English    Türkçe    فارسی   

4
1116-1165

  • Halk da cinlere benzer... Şehvet, onları dükkâna, alışverişe, mahsule ve yiyeceğe çeken zincirdir.
  • Bu zincir, korkudan ve şaşkınlıktan yapılmadır... Halkı zincirsiz ve hür sanma!
  • Bir bölüğünü kazanca, ava çeker... bir bölüğünü madene, denizlere sürükler!
  • Onları iyiye, kötüye çeker götürür... Allah “Boynunda liften örülmüş bir ip var...
  • Boyunlarına bir ip attık... O ipi, huylarından ördük, meydana getirdik... 1120
  • Hiçbir pis ve kötü yahut temiz ve iyi kişi yoktur ki amel defteri boynuna asılmamış olsun “demiştir.
  • Kötü işe hırsın, ateşe benzer... Kömür, ateşin rengiyle güzelleşir.
  • Kömürün karalığı ateşte gizlenir... Ateş söndü mü karalık meydana çıkar!
  • Kömür, senin hırsından ateş haline geldi, ateş halinde göründü... Fakat hırs geçti mi o kömür, kapkara, berbat bir halde kala kalır!
  • O zaman kömürün ateş gibi görünmesi, işin güzelliğinden değildi, hırs ateşindendi! 1125
  • Hırs, senin işini gücünü bezemişti... Hırs gidince işin gücün kapkara kalakaldı!
  • Şeytan’ın bezediği ekşi otu aptal adam, olmuş ve iti sanır.
  • Fakat denedi mi ne olduğunu anlar, dişleri kamaşır kalır!
  • Heves yüzünden o tuzak tane görünmededir... O esasen hamdır, fakat hırs şeytanın aksi onu güzel gösterir.
  • Hırsı din işinde ve hayırda ara; din ve hayır işinde haris ol. Bu işler, zaten güzeldir... Hırsın geçse bile güzel görünür! 1130
  • Hayırlar, esasen güzel ve lâtiftir, başka bir şeyin aksi ile güzel görünmüş değildir. Bu işlerde hırsın parlaklığı geçse bile hayrın letafeti, hayrın parlaklığı kalır.
  • Hâlbuki dünya işinden hırsın parlaklığı gitti mi ateşin harareti ve parlaklığı gitmiş, kömür kalmış demektir... Tıpkı buna benzer.
  • Çocukları da hırs aldatırdı zevklerinden bir değneği at yaparlar, eteklerini çemreyip güya ata binerler!
  • Fakat çocuktan o kötü hırs geçti mi öbür çocuklara gülesi gelir.
  • Ben neler yapmışım, ne işlere girişmişim... Sirke bana hırsımdan bal görünmüş diye gülmeğe başlar. 1135
  • Peygamberlerin yapılarında da hırs yoktu... Onun için boyuna parlayıp duruyor, parlaklığı boyuna artıyor.
  • Ulular nice mescitler yaptılar... Fakat hiçbirinin adı Mescid-i Aksâ değildi.
  • Her an şerefi artan Kâbe’nin yüceliği, İbrahim’in ihlaslarındandı!
  • O mescidin fazileti, toprağından, taşından değildi... Yapıcısında hırs ve savaş yoktu da ondan!
  • Ne onların kitapları, başkalarının kitaplarına benzer... Ne mescitleri, başkalarının mescitlerine, ne alışverişleri, malları mülkleri, başkalarının alışverişine, malına mülküne! 1140
  • Ne edepleri başkalarının edepleri gibidir. Ne hiddetleri, azapları başkalarının hiddeti, azabı gibidir. Uykuları da başkadır, kıyasları da, sözleri de!
  • Her birerinin başka bir nuru, feri var... Can kuşları uçar ama başka bir kanatla uçar!
  • Gönül, onların halini andıkça titrer durur... Onların işleri, bizim işlerimize kıbledir!
  • Onların kuşlarının yumurtası altındandır... Camları, gece yarısı, seher çağını görür!
  • O kavmin iyiliğini canla başla ne kadar söylersen söyleyeyim, noksan söylemiş olur; onları noksan övmüş olurum! 1145
  • Ey ulular, Mescid-i Aksâ yapın; çünkü Süleyman yine geldi vesselam!
  • Bu devlerden, perilerden baş çeken olursa, bütün melekler, onları tutar, bağlar, tomruğa vurur!
  • Dev, bir an bile hileye düzene girişir de eğri büğrü yürürse derhal başına şimşek gibi bir kamçıdır gelir!
  • Sen de Süleyman’a benze de, devlerin, yapına yardım etsinler, taş kessinler!
  • Süleyman gibi vesvesesiz, hilesiz ol da cinle dev, senin de buyruğuna uysun! 1150
  • Senin hatemin bu gönüldür... Aklını başına al da dev, hatemini ağlamasın!
  • Avladı, ele geçirdimi artık sana boyuna Süleymanlık eder... Hatemli devden sakın vesselâm!
  • Gönül, o Süleymanlık gelip geçici bir şey değildir... Sen zahiren de Süleymanlık etme kabiliyetindesin, içinde de o ehliyet var senin.
  • Dev de bir zaman olur, Süleyman’lık eder ama her dokumacı nerden atlas dokuyacak?
  • Elini oynatır ama ikisinin arasında ne kadar fark var? 1155
  • Şaire Padişahın ihsanı, Ebülhasan adındaki vezirin o ihsanı arttırması
  • Şairin biri, padişahtan elbise almak, rütbeye erişmek, ihsana nail olmak ümidiyle bir şiir yazıp götürdü.
  • Padişah ikram sahibiydi, şaire bin kırmızı altın verilmesini, bundan başka daha da ihsanlarda bulunmalarını emretti.
  • Veziri dedi ki: Bu pek az... Hiç olmazsa ona o bin altın ver de safayı hatırla gitsin!
  • Hatta böyle bir şaire senin gibi ihsanda avucu denize benzer bir padişahın ona bin altın vermesi bile azdır!
  • Vezir, padişaha, harmanın onda biri şaire verilsin diye geçmiş padişahların ihsanlarına dair hikâyeler söyledi, hikmetlerden bahsetti. 1160
  • Padişah da şaire on bin altınla değerli elbiseler verdi... Şairin içini şükür ve sena yurdu haline getirdi.
  • Şair sonradan bu kimin gayretiyle oldu, padişaha benim ehliyetimi kim bildirdi diye araştırdı.
  • Dediler ki: adı da Hasan, huyu da Hasen olan vezir yok mu, işte o buna sebep oldu.
  • Şair, bunu duyunca veziri methetti, bu hususta uzun bir kaside yazdı, vezirin evine gidip sundu.
  • (Bu kasidede padişahın methi hiç yoktu. Çünkü padişahın nimetleri, hilâtları, zaten dilsiz, dudaksız, padişahı methedip duruyordu!) 1165
  • O şairin birkaç yıl sonra yine aynı ihsanlara nail olmak ümidiyle tekrar gelmesi, padişahın, âdeti veçhile bin dinar verilmesini emretmesi, yine adı Ebülhasan olan yeni vezirin, birçok masraflarımız var, hazine boş, ben onu, bu ihsanın onda biriyle bile hoşnut ederim demesi