English    Türkçe    فارسی   

3
523-572

  • Aklı kül şehrine karşı bu duygular, gözleri bağlı değirmen eşeklerine benzer.
  • Bunu geç de hikâyeye giriş, inciyi bırak. Buğday tanesini ele al.
  • İnciye yol yoksa hemencecik buğdayı al. O tarafa yol yoksa bu tarafa at sür. 525
  • Zahir, eğri büğrü uçsa bile sen zahirine bak. Zahir, nihayet insanı bâtına götürür.
  • Her insanın evveli suretten ibarettir. Ondan sonra can gelir ki can, manevi güzellik, ahlâk güzelliğidir.
  • Her meyvenin evveli suretten başka nedir ki? Ondan sonra lezzet gelir ki lezzet, meyvenin manasıdır.
  • Önce çadır kurarlar da sonra Türkü konuk çağırırlar.
  • Bil ki suretin çadırıdır, mânan Türk. Mânan bil ki kaptandır, suretin gemi! 530
  • Allah için şunu bir nefes olsun bırak da şehirlinin eşeği çanını çalsın!
  • Şehirliyle akrabasının köye gitmeleri
  • Şehirli ve çoluğu, çocuğu hazırlıklarını tamamladılar, eşyalarını katırlara yükleyip köye doğru yollandılar.
  • Hayvanlarını neşeli neşeli sürmekte, “Sefer edin de ganimet bulun” demekteydiler.
  • Ay, sefer ede ede Keyhusrev olur. Tolunay hâline gelir. Sefer etmeksizin nasıl padişah kesilir ki?
  • Beydak, seferle satrancın en üst hanesi olan ferzin hanesine gelir, ferzin olur. Yusuf, seferden faydalanır, yüzlerce muradına erişir. 535
  • Onların da gündüzün yüzlerini güneş yakıyor, geceleyin yıldızla yol buluyorlar,
  • Kötü yol, onlara güzelleşiyor, köyün neşesiyle cennet gibi görünüyor, bu suretle gidip duruyorlardı.
  • Acı, tatlı dudakların tesiriyle tatlılaşır, diken, gül bahçesi dolayısıyla gönül çeker bir hâle gelir.
  • Ebu Cehil karpuzu, sevgili yüzünden hurma kesilir, ev, evdeki dost yüzünden ova olur.
  • Gül yanaklı, ay yüzlü bir dilberin vuslatı ümidiyle nice nazeninler diken zahmetini çekerler. 540
  • Ay yüzlü sevgilisi yüzünden niceler sırtı yaralı hamal olmuştur.
  • Gece gelsin de ay ( yüzlü sevgilinin) yüzünü öpsün diye demirci, yüzünü simsiyah etmiştir.
  • Esnaf, gönlüne bir serviyi diktiğinden akşama kadar dükkânda çarmıha çakılmış gibi bekler durur.
  • Tacir, deniz demez, kara demez yürür durur ama evinde oturan bir sevgilinin aşkıyla koşup yeler.
  • Kimin bir ölüye, bir taşa, toprağa sevdası varsa bir diri yüzlünün sevdasıyla sevdalanmıştır. 545
  • Dülger, tahtaya yüz tutmuştur ama ay yüzlü güzeline hizmet etmek ümidiyle.
  • Sen de bir dirinin ümidiyle çalış, çabala ki o, bir gün sonra cansız bir hale geliversin.
  • Aşağılık yüzünden bir saman çöpünü kendine munis olarak seçme. Onun munisliği ariyettir.
  • Ananla, babanla munistin, Allah’tan başka munislerin sana vefakârsa hani o ünsiyet?
  • Hak’tan gayrı birisiyle dostluk, yerindeyse dadınla, lalanla ünsiyetin ne oldu? 550
  • Sütle, memeyle olan ünsiyetin kalmadı. Mektepten nefret ederdin, o nefret de geldi geçti.
  • O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyasından ibarettir. O akis güneşe gitti.
  • Yiğidim, o ışık nereye düşerse sen ona âşık oluyorsun.
  • Her vara taallûk eden aşkın, Allah vasfından, meydana gelir, o şeyin yaldızından, o şeyin zahirî güzelliğinden değil.
  • O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın tabiatı doyar, onu boşlayıverir. 555
  • Onun yaldızlı, zahirî sıfatlarından ayağını çek. Bilgisizlikle kalpa pek hoş deme.
  • Kalplardaki o hoşluk, o güzellik eğretidir. O süsün, püsün altında süssüzlük vardır.
  • Kalpın üstündeki altın, madenine gider. Sen de onun gittiği madene git.
  • Duvardaki ışık güneşe varır. Sen de sana lâyık olan o güneşe git.
  • Ondan sonrada mademki oluktan vefa görmedin, suyu yağmurdan iste. 560
  • Kurdun tuzağı, kuyruk madeni değildir. O koca kurt, kuyruk madenini nereden tanıyıp bilecek?
  • O aldanmış kişilerde altını çıkınlamış sandılar da köye doğru koştular.
  • Gülerek oynayarak o dolaba doğru çark ura ura yürüdüler.
  • Köye doğru uçan bir kuş görseler sabırsızlıktan elbiselerini yırtıyorlar,
  • Köyden bir adam geliyor görseler yüzünü, gözünü öpüyorlar, 565
  • “Sen bizim dostumuzun yüzünü gördün. Sen, bizim canımızın canısın, bizim gözümüzsün sen” diyorlardı.
  • Mecnun’un, Leylâ’nın civarında oturan bir köpeğe iltifatı
  • Tıpkı Mecnun gibi. O da bir köpeği okşamakta, öpmekte, önünde yanıp erimekteydi.
  • Etrafında eğilip bükülerek onu ululayıp ağırlayarak dönüp dolaşıyor, ona sâf şeker şerbeti veriyordu.
  • Bir herzevekil dedi: “A ham mecnun, bu yapıp durduğun şey ne delilik, ne sersemlik,
  • Köpeğin ağzı daima pis şeyleri yer. Ardını bile diliyle temizler.” 570
  • Köpeğin ayıplarını bir hayli saydı döktü. Zaten ayıp gören gayp âleminin kokusunu bile alamaz.
  • Mecnun dedi ki. “Sen, baştanbaşa suretten, cisimden ibaretsin. Gel de benim gözümle bir bak!