- Âşıksın, sarhoşsun, dilin açılmış… Allah, Allah… Sen, oluk üstünde bir devesin!
- عاشق و مستی و بگشاده زبان ** الله الله اشتری بر ناودان
- Dil, onun sırrından, onun nazından bahse kalkıştı mı gök, “Ey hakikatini güzelce örten Allah” demeye başlar.
- چون ز راز و ناز او گوید زبان ** یا جمیل الستر خواند آسمان
- Fakat aşkı örtmek nedir? Ateşi yün ve pamuk içinde gizlemek! Ne kadar örtersen o kadar meydana çıkar!
- ستر چه در پشم و پنبه آذرست ** تا همیپوشیش او پیداترست
- Ben, onu örtmeye çalıştım mı o, bayrak gibi başkaldırır, işte buracıktayım der.
- چون بکوشم تا سرش پنهان کنم ** سر بر آرد چون علم کاینک منم
- Benim inadıma o, iki kulağımdan yakalar da, a kendi bildiğine giden, beni nasıl örteceksin, nasıl gizleyeceksin? Hadi, gizle bakalım der. 4735
- رغم انفم گیردم او هر دو گوش ** کای مدمغ چونش میپوشی بپوش
- Derim ki: Hadi git, coşmuşsun ama can gibi hem meydandasın, hem gizli!
- گویمش رو گرچه بر جوشیدهای ** همچو جان پیدایی و پوشیدهای
- Der ki: Bu tenim küp içinde mahpus… Fakat şarap gibi küp içinde ıslık çalmaktayım!
- گوید او محبوس خنبست این تنم ** چون می اندر بزم خنبک میزنم
- Derim ki: bir yere rehin olmadan, sarhoşluk afeti gelmeden çekil, git.
- گویمش زان پیش که گردی گرو ** تا نیاید آفت مستی برو
- Der ki: İçimi güzel lâtif kadehin içinde ta akşam namazı vaktine kadar gündüzün dostuyum.
- گوید از جام لطیفآشام من ** یار روزم تا نماز شام من
- Akşam gelip de kadehimi çaldı mı, ona daha benim akşamım gelmedi, kadehimi ver derim! 4740
- چون بیاید شام و دزدد جام من ** گویمش وا ده که نامد شام من
- Şarap içmeye alışmış olan, şaraba doyamaz. Arap, onun için şaraba müdam adını taktı,
- زان عرب بنهاد نام می مدام ** زانک سیری نیست میخور را مدام
- Hakikat şarabını aşk, kaynatır coşturur. Doğru sözlü, doğru özlü âşıka gizlice saiklik eden aşktır.
- عشق جوشد بادهی تحقیق را ** او بود ساقی نهان صدیق را
- Allah inayetiyle aşka ulaşmayı dilersem şarap, can suyudur, sürahi de beden!
- چون بجویی تو بتوفیق حسن ** باده آب جان بود ابریق تن
- Hidayet şarabı çoğaldı, arttı mı şaraptaki kuvvet, sürahiyi kırar.
- چون بیفزاید می توفیق را ** قوت می بشکند ابریق را
- Sâki de su kesilir, sarhoş da… Nasıl olur deme, doğrusunu Allah daha iyi bilir. 4745
- آب گردد ساقی و هم مست آب ** چون مگو والله اعلم بالصواب
- Şaraba vuran ışık, sâkinin ışığıdır… Şarap, bu ışıkla coşar, köpürür, oynar kuvvetlenir!
- پرتو ساقیست کاندر شیره رفت ** شیره بر جوشید و رقصان گشت و زفت
- Gayri sen o şaşkına sor: Sen şarabın bu halini ne vakit gördün?
- اندرین معنی بپرس آن خیره را ** که چنین کی دیده بودی شیره را
- Düşünceye hacet yok, her bilinene aşikârdır: Coşana elbette bir coşturan var!
