Bir de bu günkü gören kişileri seyret! Bunlar, içleri bozuk kişilerdir... Asıldan baş çekmişler, ayrılmışlardır!
بنگر آنها را که حالی دیدهاند ** سر فاسد ز اصل سر ببریدهاند
Bugünü görenlere, bu yüzden bilgisizlikte ve şüphede kalanlara göre suphu sadıkla suphu kâzibin ikisi de birdir.
پیش حالیبین که در جهلست و شک ** صبح صادق صبح کاذب هر دو یک
Suphu kâzip, yüz binlerce kervanı helak yeliyle süpürmüş, gitmiştir civanım!
صبح کاذب صد هزاران کاروان ** داد بر باد هلاکت ای جوان
Cihanda hiçbir nakit yoktur ki o, isteklileri yanıltmasın... Vay o kişinin canına ki mihengi makası yoktur!
نیست نقدی کش غلطانداز نیست ** وای آن جان کش محک و گاز نیست
Dâvaya kalkışan kişiye, dâvadan geçmesi için ısrar ve peygamberlere uymasını emrediş
زجر مدعی از دعوی و امر کردن او را به متابعت
Ebu Süleyman dedi ki: ben de Ahmet’im... Ahmet’in dinini hileyle vurup kıracağım 1695
بو مسیلم گفت خود من احمدم ** دین احمد را به فن برهم زدم
Ebu Süleyman’a de ki: Pek kibirlenme, işin önüne bakıp böbürlenme, sonuna bak!
بو مسیلم را بگو کم کن بطر ** غرهی اول مشو آخر نگر
Başına adam toplama hırsıyla kılavuzluğa kalkışma... Kılavuza uy, ardından git de önünde mum gidedursun, sen de yolunu gör!
این قلاوزی مکن از حرص جمع ** پسروی کن تا رود در پیش شمع
Mum, ay gibi maksadını gösterir... bu tarafta tane var, yahut burası tuzak der!
شمع مقصد را نماید همچو ماه ** کین طرف دانهست یا خود دامگاه
Elinde bir ışık oldu mu istesen de istemesen de doğan iziyle karga izini görür, ayırt edersin!
گر بخواهی ور نخواهی با چراغ ** دیده گردد نقش باز و نقش زاغ
Fakat mumun yoksa buna imkân yoktur. Çünkü bu kargalar hilekârdır... Akdoğanların seslerini öğrenmişlerdir. 1700
ورنه این زاغان دغل افروختند ** بانگ بازان سپید آموختند
Yiğit, hüthüdün sesini öğrense de nerede hüthüdün sesi, Seba’nın haberi?
بانگ هدهد گر بیاموزد فتی ** راز هدهد کو و پیغام سبا
Arızi sesi, asıl sesten bil... Padişahların taçları, hüthütlerin taçlarından alınmadır!
بانگ بر رسته ز بر بسته بدان ** تاج شاهان را ز تاج هدهدان
Dervişlerin sözleriyle ariflerin nüktelerini şu hayâsızlar, dillerine dolamışlardır.
حرف درویشان و نکتهی عارفان ** بستهاند این بیحیایان بر زبان
Eski ümmetlerin helâk olması, hep katı taşı öd ağacı sanmalarındandır!
هر هلاک امت پیشین که بود ** زانک چندل را گمان بردند عود
Onu anlayacak, meydana çıkaracak temyiz kabiliyetleri vardı ama hırs ve tamah, insanı kör ve sağır eder! 1705
بودشان تمییز کان مظهر کند ** لیک حرص و آز کور و کر کند
Körlerin körlüğü rahmetten uzak değildir, onlara acınır. Fakat hırs körlüğüne özür yoktur!
کوری کوران ز رحمت دور نیست ** کوری حرص است که آن معذور نیست
Padişahın çarmıha gerdiği adama acınır, fakat haset çarmıhına gerilen bağışlanmaz!
چارمیخ شه ز رحمت دور نی ** چار میخ حاسدی مغفور نی
A balık, sonuna bak işin, oltaya değil! Fakat pisboğazlığın, senin işin sonunu gören gözünü kapattı!
ماهیا آخر نگر بنگر بشست ** بدگلویی چشم آخربینت بست
İki gözle evveli sonu gör... Kendine gel, iblis gibi tek gözlü olma!
با دو دیده اول و آخر ببین ** هین مباش اعور چو ابلیس لعین
Tek gözlü ona derler ki yalnız içinde bulunduğu hali görür... Hayvanlar gibi başka şeyden haberi yoktur. 1710
اعور آن باشد که حالی دید و بس ** چون بهایم بیخبر از بازپس
Öküzün iki gözünü çıkarmanın cezası bir gözü çıkarma cezasıdır... Çünkü onda şeref yoktur ki!
چون دو چشم گاو در جرم تلف ** همچو یک چشمست کش نبود شرف
Öküzün iki gözü, değerinin yarısıdır... Çünkü onun iki gözle yapacağı şeyi, sen ona yaptırabilirsin!
نصف قیمت ارزد آن دو چشم او ** که دو چشمش راست مسند چشم تو
Fakat bir insanın tek gözünü çıkarsan değerinin yarısını vermek gerek!
ور کنی یک چشم آدمزادهای ** نصف قیمت لایقست از جادهای
Zira insan gözü, başlı başına başka birinin yardımı olmaksızın bir iş görebilir!
زانک چشم آدمی تنها به خود ** بی دو چشم یار کاری میکند
Eşeğin gözü, işin sonunu görmediğinden eşek, çift gözlü olsa da tek gözlü hükmündedir. 1715
چشم خر چون اولش بی آخرست ** گر دو چشمش هست حکمش اعورست
Bu sözün sonu yoktur... O hafif akıllı, ekmek tamahı ile padişaha mektup yazmaya koyuldu.
