English    Türkçe    فارسی   

3
4791-4810

  • Bula bula gönlüne kasvet veren, gönlünü karartan bu iki misali bulur… Fakat bahtsızlık, gönlüne bundan başka bir misal getirebilir mi ki?
  • این دو را گیرد که تاریکی دهد ** در دلش ادبار جز این کی نهد
  • Nice kişiler vardır ki neşeli neşeli ekmek yerken ekmek, boğazlarına durur, ölümlerine sebep olur!
  • بس کسا که نان خورد دلشاد او ** مرگ او گردد بگیرد در گلو
  • A musibet, sen de ekmek yeme de onun gibi kötülüğe uğrama bari!
  • پس تو ای ادبار رو هم نان مخور ** تا نیفتی همچو او در شور و شر
  • Nice yüz binlerce adam da vardır ki ekmek yer, kuvvetlenir, can besler.
  • صد هزاران خلق نانها می‌خورند ** زور می‌یابند و جان می‌پرورند
  • Ezelden mahrum ve bir ahmağın oğlu değilsen o arada bir olup gelen şeye neden saplandın? 4795
  • تو بدان نادر کجا افتاده‌ای ** گر نه محرومی و ابله زاده‌ای
  • Şu âlem, güneşin, ayın nuruyla dopdolu da o, başını kuyunun dibine eğmiş.
  • این جهان پر آفتاب و نور ماه ** او بهشته سر فرو برده به چاه
  • “Aydınlık var diyorlar, bu söz doğruysa nerede, hani?” deyip duruyor. A alçak, başını kuyudan kaldır da bak!
  • که اگر حقست پس کو روشنی ** سر ز چه بردار و بنگر ای دنی
  • Bütün dünya… Doğu, batı, o nurla nurlanmış… Fakat sen kuyudayken o nur, sana vurmaz ki!
  • جمله عالم شرق و غرب آن نور یافت ** تا تو در چاهی نخواهد بر تو تافت
  • Kuyuyu bırak, köşklere, bağlara git; burada inat edip durma, inat meş’umdur denmiş!
  • چه رها کن رو به ایوان و کروم ** کم ستیز اینجا بدان کاللج شوم
  • Kendine gel, filân adam filân yıl ekin ektide mahsulünü çekirgeler yedi… 4800
  • هین مگو کاینک فلانی کشت کرد ** در فلان سالی ملخ کشتش بخورد
  • Ben neye ekeyim, burası korkulu bir yer… Neden elimdeki buğdayı yerlere saçayım deme.
  • پس چرا کارم که اینجا خوف هست ** من چرا افشانم این گندم ز دست
  • Ekin ekmeyi terk etmeyen, işten güçten kalmayan ekti de sen, kör gibi durup dururken ambarlar doldurdu.
  • و آنک او نگذاشت کشت و کار را ** پر کند کوری تو انبار را
  • O delikanlı da ümitle, neşeyle bir kapıyı çalıp duruyordu; nihayet bir gün sevgilisini tenhaca buldu, vuslatına erdi.
  • چون دری می‌کوفت او از سلوتی ** عاقبت در یافت روزی خلوتی
  • Bir gece bekçinin korkusundan kaçıp bir bağa girdi. Orada sevgilisini mum gibi buluverdi.
  • جست از بیم عسس شب او به باغ ** یار خود را یافت چون شمع و چراغ
  • O sebebi halk eden Allah’a o anda hamd ederek dedi ki. “Yarabbi, sen bekçiye rahmet et!” 4805
  • گفت سازنده‌ی سبب را آن نفس ** ای خدا تو رحمتی کن بر عسس
  • Bilinmez, anlaşılmaz sebepler halk etmişsin. Beni cehennem kapısından cennete almışsın!
  • ناشناسا تو سببها کرده‌ای ** از در دوزخ بهشتم برده‌ای
  • Hiç kimseyi, hiçbir şeyi hor görmeyeyim diye şu işe bunu sebep ettin.
  • بهر آن کردی سبب این کار را ** تا ندارم خوار من یک خار را
  • Ayak kırıldı mı Allah kanat ihsan eder. Kuyunun dibinden bile bir kapı açar da.
  • در شکست پای بخشد حق پری ** هم ز قعر چاه بگشاید دری
  • Sen ağaç üstünde ol, kuyu dibinde bulun, buna bakma… Beni gör, bana bak ki yolun anahtarı benim, yolu ben açarım der!”
  • تو مبین که بر درختی یا به چاه ** تو مرا بین که منم مفتاح راه
  • Kardeşim, gayrı bu hikâyenin arda kalan kısmını anlamak istersen dördüncü ciltte ara! 4810
  • گر تو خواهی باقی این گفت و گو ** ای اخی در دفتر چارم بجو