- Süleyman, o ota derhal selam verdi; o da selamını aldı; Süleyman, otun güzelliğine şaştı kaldı. 1375
- پس سلامش کرد در حال آن حشیش ** او جوابش گفت و بشکفت از خوشیش
- Dedi ki: adın ne... Dilsiz dudaksız söyle bakalım! Ot ey âlem padişahı bana keçiboynuzu derler, dedi.
- گفت نامت چیست برگو بیدهان ** گفت خروبست ای شاه جهان
- Süleyman, sen de ne haysiyet var? Dedi. Ot dedi ki: Bittiğim yer yıkılır viran olur.
- گفت اندر تو چه خاصیت بود ** گفت من رستم مکان ویران شود
- Ben keçiboynuzuyum... Bittiğim yer perişan olur; şu suyun, toprağın yıkıcısıyım ben!
- من که خروبم خراب منزلم ** هادم بنیاد این آب و گلم
- Süleyman, derhal ecelinin geldiğini, göçme vaktinin göründüğünü anladı.
- پس سلیمان آن زمان دانست زود ** که اجل آمد سفر خواهد نمود
- Dedi ki: ben hayatta oldukça şüphe yok ki bu mescit, yeryüzündeki afetlerden bozulup yıkılmaz. 1380
- گفت تا من هستم این مسجد یقین ** در خلل ناید ز آفات زمین
- Ben yaşadıkça nasıl olurda Mescid-i Aksâ perişan olur, yıkılır gider?
- تا که من باشم وجود من بود ** مسجداقصی مخلخل کی شود
- Şu halde şüphe yok, mescidimiz, ölümümüzden sonra yıkılacak!
- پس که هدم مسجد ما بیگمان ** نبود الا بعد مرگ ما بدان
- Bedenin secdegâhı olan mescit, gönüldür... Kötü dost da her yerde mescitte biten keçiboynuzudur!
- مسجدست آن دل که جسمش ساجدست ** یار بد خروب هر جا مسجدست
- Sende kötü dostun sevgisi peydahlandı mı kendine gel... Ondan kaç, onunla az konuş, görüş!
- یار بد چون رست در تو مهر او ** هین ازو بگریز و کم کن گفت وگو
- Onu kökünden sök, çıkar... Çünkü biter, boy verirse seni de kökünden söker, mahveder, mescidini de! 1385
- برکن از بیخش که گر سر بر زند ** مر ترا و مسجدت را بر کند
- Ey âşık, eğrilik, sana keçiboynuzu gibidir... Çocuklar gibi niye eğriliğe doğru gider, sürtünürsün?
- عاشقا خروب تو آمد کژی ** همچو طفلان سوی کژ چون میغژی
- Kendini suçlu bil suçlu gör... Korkma da o ders üstadı, senden dersi çalmasın.
- خویش مجرم دان و مجرم گو مترس ** تا ندزدد از تو آن استاد درس
- Cahilim, bana öğret demen, bu çeşit insaf sahibi olman, namus ve şeref gözetmenden iyidir!
- چون بگویی جاهلم تعلیم ده ** این چنین انصاف از ناموس به
- Ey yüzü nurlu çocuk, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” demeyi babandan öğren!
- از پدر آموز ای روشنجبین ** ربنا گفت و ظلمنا پیش ازین
- O, ne bahaneler buldu, ne hileye kalkıştı, ne de düzen bayrağını yüceltti. 1390
- نه بهانه کرد و نه تزویر ساخت ** نه لوای مکر و حیلت بر فراخت
- Fakat İblis, bahse girişte, benzin kırmızı, beni sen sararttın...
- باز آن ابلیس بحث آغاز کرد ** که بدم من سرخ رو کردیم زرد
- Renk, senin verdiğin renktedir... Beni boyayan sensin; suçumun da aslı sensin, uğradığım afetin, dağlandığım dağın da, dedi!
- رنگ رنگ تست صباغم توی ** اصل جرم و آفت و داغم توی
- Kendine gel de “Rabbi bima agveyteni”yi oku... Oku da cebri olma, ters bir kumaş dokumaya kalkışma!
- هین بخوان رب بما اغویتنی ** تا نگردی جبری و کژ کم تنی
- Cebir ağacına ne vakte dek sıçrayıp çıkacak, ihtiyarını bir yana bırakacaksın?
- بر درخت جبر تا کی بر جهی ** اختیار خویش را یکسو نهی
- İblis ve soyu sopu gibi Allah ile savaşta, mübahasedesin... 1395
- همچو آن ابلیس و ذریات او ** با خدا در جنگ و اندر گفت و گو
- Eteklerini çemrer de isyana öyle koşar, gidersin... Bu kadar hoşlukla, bunca istekle cebir olur muymuş hiç?
- چون بود اکراه با چندان خوشی ** که تو در عصیان همی دامن کشی
- O kadar istekle kim, kötülüğe gider... Böyle oynaya oynaya kim sapıklığa koşar?
- آنچنان خوش کس رود در مکرهی ** کس چنان رقصان دود در گمرهی
- Sana başkaları öğüt verdikçe o işin iyiliğini söyler, belki yirmi erle bu hususta savaşa girişir, yirmi ere karşı ayak direrdin!
- بیست مرده جنگ میکردی در آن ** کت همیدادند پند آن دیگران
- Doğrusu budur... Yol ancak budur... Ve bundan ibarettir; adam olmayandan başka kim beni kınar ki, sersin!
