- Eserin artması onun zuhurudur... Bu suretle sanatları ve işi zahir olur, görünür.
- هست افزونی اثر اظهار او ** تا پدید آید صفات و کار او
- Zatın artmasına gelince bu, o zatın sebeplere bağlı ve sonradan meydana gelmiş olduğuna delildir.
- هست افزونی هر ذاتی دلیل ** کو بود حادث به علتها علیل
- Musa, içinde bir korku duydu. Dedik ki: Korkma, sen, ondan yücesin ayetinin tefsiri
- تفسیر اوجس فی نفسه خیفة موسی قلنا لا تخف انک انت الا علی
- Musa, büyü de insanı şaşırtır... Ben ne yapayım ne işleyeyim? Halk, mucizeyle büyüyü ayırt edemez ki dedi. 1670
- گفت موسی سحر هم حیرانکنیست ** چون کنم کین خلق را تمییز نیست
- Allah dedi ki: O fark edişi ben onlarda izhar eder, doğruyu eğriyi ayırt edemeyen aklı görür, bilir bir hale getiririm.
- گفت حق تمییز را پیدا کنم ** عقل بیتمییز را بینا کنم
- Onlar deniz gibi köpürdüler ama korkma ya Musa, sen üstün olacaksın!
- گرچه چون دریا برآوردند کف ** موسیا تو غالب آیی لا تخف
- Sihir, zamanında övünülecek bir şeydi... Fakat asâ ejderha olunca bütün sihirler utanılır bir şey oluverdi!
- بود اندر عهده خود سحر افتخار ** چون عصا شد مار آنها گشت عار
- Herkes güzellik şirinlik dâvasındadır ama şirinliklere mihenk taşı ölümdür!
- هر کسی را دعوی حسن و نمک ** سنگ مرگ آمد نمکها را محک
- Büyü de geçti gitti, Musa’nın mucizesi de... Her ikisinin de varlık damından leğenleri düştü! 1675
- سحر رفت و معجزهی موسی گذشت ** هر دو را از بام بود افتاد طشت
- Büyü leğeninin sesinden yalnız lanet kaldı; din leğeninin sesinden de yalnız yücelik!
- بانگ طشت سحر جز لعنت چه ماند ** بانگ طشت دین به جز رفعت چه ماند
- Mihenk taşı, erkekte de yok, kadında da... O gizli kalmış; artık ey kalp, gel, safa karış da lâf et, tam sırası!
- چون محک پنهان شدست از مرد و زن ** در صف آ ای قلب و اکنون لاف زن
- Lâfın tam zamanı şimdi... Çünkü mihenk yok ortada, artık seni yüce tutarlar, elden ele gezersin ey kalp!
- وقت لافستت محک چون غایبست ** میبرندت از عزیزی دست دست
- Kalp her an gururlanır da der ki ben daima senin gibiyim a altın... ne vakit senden aşağıyım ki?
- قلب میگوید ز نخوت هر دمم ** ای زر خالص من از تو کی کمم
- Altında evet ey kapı yoldaşı, der... Fakat mihenk geliyor hazırlan hele! 1680
- زر همیگوید بلی ای خواجهتاش ** لیک میآید محک آماده باش
- Bedenin ölümü, sır ehli için bir hediyedir... Halis altına makastan ne noksan gelir ki?
- مرگ تن هدیهست بر اصحاب راز ** زر خالص را چه نقصانست گاز
- Kalp, eğer sonuna baksaydı sonradan kararacağına önceden kararırdı:
- قلب اگر در خویش آخربین بدی ** آن سیه که آخر شد او اول شدی
- Önceden kararınca da nifaktan, kötülükten uzak kalırdı.
- چون شدی اول سیه اندر لقا ** دور بودی از نفاق و از شقا
- Fazilet ve ihsan kimyasını isteseydi aklı, hilesinden üstün olurdu.
