English    Türkçe    فارسی   

4
149-198

  • Diş ağrısı da yelden olursa yana yakıla tamam bir itikatla Allah’tan o yelin yatışmasını dilersin.
  • همچنین در درد دندانها ز باد ** دفع می‌خواهی بسوز و اعتقاد
  • Askerler de yalvarıp yakarırlar, Allah’tan, “Ey muradımızı veren Rabbim, sen bize bir zafer rüzgârı ver” diye dua ederler. 150
  • از خدا لابه‌کنان آن جندیان ** که بده باد ظفر ای کامران
  • Doğum gecikince, gebenin yakınları, her azizden muska isterler.
  • رقعه‌ی تعویذ می‌خواهند نیز ** در شکنجه‌ی طلق زن از هر عزیز
  • Hepsi de adamakıllı bilir ki rüzgârı, Âlemlerin Rabbi Allah göndermekte.
  • پس همه دانسته‌اند آن را یقین ** که فرستد باد رب‌العالمین
  • Zaten her bilen kişi, aklen bilir ki hareket edenin bir hareket ettiricisi vardır.
  • پس یقین در عقل هر داننده هست ** اینک با جنبنده جنباننده هست
  • Sen onu gözünle görmüyorsan eserleri görünüyor ya... Onlara bak da anla!
  • گر تو او را می‌نبینی در نظر ** فهم کن آن را به اظهار اثر
  • Beden de canla hareket eder: fakat canı görmezsin. Görmezsin ama tenin hareketine bak da canı anla! 155
  • تن به جان جنبد نمی‌بینی تو جان ** لیک از جنبیدن تن جان بدان
  • Âşık, “Edebe riayet bakımından aptal bile olsam vefada, istekte akıllıyım, anlayışlıyım” dedi.
  • گفت او گر ابلهم من در ادب ** زیرکم اندر وفا و در طلب
  • Sevgili dedi ki: “Eğer şu görünen hareket, edebe riayetse artık ötesini sen daha iyi bilirsin!
  • گفت ادب این بود خود که دیده شد ** آن دگر را خود همی‌دانی تو لد
  • Karısını bir yabancıyla yakalayan sofi
  • قصه‌ی آن صوفی کی زن خود را بیگانه‌ای بگرفت
  • Sofinin biri, bir gün eve geldi... Evin bir kapısı vardı, karısı da bir kunduracıyla içerdeydi.
  • صوفیی آمد به سوی خانه روز ** خانه یک در بود و زن با کفش‌دوز
  • Kadın, nefsinin hilelerine uymuş, kunduracıya kul köle kesilmiş, odada adamla buluşmuştu.
  • جفت گشته با رهی خویش زن ** اندر آن یک حجره از وسواس تن
  • Sofi, kuşluk çağı kapıyı sıkıca döver dövmez ikisi de şaşırdılar... ne bir hileye başvurmaya imkân vardı, ne kaçıp kurtulacak bir yol! 160
  • چون بزد صوفی به جد در چاشتگاه ** هر دو درماندند نه حیلت نه راه
  • Sofinin, o zamanda dükkânı bırakıp eve gelmesi hiç âdeti değildi.
  • هیچ معهودش نبد کو آن زمان ** سوی خانه باز گردد از دکان
  • Karısından bir şeyler sezinlenmiş, şüpheye düşmüş, bu yüzden o gün mahsus vakitsiz gelmişti.
  • قاصدا آن روز بی‌وقت آن مروع ** از خیالی کرد تا خانه رجوع
  • Kadınınsa onun, hiçbir defa işini bırakıp o zamanda eve gelmeyeceğine itimadı vardı.
  • اعتماد زن بر آن کو هیچ بار ** این زمان فا خانه نامد او ز کار
  • Fakat nasılsa bu fikri doğru çıkmadı... Allah suçları örter... Örter ama cezasını da verir!
  • آن قیاسش راست نامد از قضا ** گرچه ستارست هم بدهد سزا
  • Kötülükte bulundun mu kork, emin olma, çünkü yaptığın kötülük bir tohumdur, Allah, onu mutlaka bitirir! 165
  • چونک بد کردی بترس آمن مباش ** زانک تخمست و برویاند خداش
  • Birkaç kere, belki yaptığına pişman olur, utanırsın diye örter, gizler.
