English    Türkçe    فارسی   

3
72-121

  • “Biliyorum… Karnınız bomboş, pek açsınız. Açlıktan âdeta Kerbelâ’ya düşmüşsünüz, bu yüzden bütün mihnetlere uğramışsınız.
  • Fakat dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin.
  • Şimdi gideceğiniz yolda filler vardır… Benim öğüdümü can-ü gönülden dinleyin.
  • Yolunuzdaki fil yavrularını avlamak istersiniz. Bu gönlünüze pek hoş gelir. 75
  • Onlar pek kuvvetsiz. Pek lâtif ve semizdir. Fakat anaları pusudadır, onları korur.
  • Yavrusunun ardından feryad-ü figan ederek yüz fersah yol yürür, evlâdını arar durur.
  • Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrularına merhameti çoktur. Sakın ha yavrularını avlamayın” dedi.
  • Yavrum, veliler de Allah çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın… Allah, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır.
  • Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin güden, onların öcünü alan Allah’tır. 80
  • Allah dedi ki: Bu veliler benim çocuklarımdır. Gariplik âlemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri vardır, ne güçleri.
  • Halkı imtihan için hor ve yetim görünürler. Fakat hakikatte dostları da benim, nedimleri de.
  • Hepsi de benim korumama arka vermiştir. Sanki onlar, benim cüzilerimdir.
  • Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir. Binlerce kişi arasında yüz binlerce kişidirler, fakat yine de hepsi bir vücuttur.”
  • Öyle olmasaydı bir tek Musa, bir tek sopa ile Firavunun altını üstüne getirebilir miydi? 85
  • Öyle olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark edebilir miydi?
  • İhsan ve kerem sahibi Lût, zalimlerin şehirlerini perişan eyleyebilir, yerlere batırabilir miydi?
  • Cennete benzeyen şehirleri Karasu Diclesi oldu. Git de gör.
  • Bu Karasu Şam tarafındadır. Kudüs’e giderken yolda görürsün.
  • Hakk’a tapan yüz binlerce peygamber yüzünden her devirde nice azaplar oldu. 90
  • Söylesem uzun sürer. Ciğerde ne oluyor ki? Dağlar bile kan kesilir.
  • Dağlar kan kesilir de sonra yine donar, kalır. Sen bu kan oluşu görmezsin, çünkü körsün, kötüsün… Bu görüşten ne kadar uzaksın!
  • Bu kör, ne şaşılacak şey kördür; uzağı görür, gözü de keskin. Fakat yalnız devedeki yükü görür.
  • İnsan hırsından her şeyi kıldan kıla görür, bilir ama oynayıp salınmasında hayır yoktur, bu oynayış şerle doludur.
  • Benliğini kıracak yerde oyna, salın da şehvet yarasının üstündeki pamuğu çek, kopar. 95
  • Erler, meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raks ederler.
  • Varlıklarından kurtuldular mı ellerini çarpar… Noksanlarından ayrıldılar mı raksa girerler.
  • Çalgıcıları, içlerinden def çalar… Denizler, onların coşkunluğunu görüp köpürür.
  • Sen görmezsin ama onların gayretinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar.
  • Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek… Ten kulağıyla duyulmaz ki. 100
  • Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör.
  • Muhammed’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Allah, ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.
  • Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.
  • Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikâyesine dön, yine o hikâyeye başla da onu anlat.
  • Fil yavrularına dokunanlar hikâyesinin sonu
  • Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta… Hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta. 105
  • Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almağa, kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı.
  • Sen de Allah kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın.
  • Kendinize gelin, sizin ağzınızı koklayan da Allah’tır. Doğrudan başka kim canını kurtarabilir?
  • Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münkir yahut Nekir olursa yazıklar olsun o acımağa değer kişiye!
  • O ulu meleklerden ne ağzını gizlemeye imkân var, ne güzel kokularla iyi bir hale getirmeye çare. 110
  • Mezara girene, onlara yaltaklanmak mümkün değil; akıl, fikir için hileye sapmaya yol yok!
  • Saçma sapan söyleyen adamın başına gürzleri iner, pençeleri batar.
  • Azrail’in sopasını, demirini gözünle görmüyorsan gürzünün eserine bak!
  • Bazı zamanlar suret bakımından da görünür de onun için yalnız hasta, bunu anlar, duyar.
  • O hasta, dostlar, der; bu tepenin üstünde duran kılıç nedir ki? 115
  • Dinleyenler de “Biz öyle bir şey görmüyoruz. Bu, hayalden ibaret” derler. Hâlbuki ne hayali? Göçme zamanı bu!
  • Ne hayali bu? Bu aşağılık felek bile bunun korkusuyla hayal haline geldi.
  • Ölüm haline gelen hastanın önünde gürzlerle kılıçlar his âlemine girdiler.
  • O, bu kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın gözü de bağlıdır, dostun gözü de…
  • Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı. 120
  • Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.