,
- در دمم قصابوار این دوست را ** تا هلد آن مغز نغزش پوست را
- Âşıka “Ey belâlar yüzünden bedeni terk edip giden can, vuslat kapımızı açtık, gel gel!
- گفت ای جان رمیده از بلا ** وصل ما را در گشادیم الصلا
- Ey varlığımız, yokluğuna, sarhoşluğuna sebep olan… Ey varlığı, varlığımızdan ibaret bulunan âşık!
- ای خود ما بیخودی و مستیات ** ای ز هست ما هماره هستیات
- Şimdi ben sana dilsiz, dudaksız yeniden yeniye eski sırlar söyleyeceğim dinle!
- با تو بی لب این زمان من نو بنو ** رازهای کهنه گویم میشنو
- Dilsiz, dudaksız söyleyeceğim, çünkü şu diller, dudaklar, bu nefesten ürkerler. Bu nefes, gizli bir ırmağın kıyısında yetişir, meyve verir! 4685
- زانک آن لبها ازین دم میرمد ** بر لب جوی نهان بر میدمد
- Şimdi can kulağını aç da “Allah dilediğini yapar sırrını duymaya hazırlan” dedi.
- گوش بیگوشی درین دم بر گشا ** بهر راز یفعل الله ما یشا
- Âşık, vuslata çağrıldığını duyunca yavaş yavaş kımıldanmaya başladı.
- چون صلای وصل بشنیدن گرفت ** اندک اندک مرده جنبیدن گرفت
- Âşık, topraktan da aşağıyı değil ya… Toprak bile sabah rüzgârının işvesiyle yeşiller giyinir, yokluktan başını kaldırır!
- نه کم از خاکست کز عشوهی صبا ** سبز پوشد سر بر آرد از فنا
- Meniden de aşağı değil ya… Meni bile Allah emrini duyar da güneş yüzlü Yusuflar meydana getirir!
- کم ز آب نطفه نبود کز خطاب ** یوسفان زایند رخ چون آفتاب
- Rüzgârdan da aşağı değil ya… Kün emrini işitir de rahimde tavus olur, güzel güzel söz söyleyen kuş kesilir! 4690
- کم ز بادی نیست شد از امر کن ** در رحم طاوس و مرغ خوشسخن
- Taştan, topraktan meydana gelen dağdan da aşağı değil ya... Deve doğurur da o deveden de deve yavrusu doğar!
- کم ز کوه سنگ نبود کز ولاد ** ناقهای کان ناقه ناقه زاد زاد
- Bunların hepsini bir tarafa bırak, yokluk koskoca bir âlem doğurmadı mı? Hâlâ da her an bütün varlıklar ondan doğmuyor mu?
- زین همه بگذر نه آن مایهی عدم ** عالمی زاد و بزاید دم بدم
- Âşık, sıçradı, titredi, neşeli neşeli bir iki döndü, bir iki çark vurdu… Yere kapandı, secdeye vardı!
- بر جهید و بر طپید و شاد شاد ** یک دو چرخی زد سجود اندر فتاد
- Âşığın kendine gelmesi ve sevgiliyi övmeye başlaması sevgilinin şükretmesi
- با خویش آمدن عاشق بیهوش و روی آوردن به ثنا و شکر معشوق
- Dedi ki: “Ey çevresinde canın tavaf edip durduğu Allah ankası… Şükrolsun, kaf dağından geri döndük,
- گفت ای عنقای حق جان را مطاف ** شکر که باز آمدی زان کوه قاف
- Ey aşkın kıyamet yerinde İsrafillik eden sevgili… Ey aşkın aşkı, ey aşkın dileği! 4695
- ای سرافیل قیامتگاه عشق ** ای تو عشق عشق و ای دلخواه عشق