- Şehirli dedi ki: “Bu an, tam kıyamete benzedi: Kardeş, kardeşinden kaçmada!”
- گفت این دم با قیامت شد شبیه ** تا برادر شد یفر من اخیه
- Şehirli, köylüye “ Soframdan fazlasıyla yemek yemedin mi sen? Ben o adam değil miyim?
- شرح میکردش که من آنم که تو ** لوتها خوردی ز خوان من دوتو
- Filan gün sana feşman şey almadım mıydı, seninle buluşup görüşmez miydik? 615
- آن فلان روزت خریدم آن متاع ** کل سر جاوز الاثنین شاع
- Halk, aramızda ki sevgiyi duymuş, işitmiştir. Boğaz, nimet yerse yüz utanır” diye anlatıp duruyor.
- سر مهر ما شنیدستند خلق ** شرم دارد رو چو نعمت خورد حلق
- Köylü de “Saçma sapan ne söylenip duruyorsun ki? Ne seni tanıyorum, ne adını, ne yerini!” diyordu.
- او همیگفتش چه گویی ترهات ** نه ترا دانم نه نام تو نه جات
- Beşinci gece gökyüzünü bulutlar kapladı, bir yağmur başladı ki gök bile bu yağışa şaşa kaldı.
- پنجمین شب ابر و بارانی گرفت ** کاسمان از بارشش دارد شگفت
- Artık bıçak kemiğe dayanınca şehirli “Ev sahibini çağırın” diye kapının halkasını döğmeye başladı.
- چون رسید آن کارد اندر استخوان ** حلقه زد خواجه که مهتر را بخوان
- Köylü, yüzlerce ısrardan sonra nihayet kapıya gelip “Babasının canı ne istersin, ne var” deyince 620
- چون بصد الحاح آمد سوی در ** گفت آخر چیست ای جان پدر
- Şehirli, dedi ki: “Bunca haktan vazgeçtim, bütün zanlarımı, düşüncelerimi terk ettim.
- گفت من آن حقها بگذاشتم ** ترک کردم آنچ میپنداشتم
- Zavallı cancağızım, beş günde bu sıcakta yanıp şu soğukta donarak beş yıllık zahmet çekti.”
- پنجساله رنج دیدم پنج روز ** جان مسکینم درین گرما و سوز
- Bildikten, dosttan, soydan gelen bir cefa, ağyarın üç yüz bin cefasına eşittir.
- یک جفا از خویش و از یار و تبار ** در گرانی هست چون سیصد هزار
- Çünkü insan, eşin dostun cevrü cefada bulunacağını ummaz, tabiatı daima onun lütfuna, vefasına alışmıştır.
- زانک دل ننهاد بر جور و جفاش ** جانش خوگر بود با لطف و وفاش
- İnsanların uğradıkları belâ ve mihnet, dikkat edersen anlarsın ki alışmadıkları şeylerden meydana gelir. 625
- هرچه بر مردم بلا و شدتست ** این یقین دان کز خلاف عادتست
- Şehirli: “Ey sevgi güneşi zevale erişen arkadaş, kanımı bile döksen helâl ederim.
- گفت ای خورشید مهرت در زوال ** گر تو خونم ریختی کردم حلال
- Yalnız şu yağışlı gecede bize bir bucak ver de kıyametten sen de bunun ecrine nail ol” dedi.
- امشب باران به ما ده گوشهای ** تا بیابی در قیامت توشهای
- Köylü, “Orada bağcının sığındığı bir bucak var. Bağcı, o bucakta kurtları bekler.
- گفت یک گوشهست آن باغبان ** هست اینجا گرگ را او پاسبان
- Kurt gelirse öldürmek için eline yayını, okunu alır, bekler durur.
- در کفش تیر و کمان از بهر گرگ ** تا زند گر آید آن گرگ سترگ
- Sen de o zahmeti çekebilirsen ne âlâ, orası senin olsun. Fakat bu işi başaramazsan kendine başka bir yer ara” deyince, 630
- گر تو آن خدمت کنی جا آن تست ** ورنه جای دیگری فرمای جست
- Şehirli dedi ki: “Sana yüzlerce hizmette bulunayım, sen tek yer ver. O yayı, oku da ver elime.
- گفت صد خدمت کنم تو جای ده ** آن کمان و تیر در کفم بنه
- Ben uyumam, üzümleri beklerim. Kurt gelirse tam kellesinden vururum.
- من نخسپم حارسی رز کنم ** گر بر آرد گرگ سر تیرش زنم
- İkiyüzlü münafık. Allah için olsun sen beni gece vakti yağmur altında, çamur üstünde bırakma da!”
- بهر حق مگذارم امشب ای دودل ** آب باران بر سر و در زیر گل
- O bucak boşaltılınca şehirli, çoluk, çocuğuyla beraber o daracık, o dönüp kımıldamağa bile imkânsız yere gitti.
- گوشهای خالی شد و او با عیال ** رفت آنجا جای تنگ و بی مجال
- Selden, mağara bucağına sığınmış çekirgeler gibi âdeta birbirlerinin üstüne binmişlerdi. 635
- چون ملخ بر همدگر گشته سوار ** از نهیب سیل اندر کنج غار
- Bütün gece “Aman Yarabbi, sen acı. Biz değil buna, hatta bunun iki yüz misline bile lâyığız.
- شب همه شب جمله گویان ای خدا ** این سزای ما سزای ما سزا
- Aşağılık kişilerle dost olanın, adam olmayanlara adamlık gösterenlerin lâyığı budur.
- این سزای آنک شد یار خسان ** یا کسی کرداز برای ناکسان
- Ham tamaha düşüp ulular kapısındaki hizmeti bırakan, buna lâyıktır.