- که صواب اینست و راه اینست و بس ** کی زند طعنه مرا جز هیچکس
- Mecbur olan adam böyle söz söyler mi? Yolsuz olan kişi, böyle savaşır mı? 1400
- کی چنین گوید کسی کو مکر هست ** چون چنین جنگد کسی کو بیرهست
- Nefsin neyi isterse ihtiyarın var, fakat aklının istediği şeyde mecbursun ha!
- هر چه نفست خواست داری اختیار ** هر چه عقلت خواست آری اضطرار
- Bahtı yaver ve talihi kutlu olan bilir ki akıl ve zekâ taslamak iblistendir, aşk Âdem’den!
- داند او کو نیکبخت و محرمست ** زیرکی ز ابلیس و عشق از آدمست
- Akıl ve zekâ denizde yüzgeçliğe benzer... Bundan az kişi kurtulur ve yüzgeçlikte bulunan nihayet gün gelir, gark olur gider!
- زیرکی سباحی آمد در بحار ** کم رهد غرقست او پایان کار
- Yüzgeçliği bırak, kibirden, kinden vazgeç... Bu ırmak değil; denizdir deniz!
- هل سباحت را رها کن کبر و کین ** نیست جیحون نیست جو دریاست این
- Hem de öyle sığınılacak bir yeri olmayan uçsuz bucaksız deniz ki yedi denizi bir saman çöpü gibi kapı verir! 1405
- وانگهان دریای ژرف بیپناه ** در رباید هفت دریا را چو کاه
- Aşk, ileri gidenler için bir gemiye benzer... Gemiye binen kişinin bir afete uğraması nadirdir, çok defa kurtulur.
- عشق چون کشتی بود بهر خواص ** کم بود آفت بود اغلب خلاص
- Aklı zekâyı sat da hayranlığı satın al... Akıl ve zekâ zandır, hayranlıksa bakış görüş!
- زیرکی بفروش و حیرانی بخر ** زیرکی ظنست و حیرانی نظر
- Aklı Mustafa’nın önünde kurban et... Hasbiyallah de, yani Allah’ım bana yeter!
- عقل قربان کن به پیش مصطفی ** حسبی الله گو که اللهام کفی
- Kenan gibi gemiden baş çekme... Ona da zeki aklı bu gururu vermiş aldatmıştı.
- همچو کنعان سر ز کشتی وا مکش ** که غرورش داد نفس زیرکش
- Ben yüce bir dağın üzerine çıkar kurtulurum, neden Nuh’a minnet edeyim? Dedi. 1410
- که برآیم بر سر کوه مشید ** منت نوحم چرا باید کشید
- A akılsız nasıl olurda onun minnetini çekmezsin! Allah bile onun mihnetini çekmekte.
- چون رمى از منتش اى بىرشد ** كه خدا هم منت او مىكشد
- Nasıl olur canımız ona minnettar olmaz! Allah bile ona şükretmede, minnet etmede!
- چون رمی از منتش بر جان ما ** چونک شکر و منتش گوید خدا
- A hasetle dolu mağrur kişi, onun minnetini Allah bile çekiyor!
- تو چه دانی ای غرارهی پر حسد ** منت او را خدا هم میکشد
- Keşke o yüzme öğrenmeseydi de Nuh’a minnet etse, gemiye girmeye tamah etseydi!
- کاشکی او آشنا ناموختی ** تا طمع در نوح و کشتی دوختی
- Keşke çocuk gibi hilelere cahil olsaydı da çocuklar gibi anasına el atsa, anasına sarılsaydı! 1415
- کاش چون طفل از حیل جاهل بدی ** تا چو طفلان چنگ در مادر زدی
- Yahut da nakli bilgi ile az dolu olsaydı da gönlü bir veliden vahiy ilmini kapsaydı!
- یا به علم نقل کم بودی ملی ** علم وحی دل ربودی از ولی
- Böyle bir nur varken kitabı önüne açarsın vahiy ile dinlenen ruhunda seni azarlar!
- با چنین نوری چو پیش آری کتاب ** جان وحی آسای تو آرد عتاب
- Zamanın kutbunun sözüne karşı nakli ilim, bil ki su varken teyemmüm etmeye benzer!
- چون تیمم با وجود آب دان ** علم نقلی با دم قطب زمان
- Kendini aptal yerine koy, ona uy da yürü... Ancak bu aptallıkla kurtulabilirsin!
- خویش ابله کن تبع میرو سپس ** رستگی زین ابلهی یابی و بس
- Babam, insanların padişahı, bunun için “cennetliklerin çoğu aptaldır” dedi. 1420
- اکثر اهل الجنه البله ای پسر ** بهر این گفتست سلطان البشر
- Akıl ve zekâ sana kibir ve gurur verir... Aptal ol da gönlün doğru kalsın!
- زیرکی چون کبر و باد انگیز تست ** ابلهی شو تا بماند دل درست
- Aptallık dediğim halka iki kat maskara olan adamın ahmaklığı değildir... Bu aptallık, ona hayran olan adamın aptallığıdır!
- ابلهی نه کو به مسخرگی دوتوست ** ابلهی کو واله و حیران هوست
- Kendilerini unutup Yusuf’un yüzünü görenler, o güzelliğe dalıp kalanlar... bu yüzden ellerini doğrayanlar yok mu işte onlar aptaldır!
- ابلهاناند آن زنان دست بر ** از کف ابله وز رخ یوسف نذر
- Aklı, dost aşkında kurban et... Akılların hepsi de o taraftandır, odur!
- عقل را قربان کن اندر عشق دوست ** عقلها باری از آن سویست کوست