این سخن پایان ندارد وان خفیف ** مینویسد رقعه در طمع رغیف
Nafaka istemek için kölenin padişaha mektup yazması
بقیهی نوشتن آن غلام رقعه به طلب اجری
Mektubu yazmadan mutfak eminine gitti... Ey cömert padişahın mutfağındaki hasis adam, dedi...
رفت پیش از نامه پیش مطبخی ** کای بخیل از مطبخ شاه سخی
Nafakamdan bu kadar şey kesmek padişahtan, padişahın himmetinden uzaktır!
دور ازو وز همت او کین قدر ** از جریام آیدش اندر نظر
Mutfak emini dedi ki: öyle iktiza etmiştir de ondan kesmiştir... Ne hasisliktendir bu, ne de darlığından!
گفت بهر مصلحت فرموده است ** نه برای بخل و نه تنگی دست
Köle, hayır dedi... Vallahi bu söz, bu emir, padişahın değildir... Padişahın yanında eski altın bile topraktır âdeta! 1720
گفت دهلیزیست والله این سخن ** پیش شه خاکست هم زر کهن
Mutfak emini, ona on türlü delil getirdi... Fakat o hırsından hepsini reddetti.
مطبخی ده گونه حجت بر فراشت ** او همه رد کرد از حرصی که داشت
Kuşluk vakti nafakası az gelince bir hayli söylendi, kötü sözler söyledi, fakat hiçbir faydası olmadı.
چون جری کم آمدش در وقت چاشت ** زد بسی تشنیع او سودی نداشت
Dedi ki: siz bunu kasten yapıyorsunuz. Mutfak emini “hayır biz emir kuluyuz!”
گفت قاصد میکنید اینها شما ** گفت نه که بنده فرمانیم ما
Bunu feri’den sanma, asıldandır bu... Yaya pek kabahat bulma, oku atan koldur.
این مگیر از فرع این از اصل گیر ** بر کمان کم زن که از بازوست تیر
“Attığın vakit sen atmadın” ayeti bir iptilâdır... Fakat Peygambere de pek günah bulma; bu iş Allah’tandır! 1725
ما رمیت اذ رمیت ابتلاست ** بر نبی کم نه گنه کان از خداست
“A gözü kamaşmış adam, su baştan bulanıktır... Gözünü bir iyice aç da işin önüne bak!” dedi.
آب از سر تیره است ای خیرهخشم ** پیشتر بنگر یکی بگشای چشم
Köle kızgınlıkla, dertle bir bucağa çekildi, padişaha kızgınlığını bildirir bir mektup yazdı.
شد ز خشم و غم درون بقعهای ** سوی شه بنوشت خشمین رقعهای
Mektupta padişahı övdü... Onun cömertlik incilerini deldi!
اندر آن رقعه ثنای شاه گفت ** گوهر جود و سخای شاه سفت
“Ey avucu, hacetler isteyeni hacetini vermede denizden de cömert olan, buluttan da cömert olan!
کای ز بحر و ابر افزون کف تو ** در قضای حاجت حاجاتجو
Çünkü bulut verir ama ağlaya ağlaya verir... Hâlbuki senin elin, gülerek biteviye sofralar yayar” dedi. 1730
زانک ابر آنچ دهد گریان دهد ** کف تو خندان پیاپی خوان نهد
Mektubun zahiri medihti ama o medihlerden kızgınlığının kokusu duyuluyordu.
ظاهر رقعه اگر چه مدح بود ** بوی خشم از مدح اثرها مینمود
Senin işin de tıpkı onun işi gibi nursuz ve çirkin... Çünkü sen, yaradılış nurundan uzaksın, uzak!
زان همه کار تو بینورست و زشت ** که تو دوری دور از نور سرشت
Bayağı kişilerin işi kesatlıdır... Taze meyve gibi o, çabucak bozulur, çürür!
رونق کار خسان کاسد شود ** همچو میوهی تازه زو فاسد شود
Dünyanın parlaklığı ve revacı da ondan kesat bulur... Çünkü o, oluş ve bozulmuş âlemindendir.
رونق دنیا برآرد زو کساد ** زانک هست از عالم کون و فساد
Methedende kin oldu mu onun karihasından doğan medihler, insana hoş gelmez! 1735
خوش نگردد از مدیحی سینهها ** چونک در مداح باشد کینهها
Gönül, kinden, pislikten arın da sonra çevikçe hamd suresini oku!
ای دل از کین و کراهت پاک شو ** وانگهان الحمد خوان چالاک شو
Ağzınla hamd ediyorsun ama için bunu reddetmede... Dilindeki hamd, ya şeytanlıktır, ya efsun!
بر زبان الحمد و اکراه درون ** از زبان تلبیس باشد یا فسون
İşte onun için Allah “Ben dışa bakmam, içe bakarım” dedi.
وانگهان گفته خدا که ننگرم ** من به ظاهر من به باطن ناظرم
Şerefini korumak için medihlerde bulunan, fakat içinden dert ve elem kokusu duyulan, hırkasının eksikliğinden o şükürlerin lâftan, yalandan ibaret olduğu anlaşılan övücü
حکایت آن مداح کی از جهت ناموس شکر ممدوح میکرد و بوی اندوه و غم اندرون او و خلاقت دلق ظاهر او مینمود کی آن شکرها لافست و دروغ
Birisi, Irak’tan bir hırkayla çıkageldi. Dostları, ayrılığını sordular;
آن یکی با دلق آمد از عراق ** باز پرسیدند یاران از فراق
Dedi ki: doğru, ayrılık vardı ama yolculuk bana pek kutluydu, âdeta beni muştulamaktaydı. 1740
گفت آری بد فراق الا سفر ** بود بر من بس مبارک مژدهور