- İnsanların uğradıkları belâ ve mihnet, dikkat edersen anlarsın ki alışmadıkları şeylerden meydana gelir. 625
- هرچه بر مردم بلا و شدتست ** این یقین دان کز خلاف عادتست
- Şehirli: “Ey sevgi güneşi zevale erişen arkadaş, kanımı bile döksen helâl ederim.
- گفت ای خورشید مهرت در زوال ** گر تو خونم ریختی کردم حلال
- Yalnız şu yağışlı gecede bize bir bucak ver de kıyametten sen de bunun ecrine nail ol” dedi.
- امشب باران به ما ده گوشهای ** تا بیابی در قیامت توشهای
- Köylü, “Orada bağcının sığındığı bir bucak var. Bağcı, o bucakta kurtları bekler.
- گفت یک گوشهست آن باغبان ** هست اینجا گرگ را او پاسبان
- Kurt gelirse öldürmek için eline yayını, okunu alır, bekler durur.
- در کفش تیر و کمان از بهر گرگ ** تا زند گر آید آن گرگ سترگ
- Sen de o zahmeti çekebilirsen ne âlâ, orası senin olsun. Fakat bu işi başaramazsan kendine başka bir yer ara” deyince, 630
- گر تو آن خدمت کنی جا آن تست ** ورنه جای دیگری فرمای جست
- Şehirli dedi ki: “Sana yüzlerce hizmette bulunayım, sen tek yer ver. O yayı, oku da ver elime.
- گفت صد خدمت کنم تو جای ده ** آن کمان و تیر در کفم بنه
- Ben uyumam, üzümleri beklerim. Kurt gelirse tam kellesinden vururum.
- من نخسپم حارسی رز کنم ** گر بر آرد گرگ سر تیرش زنم
- İkiyüzlü münafık. Allah için olsun sen beni gece vakti yağmur altında, çamur üstünde bırakma da!”
- بهر حق مگذارم امشب ای دودل ** آب باران بر سر و در زیر گل
- O bucak boşaltılınca şehirli, çoluk, çocuğuyla beraber o daracık, o dönüp kımıldamağa bile imkânsız yere gitti.
- گوشهای خالی شد و او با عیال ** رفت آنجا جای تنگ و بی مجال
- Selden, mağara bucağına sığınmış çekirgeler gibi âdeta birbirlerinin üstüne binmişlerdi. 635
- چون ملخ بر همدگر گشته سوار ** از نهیب سیل اندر کنج غار
- Bütün gece “Aman Yarabbi, sen acı. Biz değil buna, hatta bunun iki yüz misline bile lâyığız.
- شب همه شب جمله گویان ای خدا ** این سزای ما سزای ما سزا
- Aşağılık kişilerle dost olanın, adam olmayanlara adamlık gösterenlerin lâyığı budur.
- این سزای آنک شد یار خسان ** یا کسی کرداز برای ناکسان
- Ham tamaha düşüp ulular kapısındaki hizmeti bırakan, buna lâyıktır.
- این سزای آنک اندر طمع خام ** ترک گوید خدمت خاک کرام
- Temiz kişilerin taşını, toprağını öpüp yalamak aşağılık adamlara hizmetten, onların bağına, bahçesine nail olmaktan yeğdir.
- خاک پاکان لیسی و دیوارشان ** بهتر از عام و رز و گلزارشان
- Gönlü aydın bir ere kul olmak, padişahların başına taç olmadan daha iyi. 640
- بندهی یک مرد روشندل شوی ** به که بر فرق سر شاهان روی
- Ey yol çavuşu, ey aykırı yollarda koşup duran, sen şu toprak yüzündeki padişahlardan davul sesinden başka bir şey bulamazsın ki.
- از ملوک خاک جز بانگ دهل ** تو نخواهی یافت ای پیک سبل
- Şehirliler bile ruha nispetle yol uran hırsızlardan ibaretken köylü dediğim kim oluyor? Feyizden mahrum bir ahmak!
- شهریان خود رهزنان نسبت بروح ** روستایی کیست گیج و بی فتوح
- Aklına, tedbirine uymayıp gulyabani sesi duyunca o sese tabi olana bu layıktır” diyorlardı.
- این سزای آنک بی تدبیر عقل ** بانگ غولی آمدش بگزید نقل
- Yaptığı işe candan gönülden nâdim oldu, oldu ama artık soğuk soğuk ah etmenin ne faydası var.
- چون پشیمانی ز دل شد تا شغاف ** زان سپس سودی ندارد اعتراف
- Şehirli de bütün gece elinde yayla ok, her yanı gezip dolaşmakta, her tarafta kurt araştırmaktaydı. 645
- آن کمان و تیر اندر دست او ** گرگ را جویان همه شب سو بسو
- Hâlbuki asıl kurt, kıvılcım gibi ona sıçramış, musallat olmuştu da o bundan habersiz hâlâ kurt arıyordu.
- گرگ بر وی خود مسلط چون شرر ** گرگ جویان و ز گرگ او بیخبر
- Sivrisineklerle pireler, kurt gibi o viranede onların başına üşüşmüş, onları yaralayıp duruyordu.
- هر پشه هر کیک چون گرگی شده ** اندر آن ویرانهشان زخمی زده
- İnatçı kurdun saldırması korkusuyla sivrisinekleri kovmaya da mecalleri yoktu.
- فرصت آن پشه راندن هم نبود ** از نهیب حملهی گرگ عنود
- Kurt gelir de sürüye bir ziyan verirse köylü şehirlinin saçını, sakalını yolardı.