- کیمیای فضل را طالب بدی ** عقل او بر زرق او غالب بدی
- Gönlü kırık bir hale gelince de kendisini anlar, kırıkları düzelten Allah’ı önünde görürdü. 1685
- چون شکستهدل شدی از حال خویش ** جابر اشکستگان دیدی به پیش
- Davacı, sonunu görünce kırık, sınık bir hale gelir de derhal bağlanır, sarılır, kırıklığı geçiverir!
- عاقبت را دید و او اشکسته شد ** از شکستهبند در دم بسته شد
- Allah ihsanı, bakırları iksire doğru sürer götürür... Fakat o altın yaldızlı, bu ihsandan mahrum kalır.
- فضل مسها را سوی اکسیر راند ** آن زراندود از کرم محروم ماند
- Ey altın yaldızlı, davaya kalkışma da sana müşteri olan hep böyle kör kalmaz, sen onu gör!
- ای زراندوده مکن دعوی ببین ** که نماند مشتریت اعمی چنین
- Mahşer nuru, onların gözlerini açar... Onların gözlerini sen bağlıyordun ya... Bu yüzden rüsvay olursun sen!
- نور محشر چشمشان بینا کند ** چشم بندی ترا رسوا کند
- İşin sonunu gören, canların ve gözlerin hasedini çeken kişileri gör! 1690
- بنگر آنها را که آخر دیدهاند ** حسرت جانها و رشک دیدهاند
- Bir de bu günkü gören kişileri seyret! Bunlar, içleri bozuk kişilerdir... Asıldan baş çekmişler, ayrılmışlardır!
- بنگر آنها را که حالی دیدهاند ** سر فاسد ز اصل سر ببریدهاند
- Bugünü görenlere, bu yüzden bilgisizlikte ve şüphede kalanlara göre suphu sadıkla suphu kâzibin ikisi de birdir.
- پیش حالیبین که در جهلست و شک ** صبح صادق صبح کاذب هر دو یک
- Suphu kâzip, yüz binlerce kervanı helak yeliyle süpürmüş, gitmiştir civanım!
- صبح کاذب صد هزاران کاروان ** داد بر باد هلاکت ای جوان
- Cihanda hiçbir nakit yoktur ki o, isteklileri yanıltmasın... Vay o kişinin canına ki mihengi makası yoktur!
- نیست نقدی کش غلطانداز نیست ** وای آن جان کش محک و گاز نیست
- Dâvaya kalkışan kişiye, dâvadan geçmesi için ısrar ve peygamberlere uymasını emrediş
- زجر مدعی از دعوی و امر کردن او را به متابعت
- Ebu Süleyman dedi ki: ben de Ahmet’im... Ahmet’in dinini hileyle vurup kıracağım 1695
- بو مسیلم گفت خود من احمدم ** دین احمد را به فن برهم زدم
- Ebu Süleyman’a de ki: Pek kibirlenme, işin önüne bakıp böbürlenme, sonuna bak!
- بو مسیلم را بگو کم کن بطر ** غرهی اول مشو آخر نگر
- Başına adam toplama hırsıyla kılavuzluğa kalkışma... Kılavuza uy, ardından git de önünde mum gidedursun, sen de yolunu gör!
- این قلاوزی مکن از حرص جمع ** پسروی کن تا رود در پیش شمع
- Mum, ay gibi maksadını gösterir... bu tarafta tane var, yahut burası tuzak der!
- شمع مقصد را نماید همچو ماه ** کین طرف دانهست یا خود دامگاه
- Elinde bir ışık oldu mu istesen de istemesen de doğan iziyle karga izini görür, ayırt edersin!
- گر بخواهی ور نخواهی با چراغ ** دیده گردد نقش باز و نقش زاغ
- Fakat mumun yoksa buna imkân yoktur. Çünkü bu kargalar hilekârdır... Akdoğanların seslerini öğrenmişlerdir. 1700
- ورنه این زاغان دغل افروختند ** بانگ بازان سپید آموختند
- Yiğit, hüthüdün sesini öğrense de nerede hüthüdün sesi, Seba’nın haberi?
