- Cahilim, bana öğret demen, bu çeşit insaf sahibi olman, namus ve şeref gözetmenden iyidir!
- چون بگویی جاهلم تعلیم ده ** این چنین انصاف از ناموس به
- Ey yüzü nurlu çocuk, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” demeyi babandan öğren!
- از پدر آموز ای روشنجبین ** ربنا گفت و ظلمنا پیش ازین
- O, ne bahaneler buldu, ne hileye kalkıştı, ne de düzen bayrağını yüceltti. 1390
- نه بهانه کرد و نه تزویر ساخت ** نه لوای مکر و حیلت بر فراخت
- Fakat İblis, bahse girişte, benzin kırmızı, beni sen sararttın...
- باز آن ابلیس بحث آغاز کرد ** که بدم من سرخ رو کردیم زرد
- Renk, senin verdiğin renktedir... Beni boyayan sensin; suçumun da aslı sensin, uğradığım afetin, dağlandığım dağın da, dedi!
- رنگ رنگ تست صباغم توی ** اصل جرم و آفت و داغم توی
- Kendine gel de “Rabbi bima agveyteni”yi oku... Oku da cebri olma, ters bir kumaş dokumaya kalkışma!
- هین بخوان رب بما اغویتنی ** تا نگردی جبری و کژ کم تنی
- Cebir ağacına ne vakte dek sıçrayıp çıkacak, ihtiyarını bir yana bırakacaksın?
- بر درخت جبر تا کی بر جهی ** اختیار خویش را یکسو نهی
- İblis ve soyu sopu gibi Allah ile savaşta, mübahasedesin... 1395
- همچو آن ابلیس و ذریات او ** با خدا در جنگ و اندر گفت و گو
- Eteklerini çemrer de isyana öyle koşar, gidersin... Bu kadar hoşlukla, bunca istekle cebir olur muymuş hiç?
- چون بود اکراه با چندان خوشی ** که تو در عصیان همی دامن کشی
- O kadar istekle kim, kötülüğe gider... Böyle oynaya oynaya kim sapıklığa koşar?
- آنچنان خوش کس رود در مکرهی ** کس چنان رقصان دود در گمرهی
- Sana başkaları öğüt verdikçe o işin iyiliğini söyler, belki yirmi erle bu hususta savaşa girişir, yirmi ere karşı ayak direrdin!
- بیست مرده جنگ میکردی در آن ** کت همیدادند پند آن دیگران
- Doğrusu budur... Yol ancak budur... Ve bundan ibarettir; adam olmayandan başka kim beni kınar ki, sersin!
- که صواب اینست و راه اینست و بس ** کی زند طعنه مرا جز هیچکس
- Mecbur olan adam böyle söz söyler mi? Yolsuz olan kişi, böyle savaşır mı? 1400
- کی چنین گوید کسی کو مکر هست ** چون چنین جنگد کسی کو بیرهست
- Nefsin neyi isterse ihtiyarın var, fakat aklının istediği şeyde mecbursun ha!
- هر چه نفست خواست داری اختیار ** هر چه عقلت خواست آری اضطرار
- Bahtı yaver ve talihi kutlu olan bilir ki akıl ve zekâ taslamak iblistendir, aşk Âdem’den!
- داند او کو نیکبخت و محرمست ** زیرکی ز ابلیس و عشق از آدمست
- Akıl ve zekâ denizde yüzgeçliğe benzer... Bundan az kişi kurtulur ve yüzgeçlikte bulunan nihayet gün gelir, gark olur gider!
- زیرکی سباحی آمد در بحار ** کم رهد غرقست او پایان کار
- Yüzgeçliği bırak, kibirden, kinden vazgeç... Bu ırmak değil; denizdir deniz!
- هل سباحت را رها کن کبر و کین ** نیست جیحون نیست جو دریاست این
- Hem de öyle sığınılacak bir yeri olmayan uçsuz bucaksız deniz ki yedi denizi bir saman çöpü gibi kapı verir! 1405
- وانگهان دریای ژرف بیپناه ** در رباید هفت دریا را چو کاه
- Aşk, ileri gidenler için bir gemiye benzer... Gemiye binen kişinin bir afete uğraması nadirdir, çok defa kurtulur.
- عشق چون کشتی بود بهر خواص ** کم بود آفت بود اغلب خلاص
- Aklı zekâyı sat da hayranlığı satın al... Akıl ve zekâ zandır, hayranlıksa bakış görüş!
- زیرکی بفروش و حیرانی بخر ** زیرکی ظنست و حیرانی نظر
- Aklı Mustafa’nın önünde kurban et... Hasbiyallah de, yani Allah’ım bana yeter!
- عقل قربان کن به پیش مصطفی ** حسبی الله گو که اللهام کفی
- Kenan gibi gemiden baş çekme... Ona da zeki aklı bu gururu vermiş aldatmıştı.
- همچو کنعان سر ز کشتی وا مکش ** که غرورش داد نفس زیرکش
- Ben yüce bir dağın üzerine çıkar kurtulurum, neden Nuh’a minnet edeyim? Dedi. 1410
- که برآیم بر سر کوه مشید ** منت نوحم چرا باید کشید
- A akılsız nasıl olurda onun minnetini çekmezsin! Allah bile onun mihnetini çekmekte.
- چون رمى از منتش اى بىرشد ** كه خدا هم منت او مىكشد
- Nasıl olur canımız ona minnettar olmaz! Allah bile ona şükretmede, minnet etmede!
- چون رمی از منتش بر جان ما ** چونک شکر و منتش گوید خدا
- A hasetle dolu mağrur kişi, onun minnetini Allah bile çekiyor!