- این سزای آنک اندر طمع خام ** ترک گوید خدمت خاک کرام
- Temiz kişilerin taşını, toprağını öpüp yalamak aşağılık adamlara hizmetten, onların bağına, bahçesine nail olmaktan yeğdir.
- خاک پاکان لیسی و دیوارشان ** بهتر از عام و رز و گلزارشان
- Gönlü aydın bir ere kul olmak, padişahların başına taç olmadan daha iyi. 640
- بندهی یک مرد روشندل شوی ** به که بر فرق سر شاهان روی
- Ey yol çavuşu, ey aykırı yollarda koşup duran, sen şu toprak yüzündeki padişahlardan davul sesinden başka bir şey bulamazsın ki.
- از ملوک خاک جز بانگ دهل ** تو نخواهی یافت ای پیک سبل
- Şehirliler bile ruha nispetle yol uran hırsızlardan ibaretken köylü dediğim kim oluyor? Feyizden mahrum bir ahmak!
- شهریان خود رهزنان نسبت بروح ** روستایی کیست گیج و بی فتوح
- Aklına, tedbirine uymayıp gulyabani sesi duyunca o sese tabi olana bu layıktır” diyorlardı.
- این سزای آنک بی تدبیر عقل ** بانگ غولی آمدش بگزید نقل
- Yaptığı işe candan gönülden nâdim oldu, oldu ama artık soğuk soğuk ah etmenin ne faydası var.
- چون پشیمانی ز دل شد تا شغاف ** زان سپس سودی ندارد اعتراف
- Şehirli de bütün gece elinde yayla ok, her yanı gezip dolaşmakta, her tarafta kurt araştırmaktaydı. 645
- آن کمان و تیر اندر دست او ** گرگ را جویان همه شب سو بسو
- Hâlbuki asıl kurt, kıvılcım gibi ona sıçramış, musallat olmuştu da o bundan habersiz hâlâ kurt arıyordu.
- گرگ بر وی خود مسلط چون شرر ** گرگ جویان و ز گرگ او بیخبر
- Sivrisineklerle pireler, kurt gibi o viranede onların başına üşüşmüş, onları yaralayıp duruyordu.
- هر پشه هر کیک چون گرگی شده ** اندر آن ویرانهشان زخمی زده
- İnatçı kurdun saldırması korkusuyla sivrisinekleri kovmaya da mecalleri yoktu.
- فرصت آن پشه راندن هم نبود ** از نهیب حملهی گرگ عنود
- Kurt gelir de sürüye bir ziyan verirse köylü şehirlinin saçını, sakalını yolardı.
- تا نباید گرگ آسیبی زند ** روستایی ریش خواجه بر کند
- Dertleri aşırı bir derecede, yürekleri ağızlarına gelmiş bir hâlde beklerken, 650
- این چنین دندانکنان تا نیمشب ** جانشان از ناف میآمد به لب
- Ansızın bir tepeden saldırıp gelmekte olan bir kurt karaltısı göründü.
- ناگهان تمثال گرگ هشتهای ** سر بر آورد از فراز پشتهای
- Şehirli, yayını kurup bir ok attı, hayvanı vurdu, tepeden aşağı düşürdü.
- تیر را بگشاد آن خواجه ز شست ** زد بر آن حیوان که تا افتاد پست
- Hayvan düşerken bir yellendi. Köylü, duyup eyvah dedi, ellerini dizlerine vurdu.
- اندر افتادن ز حیوان باد جست ** روستایی های کرد و کوفت دست
- “Be hey mürüvvetsiz, eşeğimin sıpasını vurdun” dedi. Şehirli, “Yok canım, dev gibi kurt.
- ناجوامردا که خرکرهی منست ** گفت نه این گرگ چون آهرمنست
- Karaltısına baksana, kurdun ta kendisi. Şeklinden de kurt olduğu anlaşılıp duruyor” dediyse de, 655
- اندرو اشکال گرگی ظاهرست ** شکل او از گرگی او مخبرست
- Köylü, “Hayır. Yellendi ya... Tanıdım ben. Onun yellenmesini suyu şaraptan nasıl ayırt edersem öyle ayırt eder, anlarım.
- گفت نه بادی که جست از فرج وی ** میشناسم همچنانک آبی ز می
- Çayırlıkta benim sıpamı vurdun, öldürdün. Dilerim, neşe yüzü görmeyesin” dedi.
- کشتهای خرکرهام را در ریاض ** که مبادت بسط هرگز ز انقباض
- Şehirli, “İyi, bak… Vakit gece. İnsan, geceleyin iyi göremez.
- گفت نیکوتر تفحص کن شبست ** شخصها در شب ز ناظر محجبست
- Gece ekseriye adamı yanıltır, başka şeyler gösterir. Herkes geceleyin gördüğünü fark edemez.
- شب غلط بنماید و مبدل بسی ** دید صایب شب ندارد هر کسی
- Hele bu gece hem karanlık, hem bulut var, hem şiddetli yağmur yağmada. Bu üç karanlık, adamı pek yanıltır.” dedi ama 660
- هم شب و هم ابر و هم باران ژرف ** این سه تاریکی غلط آرد شگرف
- Köylü “Hayır. Bu bana gün gibi aşikâr. Tanırım ben, bu yellenme, benim eşeğimin sıpasının yellenmesi.
- گفت آن بر من چو روز روشنست ** میشناسم باد خرکرهی منست
- Yolcu, azığı nasıl tanırsa ben de yüz yel arasında bile o yeli tanırım” deyince,
- در میان بیست باد آن باد را ** میشناسم چون مسافر زاد را