- “Biliyorum… Karnınız bomboş, pek açsınız. Açlıktan âdeta Kerbelâ’ya düşmüşsünüz, bu yüzden bütün mihnetlere uğramışsınız.
- گفت دانم کز تجوع وز خلا ** جمع آمد رنجتان زین کربلا
- Fakat dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin.
- لیک الله الله ای قوم جلیل ** تا نباشد خوردتان فرزند پیل
- Şimdi gideceğiniz yolda filler vardır… Benim öğüdümü can-ü gönülden dinleyin.
- پیل هست این سو که اکنون میروید ** پیلزاده مشکرید و بشنوید
- Yolunuzdaki fil yavrularını avlamak istersiniz. Bu gönlünüze pek hoş gelir. 75
- پیلبچگانند اندر راهتان ** صید ایشان هست بس دلخواهتان
- Onlar pek kuvvetsiz. Pek lâtif ve semizdir. Fakat anaları pusudadır, onları korur.
- بس ضعیفاند و لطیف و بس سمین ** لیک مادر هست طالب در کمین
- Yavrusunun ardından feryad-ü figan ederek yüz fersah yol yürür, evlâdını arar durur.
- از پی فرزند صد فرسنگ راه ** او بگردد در حنین و آه آه
- Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrularına merhameti çoktur. Sakın ha yavrularını avlamayın” dedi.
- آتش و دود آید از خرطوم او ** الحذر زان کودک مرحوم او
- Yavrum, veliler de Allah çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın… Allah, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır.
- اولیا اطفال حقاند ای پسر ** غایبی و حاضری بس با خبر
- Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin güden, onların öcünü alan Allah’tır. 80
- غایبی مندیش از نقصانشان ** کو کشد کین از برای جانشان
- Allah dedi ki: Bu veliler benim çocuklarımdır. Gariplik âlemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri vardır, ne güçleri.
- گفت اطفال مناند این اولیا ** در غریبی فرد از کار و کیا
- Halkı imtihan için hor ve yetim görünürler. Fakat hakikatte dostları da benim, nedimleri de.
- از برای امتحان خوار و یتیم ** لیک اندر سر منم یار و ندیم
- Hepsi de benim korumama arka vermiştir. Sanki onlar, benim cüzilerimdir.
- پشتدار جمله عصمتهای من ** گوییا هستند خود اجزای من
- Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir. Binlerce kişi arasında yüz binlerce kişidirler, fakat yine de hepsi bir vücuttur.”
- هان و هان این دلقپوشان مناند ** صد هزار اندر هزار و یک تناند
- Öyle olmasaydı bir tek Musa, bir tek sopa ile Firavunun altını üstüne getirebilir miydi? 85
- ورنه کی کردی به یک چوبی هنر ** موسیی فرعون را زیر و زبر
- Öyle olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark edebilir miydi?
- ورنه کی کردی به یک نفرین بد ** نوح شرق و غرب را غرقاب خود
- İhsan ve kerem sahibi Lût, zalimlerin şehirlerini perişan eyleyebilir, yerlere batırabilir miydi?
- بر نکندی یک دعای لوط راد ** جمله شهرستانشان را بی مراد
- Cennete benzeyen şehirleri Karasu Diclesi oldu. Git de gör.
- گشت شهرستان چون فردوسشان ** دجلهی آب سیه رو بین نشان
- Bu Karasu Şam tarafındadır. Kudüs’e giderken yolda görürsün.
- سوی شامست این نشان و این خبر ** در ره قدسش ببینی در گذر
- Hakk’a tapan yüz binlerce peygamber yüzünden her devirde nice azaplar oldu. 90
- صد هزاران ز انبیای حقپرست ** خود بهر قرنی سیاستها بدست
- Söylesem uzun sürer. Ciğerde ne oluyor ki? Dağlar bile kan kesilir.
- گر بگویم وین بیان افزون شود ** خود جگر چه بود که کهها خون شود
- Dağlar kan kesilir de sonra yine donar, kalır. Sen bu kan oluşu görmezsin, çünkü körsün, kötüsün… Bu görüşten ne kadar uzaksın!
- خون شود کهها و باز آن بفسرد ** تو نبینی خون شدن کوری و رد
- Bu kör, ne şaşılacak şey kördür; uzağı görür, gözü de keskin. Fakat yalnız devedeki yükü görür.
- طرفه کوری دوربین تیزچشم ** لیک از اشتر نبیند غیر پشم
- İnsan hırsından her şeyi kıldan kıla görür, bilir ama oynayıp salınmasında hayır yoktur, bu oynayış şerle doludur.