- بی تفکر پیش هر داننده هست ** آنک با شوریده شوراننده هست
- Uzun bir ayrılığa düşmüş, çok maceralar geçirmiş bir âşığın hikâyesi
- حکایت عاشقی دراز هجرانی بسیار امتحانی
- Bir delikanlı, kızın birine delicesine âşık olmuştu. Fakat bir türlü vuslat zamanı gelmiyordu.
- یک جوانی بر زنی مجنون بدست ** میندادش روزگار وصل دست
- Aşk ona yeryüzünde bir hayli işkenceler etmişti. Aşk neden, önce âşıka kinlenir? 4750
- بس شکنجه کرد عشقش بر زمین ** خود چرا دارد ز اول عشق کین
- Neden, önce kanlı katil gibi davranır? Doğru âşık olmayan kaçsın, aşktan vazgeçsin diye!
- عشق از اول چرا خونی بود ** تا گریزد آنک بیرونی بود
- O delikanlı da kadına birisini yollasa o yolladığı adam, hasedinden zavallının yolunu vururdu.
- چون فرستادی رسولی پیش زن ** آن رسول از رشک گشتی راهزن
- Sevgilisine bir mektup yazıp yollasa okuyan, kelimeleri yanlış okurdu.
- ور بسوی زن نبشتی کاتبش ** نامه را تصحیف خواندی نایبش
- Sabah rüzgârını, vefatını arz etmek üzere gönderse rüzgâr, toza dumana gark olur, kararırdı.
- ور صبا را پیک کردی در وفا ** از غباری تیره گشتی آن صبا
- Kuşun kanadına bir kâğıt parçası bağlayıp uçursa kâğıttaki ateşli sözlerden kuşun kanadı yanardı. 4755
- رقعه گر بر پر مرغی دوختی ** پر مرغ از تف رقعه سوختی
- Allah’ın kıskançlığı çare yollarını bağlamış, düşünce askerinin bayrağını kırmıştı!
- راههای چاره را غیرت ببست ** لشکر اندیشه را رایت شکست
- Önceleri bekleyiş, gamına munisti… Sonradan bekleyiş, o bekleyişi de kırdı, geçirdi, mahvetti!
- بود اول مونس غم انتظار ** آخرش بشکست کی هم انتظار
- Gâh derdi ki: Bu derdin devası yok… Gâh derdi ki: Hayır… Bu dert bizim, canımıza can ve hayat!
- گاه گفتی کین بلای بیدواست ** گاه گفتی نه حیات جان ماست
- Gâh varlığı galebe eder, bir şeyler yapmaya niyetlenirdi; gâh yokluğa düşer, yokluktan meyveler yer, gıdalanırdı.
- گاه هستی زو بر آوردی سری ** گاه او از نیستی خوردی بری
- Nihayet bu hale bir çare bulamayıp ümitsizliğe düşünce birlik kaynağı kızıştı, coştu! 4760
- چونک بر وی سرد گشتی این نهاد ** جوش کردی گرم چشمهی اتحاد
- Gurbet azıksızlığıyla azıklanınca azıksızlık azığı, çaresizlik çaresi, ona doğru koştu!
- چونک با بیبرگی غربت بساخت ** برگ بیبرگی به سوی او بتاخت
- Düşünce salkımları çöpsüz bir hale geldi… O âşık, ay gibi gece yolcularına kılavuz kesildi!
- خوشههای فکرتش بیکاه شد ** شبروان را رهنما چون ماه شد
- Nice güzel sözlü dudular vardır ki susarlar… Nice tatlı özlüler vardır ki ekşi yüzlüdürler!
- ای بسا طوطی گویای خمش ** ای بسا شیرینروان رو ترش
- Yürü, bir an mezarlığa var da susarak otur. O söz söyleyip duran susmuşları gör!