- تا نباید گرگ آسیبی زند ** روستایی ریش خواجه بر کند
- Dertleri aşırı bir derecede, yürekleri ağızlarına gelmiş bir hâlde beklerken, 650
- این چنین دندانکنان تا نیمشب ** جانشان از ناف میآمد به لب
- Ansızın bir tepeden saldırıp gelmekte olan bir kurt karaltısı göründü.
- ناگهان تمثال گرگ هشتهای ** سر بر آورد از فراز پشتهای
- Şehirli, yayını kurup bir ok attı, hayvanı vurdu, tepeden aşağı düşürdü.
- تیر را بگشاد آن خواجه ز شست ** زد بر آن حیوان که تا افتاد پست
- Hayvan düşerken bir yellendi. Köylü, duyup eyvah dedi, ellerini dizlerine vurdu.
- اندر افتادن ز حیوان باد جست ** روستایی های کرد و کوفت دست
- “Be hey mürüvvetsiz, eşeğimin sıpasını vurdun” dedi. Şehirli, “Yok canım, dev gibi kurt.
- ناجوامردا که خرکرهی منست ** گفت نه این گرگ چون آهرمنست
- Karaltısına baksana, kurdun ta kendisi. Şeklinden de kurt olduğu anlaşılıp duruyor” dediyse de, 655
- اندرو اشکال گرگی ظاهرست ** شکل او از گرگی او مخبرست
- Köylü, “Hayır. Yellendi ya... Tanıdım ben. Onun yellenmesini suyu şaraptan nasıl ayırt edersem öyle ayırt eder, anlarım.
- گفت نه بادی که جست از فرج وی ** میشناسم همچنانک آبی ز می
- Çayırlıkta benim sıpamı vurdun, öldürdün. Dilerim, neşe yüzü görmeyesin” dedi.
- کشتهای خرکرهام را در ریاض ** که مبادت بسط هرگز ز انقباض
- Şehirli, “İyi, bak… Vakit gece. İnsan, geceleyin iyi göremez.
- گفت نیکوتر تفحص کن شبست ** شخصها در شب ز ناظر محجبست
- Gece ekseriye adamı yanıltır, başka şeyler gösterir. Herkes geceleyin gördüğünü fark edemez.
- شب غلط بنماید و مبدل بسی ** دید صایب شب ندارد هر کسی
- Hele bu gece hem karanlık, hem bulut var, hem şiddetli yağmur yağmada. Bu üç karanlık, adamı pek yanıltır.” dedi ama 660
- هم شب و هم ابر و هم باران ژرف ** این سه تاریکی غلط آرد شگرف
- Köylü “Hayır. Bu bana gün gibi aşikâr. Tanırım ben, bu yellenme, benim eşeğimin sıpasının yellenmesi.
- گفت آن بر من چو روز روشنست ** میشناسم باد خرکرهی منست
- Yolcu, azığı nasıl tanırsa ben de yüz yel arasında bile o yeli tanırım” deyince,
- در میان بیست باد آن باد را ** میشناسم چون مسافر زاد را
- Şehirli dayanamadı, sıçrayıp köylünün yakasına yapıştı.
- خواجه بر جست و بیامد ناشکفت ** روستایی را گریبانش گرفت
- Dedi ki: “A hilebaz sersem, a bunak mendebur, sen hem afyon yutmuş, hem esrar içmişsin.
- کابله طرار شید آوردهای ** بنگ و افیون هر دو با هم خوردهای
- Bu üç karanlık içinde eşeğin yellenmesini tanıyorsun da beni nasıl tanımıyorsun be hey avare! 665
- در سه تاریکی شناسی باد خر ** چون ندانی مر مرا ای خیرهسر
- Gece yarısı eşek sıpasını tanıyan adam, güpegündüz dostunu nasıl tanımaz?
- آنک داند نیمشب گوساله را ** چون نداند همره دهساله را
- Kendini dalgın ve arif gösteriyor da mürüvvetin, vefanın gözüne toprak serpiyorsun.
- خویشتن را عارف و واله کنی ** خاک در چشم مروت میزنی
- Benim kendimden bile haberim yok, gönlüme Allah’tan başka hiçbir şey sığmıyor ki.
- که مرا از خویش هم آگاه نیست ** در دلم گنجای جز الله نیست
- Dün yediğim bile aklımda değil. Bu gönül, hayretten başka bir şeyden neşelenmiyor diye kendini müstağrak gösteriyorsun ama
- آنچ دی خوردم از آنم یاد نیست ** این دل از غیر تحیر شاد نیست
- Asıl akıllı, fakat Allah mecnunu benim, bunu hatırında tut da şu kendimde olmayışımı mazur gör. 670
- عاقل و مجنون حقم یاد آر ** در چنین بیخویشیم معذور دار
- Bir insan, şer’an murdar olan hurma şarabı içse kendinde değilse şeriat, onu mazur tutar.
- آنک مرداری خورد یعنی نبید ** شرع او را سوی معذوران کشید
- Sarhoş ve esrarkeşin karı boşaması ve bir şey satması, makbul ve muteber değildir. O, çocuğa benzer, yaptığı affedilir, hürdür, serbesttir.
- مست و بنگی را طلاق و بیع نیست ** همچو طفلست او معاف و معتقیست
- Asıl tek padişah olan Allah’tan gelen sarhoşluksa insana yüz küpün şarabından ziyade tesir eder, yüz küpün şarabından ziyade adamın aklını alır.
- مستیی کید ز بوی شاه فرد ** صد خم می در سر و مغز آن نکرد
- Haydi yürü artık böyle adama nasıl teklif olabilir ki? At düştü, elsiz, ayaksız bir hâle geldi.
- پس برو تکلیف چون باشد روا ** اسب ساقط گشت و شد بی دست و پا