- مو بمو بیند ز صرفه حرص انس ** رقص بی مقصود دارد همچو خرس
- Benliğini kıracak yerde oyna, salın da şehvet yarasının üstündeki pamuğu çek, kopar. 95
- رقص آنجا کن که خود را بشکنی ** پنبه را از ریش شهوت بر کنی
- Erler, meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raks ederler.
- رقص و جولان بر سر میدان کنند ** رقص اندر خون خود مردان کنند
- Varlıklarından kurtuldular mı ellerini çarpar… Noksanlarından ayrıldılar mı raksa girerler.
- چون رهند از دست خود دستی زنند ** چون جهند از نقص خود رقصی کنند
- Çalgıcıları, içlerinden def çalar… Denizler, onların coşkunluğunu görüp köpürür.
- مطربانشان از درون دف میزنند ** بحرها در شورشان کف میزنند
- Sen görmezsin ama onların gayretinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar.
- تو نبینی لیک بهر گوششان ** برگها بر شاخها هم کفزنان
- Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek… Ten kulağıyla duyulmaz ki. 100
- تو نبینی برگها را کف زدن ** گوش دل باید نه این گوش بدن
- Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör.
- گوش سر بر بند از هزل و دروغ ** تا ببینی شهر جان با فروغ
- Muhammed’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Allah, ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.
- سر کشد گوش محمد در سخن ** کش بگوید در نبی حق هو اذن
- Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.
- سر به سر گوشست و چشم است این نبی ** تازه زو ما مرضعست او ما صبی
- Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikâyesine dön, yine o hikâyeye başla da onu anlat.
- این سخن پایان ندارد باز ران ** سوی اهل پیل و بر آغاز ران
- Fil yavrularına dokunanlar hikâyesinin sonu
- بقیهی قصهی متعرضان پیلبچگان
- Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta… Hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta. 105
- هر دهان را پیل بویی میکند ** گرد معدهی هر بشر بر میتند
- Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almağa, kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı.
- تا کجا یابد کباب پور خویش ** تا نماید انتقام و زور خویش
- Sen de Allah kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın.
- گوشتهای بندگان حق خوری ** غیبت ایشان کنی کیفر بری
- Kendinize gelin, sizin ağzınızı koklayan da Allah’tır. Doğrudan başka kim canını kurtarabilir?
- هان که بویای دهانتان خالقست ** کی برد جان غیر آن کو صادقست
- Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münkir yahut Nekir olursa yazıklar olsun o acımağa değer kişiye!
- وای آن افسوسیی کش بویگیر ** باشد اندر گور منکر یا نکیر
- O ulu meleklerden ne ağzını gizlemeye imkân var, ne güzel kokularla iyi bir hale getirmeye çare. 110
- نه دهان دزدیدن امکان زان مهان ** نه دهان خوش کردن از دارودهان
- Mezara girene, onlara yaltaklanmak mümkün değil; akıl, fikir için hileye sapmaya yol yok!
- آب و روغن نیست مر روپوش را ** راه حیلت نیست عقل و هوش را
- Saçma sapan söyleyen adamın başına gürzleri iner, pençeleri batar.
- چند کوبد زخمهای گرزشان ** بر سر هر ژاژخا و مرزشان
- Azrail’in sopasını, demirini gözünle görmüyorsan gürzünün eserine bak!
- گرز عزرائیل را بنگر اثر ** گر نبینی چوب و آهن در صور
- Bazı zamanlar suret bakımından da görünür de onun için yalnız hasta, bunu anlar, duyar.
- هم بصورت مینماید گه گهی ** زان همان رنجور باشد آگهی
- O hasta, dostlar, der; bu tepenin üstünde duran kılıç nedir ki? 115
- گوید آن رنجور ای یاران من ** چیست این شمشیر بر ساران من
- Dinleyenler de “Biz öyle bir şey görmüyoruz. Bu, hayalden ibaret” derler. Hâlbuki ne hayali? Göçme zamanı bu!
- ما نمیبینیم باشد این خیال ** چه خیالست این که این هست ارتحال
- Ne hayali bu? Bu aşağılık felek bile bunun korkusuyla hayal haline geldi.
- چه خیالست این که این چرخ نگون ** از نهیب این خیالی شد کنون
- Ölüm haline gelen hastanın önünde gürzlerle kılıçlar his âlemine girdiler.
- گرزها و تیغها محسوس شد ** پیش بیمار و سرش منکوس شد
- O, bu kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın gözü de bağlıdır, dostun gözü de…
- او همیبیند که آن از بهر اوست ** چشم دشمن بسته زان و چشم دوست
- Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı. 120
- حرص دنیا رفت و چشمش تیز شد ** چشم او روشن گه خونریز شد
- Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.
- مرغ بیهنگام شد آن چشم او ** از نتیجهی کبر او و خشم او