- رو به گورستان دمی خامش نشین ** آن خموشان سخنگو را ببین
- Onların topraklarını bir renkte, bir halde görürsün ama halleri bir değildir ki! 4765
- لیک اگر یکرنگ بینی خاکشان ** نیست یکسان حالت چالاکشان
- Dirilerin da yağları, etleri bir… Fakat birisi gamlı, öbürü neşeli!
- شحم و لحم زندگان یکسان بود ** آن یکی غمگین دگر شادان بود
- Sözlerini duymadıkça hallerini ne bileceksin. Halleri senden gizli kalır.
- تو چه دانی تا ننوشی قالشان ** زانک پنهانست بر تو حالشان
- Söyletsen de sözlerinden ancak bir hay huydur duyarsın. Yüz kat gizli olan hallerini nereden göreceksin ki?
- بشنوی از قال های و هوی را ** کی ببینی حالت صدتوی را
- Bir olan suretimizde bile birbirine zıt vasıflar var. Toprak da bir ama ruhlar ayrı ayrı!
- نقش ما یکسان بضدها متصف ** خاک هم یکسان روانشان مختلف
- Seslerde böyle… Ses olmak bakımından bir, fakat birisinin sesi dertli, öbürünün nazlı, edalı! 4770
- همچنین یکسان بود آوازها ** آن یکی پر درد و آن پر نازها
- Savaşta atların kişnemelerini… Koşuşup uçuşurken kuşların cıvıltılarını duyarsın ya…
- بانگ اسپان بشنوی اندر مصاف ** بانگ مرغان بشنوی اندر طواف
- Birisi kızgınlığından, hasedinden, öbürü arkadaşlarıyla birleşme yüzünden kişner, cıvıldar. Biri derdinden bağırır, öbürü neşesinden!
- آن یکی از حقد و دیگر ز ارتباط ** آن یکی از رنج و دیگر از نشاط
- Fakat onların hallerini anlamaktan uzak olana göre o sesler hep birdir!
- هر که دور از حالت ایشان بود ** پیشش آن آوازها یکسان بود
- O ağaç baltadan titrer, şu ağaç seher yelinden!
- آن درختی جنبد از زخم تبر ** و آن درخت دیگر از باد سحر
- Bu arada kalası tencere yüzünden çok yanıldım… Çünkü kapağı kaynıyor! 4775
- بس غلط گشتم ز دیگ مردریگ ** زانک سرپوشیده میجوشید دیگ
- Doğrulukla kaynayan da o kaynayışıyla, o coşkunluğuyla seni çağırır, gel der… Yalanla, riya ile kaynayan da!
- جوش و نوش هرکست گوید بیا ** جوش صدق و جوش تزویر و ریا
- Eğer insanları yüzlerinden tanıyan candan bir koku almadıysan, eğer o kabiliyet sende yoksa yürü… Kokudan anlayan bir dimağa sahip olmaya çalış!
- گر نداری بو ز جان روشناس ** رو دماغی دست آور بوشناس
- O gül bahçesinde dönüp dolaşan dimağa sahip olmaya uğraş… Yakupların gözünü bile o dimağ, aydınlatır.
- آن دماغی که بر آن گلشن تند ** چشم یعقوبان هم او روشن کند
- Hadi, o gönlü hasta âşıkın ahvalini anlat… Oğul, neye Buhara’lı âşıktan uzak düştün.
- هین بگو احوال آن خستهجگر ** کز بخاری دور ماندیم ای پسر
- Âşığın mâşukunu bulması, arayan mutlaka bulur, bir zerre miktarı hayırda bulunan, hayrının mükâfatını görür
- یافتن عاشق معشوق را و بیان آنک جوینده یابنده بود کی و من یعمل مثقال ذرة خیرا یره
- O delikanlı, tam yedi yıl sevgilisini aradı, durdu; vuslat hayaliyle hayale döndü! 4780
- کان جوان در جست و جو بد هفت سال ** از خیال وصل گشته چون خیال