- Darvan’lıların hikâyesini okumadın mı? Okuduysan niçin hileye sapmakta ısrar edip duruyorsun?
- قصهی اصحاب ضروان خواندهای ** پس چرا در حیلهجویی ماندهای
- Birkaç akrep iğneli kişi, birkaç yoksulun rızkını çarpmak için hileye, düzene giriştiler. 475
- حیله میکردند کزدمنیش چند ** که برند از روزی درویش چند
- Gece vakti, sabaha kadar birkaç, Amır’la Bekir, yüz yüze verip hile düşündüler.
- شب همه شب میسگالیدند مکر ** روی در رو کرده چندین عمرو و بکر
- Sırlarını, Allah anlamasın diye gizli söylüyorlardı.
- خفیه میگفتند سرها آن بدان ** تا نباید که خدا در یابد آن
- Sıvacıya çamur sıvamaya koyuldular. Hiç, el, gönülden gizli bir iş yapabilir mi?
- با گل انداینده اسگالید گل ** دست کاری میکند پنهان ز دل
- Allah, “Seni yaratan, düşünceni, gizli konuşuşunda, fısıltısında doğruluk mu var, hile mi… bunu hiç bilmez mi?” buyurdu.
- گفت الا یعلم هواک من خلق ** ان فی نجواک صدقا ام ملق
- Sabahleyin yola çıkanı gözüyle gören, ertesi gün nereye konacak, bundan sonra nasıl gâfil olur? 480
- گفت یغفل عن ظعین قد غدا ** من یعاین این مثواه غدا
- Yüzünü nereye döndürdüğünü, sayısını, yolunu, yordamını, ineceği, çıkacağı yeri nasıl bilmez?
- اینما قد هبطا او صعدا ** قد تولاه و احصی عددا
- Şimdi sen de kulağını gafletten temizle de o dertlinin ayrılık derdini dinle.
- گوش را اکنون ز غفلت پاک کن ** استماع هجر آن غمناک کن
- Onun derdine kulak astın, elemlerini dinledin mi bil ki bu, o dertliye verdiğin bir zekâttır.
- آن زکاتی دان که غمگین را دهی ** گوش را چون پیش دستانش نهی
- Gönül hastalarının dertlerini dinler, yüce canın su ve toprak ihtiyacını anlarsan, bu bir zekâttır.
- بشنوی غمهای رنجوران دل ** فاقهی جان شریف از آب و گل
- Dertli adamın tereddütle dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun. 485
- خانهی پر دود دارد پر فنی ** مر ورا بگشا ز اصغا روزنی
- Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül yurdunda o acı duman azalır.
- گوش تو او را چو راه دم شود ** دود تلخ از خانهی او کم شود
- Yolcu, eğer yüce Allah’a gidiyorsa bize dertdaş ol, derdimize çare bul.
- غمگساری کن تو با ما ای روی ** گر به سوی رب اعلی میروی
- Bu tereddüt, bir hapistir, bir zindandır. Canın bir tarafa gitmesine müsaade etmez ki.
- این تردد حبس و زندانی بود ** که بنگذارد که جان سویی رود
- Bu şu tarafa çeker, o bu tarafa. Her biri, doğru yol benim der.
- این بدین سو آن بدان سو میکشد ** هر یکی گویا منم راه رشد
- Bu tereddüt, Allah yolunun tuzağı, sarp yeridir. Ne mutlu ayağı çözük kişiye. 490
- این تردد عقبهی راه حقست ** ای خنک آن را که پایش مطلقست
- O, doğru yolda tereddütsüz gider. Eğer yol bilmiyorsan öyle bir hür adamın adımı nerede? Onu ara!
- بیتردد میرود در راه راست ** ره نمیدانی بجو گامش کجاست
- Ceylânın izini izle, her şeyden kurtulmuş bir halde yola düş de onun izini izleye, izleye nihayet miske erişesin.
- گام آهو را بگیر و رو معاف ** تا رسی از گام آهو تا بناف
- Bu çeşit yürüyüşle zahiren ateşe bile girsen yine apaydın yücelere kadar varırsın.
- زین روش بر اوج انور میروی ** ای برادر گر بر آذر میروی
- Mademki “Korkma” hitabını duydun, ne denizden korkun var ne dalgadan, ne köpükten!
- نه ز دریا ترس نه از موج و کف ** چون شنیدی تو خطاب لا تخف
- Allah, sana Hak korkusunu verdi mi bunu “Korkma” hitabı say. Sana tabak yolladı mı ekmek de yollayacak demektir. 495
- لا تخف دان چونک خوفت داد حق ** نان فرستد چون فرستادت طبق
- Korku, korkusu olmayan adamındır. Dert, burada dönüp dolaşmayan kimsenindir.
- خوف آن کس راست کو را خوف نیست ** غصهی آن کس را کش اینجا طوف نیست
- Şehirlinin köye gitmesi
- روان شدن خواجه به سوی ده
- Şehirli, işe koyuldu, hazırlığını tamamladı, azim kuşu köye doğru koşmaya, uçmağa başladı.
- خواجه در کار آمد و تجهیز ساخت ** مرغ عزمش سوی ده اشتاب تاخت
- Ehli, çoluğu, çocuğu da yol hazırlığını görüp eşyalarını azim öküzüne yüklediler.