  • چند گاهی او بپوشاند که تا ** آیدت زان بد پشیمان و حیا
  • O müminler ulusu Ömer, halifeliği zamanında bir hırsızı cellada teslim etti.
  • عهد عمر آن امیر مومنان ** داد دزدی را به جلاد و عوان
  • Hırsız, ey ülkenin beyi, diye bağırdı, beni öldürtme... Bu, ilk suçum!
  • بانگ زد آن دزد کای میر دیار ** اولین بارست جرمم زینهار
  • Ömer dedi ki: “Hâşâ, Allah, ilk suçta hemencecik gazaba gelip cezasını vermez.
  • گفت عمر حاش لله که خدا ** بار اول قهر بارد در جزا
  • Lütfunu meydana çıkarmak için defalarca örter de sonradan adaletini göstermek için cezalandırır; 170
  • بارها پوشد پی اظهار فضل ** باز گیرد از پی اظهار عدل
  • Bu suretle bu iki sıfatının da meydana çıkmasını, lütfunun muştucu, kahrının da korkutucu olmasını diler.”
  • تا که این هر دو صفت ظاهر شود ** آن مبشر گردد این منذر شود
  • Kadın da defalarca bu kötü işte bulunmuştu da kolaycacık işi atlatmıştı... bu iş, ona kolay görünüyordu artık.
  • بارها زن نیز این بد کرده بود ** سهل بگذشت آن و سهلش می‌نمود
  • Gevşek ayaklı akıl, testinin daima ırmaktan kırılmadan sapasağlam gelemeyeceğini bilmiyordu ki!
  • آن نمی‌دانست عقل پای‌سست ** که سبو دایم ز جو ناید درست
  • Fakat bu sefer kaza ve kader, onu öyle bir daraltmış, münafıkı ansızın ölüm nasıl yakalarsa öyle bir sıkı yakalamıştı ki!
  • آنچنانش تنگ آورد آن قضا ** که منافق را کند مرگ فجا
  • Ne yol vardır, ne yoldaş, ne de kurtulma imkânı... (münafık, böyle bir haldeyken) can alıcı melek de gelir çatar, canına el uzatır ya! 175
  • نه طریق و نه رفیق و نه امان ** دست کرده آن فرشته سوی جان
  • İşte kadın da o cefa odasında dostuyla belâlara uğramış, öylece âdeta kuruyup kalmıştı!
  • آنچنان کین زن در آن حجره جفا ** خشک شد او و حریفش ز ابتلا
  • Sofi, gönlünden, hay kâfirler hay... Size kin güdüp duruyorum ama hele sabredeyim.
  • گفت صوفی با دل خود کای دو گبر ** از شما کینه کشم لیکن به صبر
  • Şimdilik bunu bilmezlikten geleyim de herkes bu çanın sesini duymasın, diyordu.
  • لیک نادانسته آرم این نفس ** تا که هر گوشی ننوشد این جرس
  • Hak yolundaki er de size gizlice böyle kin güder... İstiska hastalığı gibi kinini yavaş yavaş, azar azar belirtir.
  • از شما پنهان کشد کینه محق ** اندک اندک هم‌چو بیماری دق
  • İstiskaya tutulan adam buz gibi her an erir durur... Fakat her an, kendisini daha iyiceyim sanır! 180
  • مرد دق باشد چو یخ هر لحظه کم ** لیک پندارد بهر دم بهترم
  • Hani, “sırtlan nerede? Burada yok yahu” diye aranırlar da sırtlan bu söze inanır, bu suretle tutulur, avlanır ya!
  • هم‌چو کفتاری که می‌گیرندش و او ** غره‌ی آن گفت کین کفتار کو
  • Kadının evinde de gizlenecek bir yer; bir tümsek, bir aralık, yukarıya çıkacak bir yol yoktu.
  • هیچ پنهان‌خانه آن زن را نبود ** سمج و دهلیز و ره بالا نبود
  • Ne bir tandır vardı, oynaşını oraya gizlesin... Ne bir çuval vardı, perde gibi önüne gersin!