- تو چه دانی ای غرارهی پر حسد ** منت او را خدا هم میکشد
- Keşke o yüzme öğrenmeseydi de Nuh’a minnet etse, gemiye girmeye tamah etseydi!
- کاشکی او آشنا ناموختی ** تا طمع در نوح و کشتی دوختی
- Keşke çocuk gibi hilelere cahil olsaydı da çocuklar gibi anasına el atsa, anasına sarılsaydı! 1415
- کاش چون طفل از حیل جاهل بدی ** تا چو طفلان چنگ در مادر زدی
- Yahut da nakli bilgi ile az dolu olsaydı da gönlü bir veliden vahiy ilmini kapsaydı!
- یا به علم نقل کم بودی ملی ** علم وحی دل ربودی از ولی
- Böyle bir nur varken kitabı önüne açarsın vahiy ile dinlenen ruhunda seni azarlar!
- با چنین نوری چو پیش آری کتاب ** جان وحی آسای تو آرد عتاب
- Zamanın kutbunun sözüne karşı nakli ilim, bil ki su varken teyemmüm etmeye benzer!
- چون تیمم با وجود آب دان ** علم نقلی با دم قطب زمان
- Kendini aptal yerine koy, ona uy da yürü... Ancak bu aptallıkla kurtulabilirsin!
- خویش ابله کن تبع میرو سپس ** رستگی زین ابلهی یابی و بس
- Babam, insanların padişahı, bunun için “cennetliklerin çoğu aptaldır” dedi. 1420
- اکثر اهل الجنه البله ای پسر ** بهر این گفتست سلطان البشر
- Akıl ve zekâ sana kibir ve gurur verir... Aptal ol da gönlün doğru kalsın!
- زیرکی چون کبر و باد انگیز تست ** ابلهی شو تا بماند دل درست
- Aptallık dediğim halka iki kat maskara olan adamın ahmaklığı değildir... Bu aptallık, ona hayran olan adamın aptallığıdır!
- ابلهی نه کو به مسخرگی دوتوست ** ابلهی کو واله و حیران هوست
- Kendilerini unutup Yusuf’un yüzünü görenler, o güzelliğe dalıp kalanlar... bu yüzden ellerini doğrayanlar yok mu işte onlar aptaldır!
- ابلهاناند آن زنان دست بر ** از کف ابله وز رخ یوسف نذر
- Aklı, dost aşkında kurban et... Akılların hepsi de o taraftandır, odur!
- عقل را قربان کن اندر عشق دوست ** عقلها باری از آن سویست کوست
- Akıllılar akıllarını o tarafa göndermişlerdir. Yalnız sevgili olmayan ahmak, bu tarafta kalmıştır! 1425
- عقلها آن سو فرستاده عقول ** مانده این سو که نه معشوقست گول
- Hayretle şu baştan aklın gitti mi başındaki her saç, bir baş, bir akıl kesilir!
- زین سر از حیرت گر این عقلت رود ** هر سو مویت سر و عقلی شود
- O tarafta akla, beyne düşünce zahmeti yoktur... Çünkü orada her ova, her bahçe akıl ve beyin bitirir!
- نیست آن سو رنج فکرت بر دماغ ** که دماغ و عقل روید دشت و باغ
- Bu ovadan geçer, o taraftaki ovaya gelirsen nükteler duyarsın... Oradaki bağlara, bahçelere gelirsen hurma fidanın sulanır, yeşerir!
- سوی دشت از دشت نکته بشنوی ** سوی باغ آیی شود نخلت روی
- Bu yoldaki köşkü, sayvanı, şöhreti şanı terk et... Kılavuzun hareket etmedikçe hareket etme!
- اندرین ره ترک کن طاق و طرنب ** تا قلاوزت نجنبد تو مجنب
- Başsız hareket eden, kuyruk olur... Böyle adamın hareketi akrebin hareketine benzer! 1430
- هر که او بی سر بجنبد دم بود ** جنبشش چون جنبش کزدم بود
- Eğri gider, geceleri görmez, çirkindir, zehirlidir... İşi gücü, temiz bedenleri dalamak, sokmaktır!
- کژرو و شب کور و زشت و زهرناک ** پیشهی او خستن اجسام پاک
- Başını ez onun... Huyu hep budur, ahlâkı hep bu... Bu huyundan vazgeçmez o!
- سر بکوب آن را که سرش این بود ** خلق و خوی مستمرش این بود
- Onun için en iyi şey, başının ezilmesidir... Çünkü bu suretle can kırıntısı da o kötü tenden kurtulmuş olur!
- خود صلاح اوست آن سر کوفتن ** تا رهد جانریزهاش زان شومتن
- Delinin elinden silâhı al da adalet ve sulh, senden razı olsun!
- واستان آن دست دیوانه سلاح ** تا ز تو راضی شود عدل و صلاح
- Fakat elinde silâhı olur, aklı da bulunmazsa bağla elini... Yoksa yüzlerce zarar yapar. 1435
- چون سلاحش هست و عقلش نه ببند ** دست او را ورنه آرد صد گزند
- Kötü yaradılışlı, kişilerin bilgi, mal ve mevki sahibi olmaları kendileri için kötüdür. Çünkü bu, yol kesici eşkıyanın eline kılıç vermek gibidir.
- بیان آنک حصول علم و مال و جاه بدگوهران را فضیحت اوست و چون شمشیریست کی افتادست به دست راهزن
- Kötü yaradılışlı kişiye ilim ve fen öğretmek, yol kesen eşkıyanın eline kılıç vermeye benzer!
- بدگهر را علم و فن آموختن ** دادن تیغی به دست راهزن
- Sarhoş zencinin eline kılıç vermek, adam olmayana bilgi belletmekten yeğdir.
- تیغ دادن در کف زنگی مست ** به که آید علم ناکس را به دست