- بانگ هدهد گر بیاموزد فتی ** راز هدهد کو و پیغام سبا
- Arızi sesi, asıl sesten bil... Padişahların taçları, hüthütlerin taçlarından alınmadır!
- بانگ بر رسته ز بر بسته بدان ** تاج شاهان را ز تاج هدهدان
- Dervişlerin sözleriyle ariflerin nüktelerini şu hayâsızlar, dillerine dolamışlardır.
- حرف درویشان و نکتهی عارفان ** بستهاند این بیحیایان بر زبان
- Eski ümmetlerin helâk olması, hep katı taşı öd ağacı sanmalarındandır!
- هر هلاک امت پیشین که بود ** زانک چندل را گمان بردند عود
- Onu anlayacak, meydana çıkaracak temyiz kabiliyetleri vardı ama hırs ve tamah, insanı kör ve sağır eder! 1705
- بودشان تمییز کان مظهر کند ** لیک حرص و آز کور و کر کند
- Körlerin körlüğü rahmetten uzak değildir, onlara acınır. Fakat hırs körlüğüne özür yoktur!
- کوری کوران ز رحمت دور نیست ** کوری حرص است که آن معذور نیست
- Padişahın çarmıha gerdiği adama acınır, fakat haset çarmıhına gerilen bağışlanmaz!
- چارمیخ شه ز رحمت دور نی ** چار میخ حاسدی مغفور نی
- A balık, sonuna bak işin, oltaya değil! Fakat pisboğazlığın, senin işin sonunu gören gözünü kapattı!
- ماهیا آخر نگر بنگر بشست ** بدگلویی چشم آخربینت بست
- İki gözle evveli sonu gör... Kendine gel, iblis gibi tek gözlü olma!
- با دو دیده اول و آخر ببین ** هین مباش اعور چو ابلیس لعین
- Tek gözlü ona derler ki yalnız içinde bulunduğu hali görür... Hayvanlar gibi başka şeyden haberi yoktur. 1710
- اعور آن باشد که حالی دید و بس ** چون بهایم بیخبر از بازپس
- Öküzün iki gözünü çıkarmanın cezası bir gözü çıkarma cezasıdır... Çünkü onda şeref yoktur ki!
- چون دو چشم گاو در جرم تلف ** همچو یک چشمست کش نبود شرف
- Öküzün iki gözü, değerinin yarısıdır... Çünkü onun iki gözle yapacağı şeyi, sen ona yaptırabilirsin!
- نصف قیمت ارزد آن دو چشم او ** که دو چشمش راست مسند چشم تو
- Fakat bir insanın tek gözünü çıkarsan değerinin yarısını vermek gerek!
- ور کنی یک چشم آدمزادهای ** نصف قیمت لایقست از جادهای
- Zira insan gözü, başlı başına başka birinin yardımı olmaksızın bir iş görebilir!
- زانک چشم آدمی تنها به خود ** بی دو چشم یار کاری میکند
- Eşeğin gözü, işin sonunu görmediğinden eşek, çift gözlü olsa da tek gözlü hükmündedir. 1715
- چشم خر چون اولش بی آخرست ** گر دو چشمش هست حکمش اعورست
- Bu sözün sonu yoktur... O hafif akıllı, ekmek tamahı ile padişaha mektup yazmaya koyuldu.
- این سخن پایان ندارد وان خفیف ** مینویسد رقعه در طمع رغیف
- Nafaka istemek için kölenin padişaha mektup yazması
- بقیهی نوشتن آن غلام رقعه به طلب اجری
- Mektubu yazmadan mutfak eminine gitti... Ey cömert padişahın mutfağındaki hasis adam, dedi...
- رفت پیش از نامه پیش مطبخی ** کای بخیل از مطبخ شاه سخی