  • نه تنوری که در آن پنهان شود ** نه جوالی که حجاب آن شود
  • Evin içi kıyamet günü Arasat Meydanı gibi dümdüzdü... Ne bir çukur vardı, ne bir tepe, ne de kaçacak bir yer!
  • هم‌چو عرصه‌ی پهن روز رستخیز ** نه گو و نه پشته نه جای گریز
  • Allah bu kıyamet gününü anlatırken mahşer meydanı için “Orada bir çukur, bir tümsek göremezsin” demiştir. 185
  • گفت یزدان وصف این جای حرج ** بهر محشر لا تری فیها عوج
  • Kadının hileye sapıp sevgilisine çarşaf giydirmesi ve Allah’ın “Sizin hileniz pek büyüktür” dediği gibi kocasını kandırmak için bahanelere başvurması
  • معشوق را زیر چادر پنهان کردن جهت تلبیس و بهانه گفتن زن کی ان کید کن عظیم
  • Kadın, hemen çarşafını oynaşının üstüne attı, erkeği kadın şekline sokup kapıyı açtı.
  • چادر خود را برو افکند زود ** مرد را زن ساخت و در را بر گشود
  • Çarşafın altında adam, apaçık rüsvay olmuş, görünüp durmaktaydı... Adeta merdiven üstünde bir deveye benziyordu.
  • زیر چادر مرد رسوا و عیان ** سخت پیدا چون شتر بر نردبان
  • Kadın oynaşı için kocasına dedi ki: “Şehir büyüklerinden birinin karısı... Malı var, devleti var, pek zengin!
  • گفت خاتونیست از اعیان شهر ** مر ورا از مال و اقبالست بهر
  • Yabancı birisi, cahilcesine gelmesin diye kapıyı kapadım.”
  • در ببستم تا کسی بیگانه‌ای ** در نیاید زود نادانانه‌ای
  • Sofi, âlâ dedi... Ne hizmeti var, hele söyle de minnetsizce, seve seve yapayım. 190
  • گفت صوفی چیستش هین خدمتی ** تا بر آرم بی‌سپاس و منتی
  • Karısı dedi ki: “Bize akraba olmak istiyor... İyi bir kadın ama içini Allah bilir artık.
  • گفت میلش خویشی و پیوستگیست ** نیک خاتونیست حق داند که کیست
  • Kızı görmek istiyordu ama tesadüf bu ya, kız da mektepte.
  • خواست دختر را ببیند زیر دست ** اتفاقا دختر اندر مکتبست
  • Fakat ister un olsun, ister kepek... Onu canla gönülle gelinliğe kabul ederim dedi.
  • باز گفت ار آرد باشد یا سبوس ** می‌کنم او را به جان و دل عروس
  • Öyle bir oğlu var ki şehirde misli yok... Güzel, anlayışlı, çevik, hem de iyi bir geçimi var.”
  • یک پسر دارد که اندر شهر نیست ** خوب و زیرک چابک و مکسب کنیست
  • Sofi dedi ki: “İyi ama biz yoksuluz, perişanız... Bu kadının ailesiyse mallı, mülklü kişiler. 195
  • گفت صوفی ما فقیر و زار و کم ** قوم خاتون مال‌دار و محتشم
  • Nasıl olurda bize eşit olabilir? Kapının bir kanadı tahtadan, öbürü fildişinden... Böyle şey olur mu hiç?
  • کی بود این کفو ایشان در زواج ** یک در از چوب و دری دیگر ز عاج
  • Nikâhta iki çiftin birbirine eşit ve denk olması lâzım... Yoksa iş bozulur, geçim olmaz!”
  • کفو باید هر دو جفت اندر نکاح ** ورنه تنگ آید نماند ارتیاح
  • Kadının, o çeyiz kaydında değil, istediği şey kapalı ve namuslu olmasından ibaret demesi, sofinin de bunu gizli tut demesi
  • گفتن زن کی او در بند جهاز نیست مراد او ستر و صلاحست و جواب گفتن صوفی این را سرپوشیده
  • Kadın dedi ki: “Ben de bu özrü söyledim, ama o, çeyiz filan arayanlardan değilim...
  • گفت گفتم من چنین عذری و او ** گفت نه من نیستم اسباب جو