- اهل و فرزندان سفر را ساختند ** رخت را بر گاو عزم انداختند
- Neşeli bir halde koşa koşa yola düştüler. “Köyden istifadeler edeceğiz, bize köyden müjde ver, müjde!” diye diye köye doğru yöneldiler.
- شادمانان و شتابان سوی ده ** که بری خوردیم از ده مژده ده
- “Gittiğimiz yer güzel bir çayırlık, çimenlik. Orada da sevdiğimiz kerem sahibi bir dostumuz var. 500
- مقصد ما را چراگاه خوشست ** یار ما آنجا کریم و دلکشست
- Bizi binlerce istekle çağırdı. Bizim için ihsan ağacını dikti.
- با هزاران آرزومان خوانده است ** بهر ما غرس کرم بنشانده است
- Uzun kışın azığını köyden tedarik edip şehre getiririz gayri.
- ما ذخیرهی ده زمستان دراز ** از بر او سوی شهر آریم باز
- Hatta dostumuz, bağını bile bize bağışlar. Bize canında yer verir.
- بلک باغ ایثار راه ما کند ** در میان جان خودمان جا کند
- Yoldaşlar, çabuk olun da istifadeler edelim” diyorlardı. Fakat akıl, içeriden içeri “Övünmeyin!”
- عجلوا اصحابنا کی تربحوا ** عقل میگفت از درون لا تفرحوا
- Allah faydasıyla faydalanın. Şüphe yok, Rabbim, sevinen, öğünen kişileri sevmez. 505
- من رباح الله کونوا رابحین ** ان ربی لا یحب الفرحین
- Allah’ın size ihsan ediverdiği şeylere sevinin, neşelenin. Sizi işgal eden şey, sizi Hak’tan alıkor aldatır.
- افرحوا هونا بما آتاکم ** کل آت مشغل الهاکم
- Gamdan neşelenen, ondan başka bir şeyden neşelenme, sevinme. Dert ve gam bahardır, başka şeyler kış!
- شاد از وی شو مشو از غیر وی ** او بهارست و دگرها ماه دی
- Ondan başka her şey, seni yavaş, yavaş helâke doğru götüren düşüncelerindir. İsterse sana taç, taht, mal, mülk olsun!
- هر چه غیر اوست استدراج تست ** گرچه تخت و ملکتست و تاج تست
- Gamdan sevin… Gam vuslat tuzağıdır. Bu yolda aşağıya düşüş, hakikatte yükseliştir.
- شاد از غم شو که غم دام لقاست ** اندرین ره سوی پستی ارتقاست
- Gam bir hazinedir. Senin zahmet ve meşakkat çekişine maden. Fakat bu söz, çocuklara nerden tesir edecek? 510
- غم یکی گنجیست و رنج تو چو کان ** لیک کی در گیرد این در کودکان
- Çocuklar, oyun adını duydular mı hepsi de yaban eşeğiyle yarışa girişirler.
- کودکان چون نام بازی بشنوند ** جمله با خر گور هم تگ میدوند
- Ey yaban eşekleri, bu yanda tuzaklar var. Bu yandaki tuzaklarda kan içiciler var.
- ای خران کور این سو دامهاست ** در کمین این سوی خونآشامهاست
- Oklar uçuşup durmakta, yay, gayb âleminde gizli. Gençlere yüzlerce ihtiyarlık okları erişmekte.
- تیرها پران کمان پنهان ز غیب ** بر جوانی میرسد صد تیر شیب
- Gönül ovasına adım atmak gerek. Çünkü bu ovada ferahlık, genişlik, neşe olamaz.
- گام در صحرای دل باید نهاد ** زانک در صحرای گل نبود گشاد
- Dostlar, gönül, eminliktir, huzur yeridir. Orada kaynaklar, gül bahçeleri içinde gül bahçeleri var. 515
- ایمن آبادست دل ای دوستان ** چشمهها و گلستان در گلستان
- Yolcu, kalbe yürü, orada seyret, orada gez dolaş. Ağaçlar var orada, akan sular var orada.
- عج الی القلب و سر یا ساریه ** فیه اشجار و عین جاریه
- Köye gitme. Köy, adamı ahmak bir hâle sokar… Aklı nursuz, fersiz bir hâle getirir.
- ده مرو ده مرد را احمق کند ** عقل را بی نور و بی رونق کند
- Ey seçilmiş temiz adam, Peygamber’in sözünü dinle. Köyde yurt tutmak, aklın mezarıdır.
- قول پیغامبر شنو ای مجتبی ** گور عقل آمد وطن در روستا
- Köyde sabah, akşam bir gün kalan kişinin aklı, bir ay yerine gelemez.
- هر که را در رستا بود روزی و شام ** تا بماهی عقل او نبود تمام
- Tam bir ay onun ahmaklığı gitmez. Köy otlarından da bundan başka ne biçilebilir ki? 520
- تا بماهی احمقی با او بود ** از حشیش ده جز اینها چه درود
- Köyde bir ay kalan kişi, nice zaman bilgisiz ve kör kalır.
- وانک ماهی باشد اندر روستا ** روزگاری باشدش جهل و عمی
- Köy nedir? Hakikate ulaşmamış, elini taklit ve huccete atmış şeyh!
- ده چه باشد شیخ واصل ناشده ** دست در تقلید و حجت در زده
- Aklı kül şehrine karşı bu duygular, gözleri bağlı değirmen eşeklerine benzer.
- پیش شهر عقل کلی این حواس ** چون خران چشمبسته در خراس