- Dedi ki: doğru, ayrılık vardı ama yolculuk bana pek kutluydu, âdeta beni muştulamaktaydı. 1740
- گفت آری بد فراق الا سفر ** بود بر من بس مبارک مژدهور
- Halife, bana tam on kat elbise verdi... Yüzlerce methüsena, ona yakın olsun!
- که خلیفه داد ده خلعت مرا ** که قرینش باد صد مدح و ثنا
- Onu bir hayli övdü, şükürlerde, hamitlerde bulundu... Nihayet şükür, haddini aştı.
- شکرها و حمدها بر میشمرد ** تا که شکر از حد و اندازه ببرد
- Dediler ki: senin perişan halin, yalanına şahadet etmekte.
- پس بگفتندش که احوال نژند ** بر دروغ تو گواهی میدهند
- Bedenin çıplak, başın kabak, için yanmış... bu şükürleri, bir yerden mi çaldın, yoksa birisinden mi öğrendin?
- تن برهنه سر برهنه سوخته ** شکر را دزدیده یا آموخته
- Nerede methettiğin emîrin şükür ve hamd nişaneleri? Onların, şu şerefsiz başında, ayağında görünmesi gerekti. 1745
- کو نشان شکر و حمد میر تو ** بر سر و بر پای بی توفیر تو
- Dilin, o padişahı methetmede ama yedi âzan da şikâyet edip duruyor.
- گر زبانت مدح آن شه میتند ** هفت اندامت شکایت میکند
- O cömertlik padişahını, o kerem sultanını övüyorsun ama bu övüşe karşılık ayağında bir ayakkabı, bacağında bir şalvar olmalıydı bari!
- در سخای آن شه و سلطان جود ** مر ترا کفشی و شلواری نبود
- Ben, dedi... Bütün verdiklerini dağıttım; emir ihsanda kusur etmedi hiç!
- گفت من ایثار کردم آنچ داد ** میر تقصیری نکرد از افتقاد
- Bütün ihsanlarını aldım, fakat hepsini yetimlere, yoksullara bağışladım.
- بستدم جمله عطاها از امیر ** بخش کردم بر یتیم و بر فقیر
- Mal verdim, karşılığında uzun bir ömür aldım... Çünkü içim pek temizdir benim! 1750
- مال دادم بستدم عمر دراز ** در جزا زیرا که بودم پاکباز
- Bunun üzerine dediler ki: o kutlu mal gittiyse içindeki bu duman, bu hararet nedir ya?
- پس بگفتندش مبارک مال رفت ** چیست اندر باطنت این دود نفت
- İçinde diken gibi yüzlerce pislik var... Hiç keder, muştulanma nişanesi olur mu?
- صد کراهت در درون تو چو خار ** کی بود انده نشان ابتشار
- Söylediğin o geçmiş şeyler doğruysa nerede aşk, bağışlama ve razı olma nişanesi?
- کو نشان عشق و ایثار و رضا ** گر درستست آنچ گفتی ما مضی
- Hadi tutalım mal kayboldu gitti, meyil nerede? Sel geçip gittiyse geçtiği yer hani?
- خود گرفتم مال گم شد میل کو ** سیل اگر بگذشت جای سیل کو
- Gözün evvelce cana canlar katan siyah bir göz idiyse hadi diyelim o güzellik geçti... Fakat neden şimdi gözün gök? 1755
- چشم تو گر بد سیاه و جانفزا ** گر نماند او جانفزا ازرق چرا
- A ekşi suratlı, temizlik nişanesi nerede? Senden eğri lâfların kokusu gelmekte, sus!
- کو نشان پاکبازی ای ترش ** بوی لاف کژ همیآید خمش
- Mal bağışlamanın gönülde yüz türlü nişanesi olur... İyi işin yüzlerce alâmeti görünür!
- صد نشان باشد درون ایثار را ** صد علامت هست نیکوکار را
- Malını dağıtıp bağışlayan kişinin gönlüne o mal yerine yüzlerce dirilik gelir!
- مال در ایثار اگر گردد تلف ** در درون صد زندگی آید خلف
- Allah tarlasına temiz tohumlar ekilsin de sonra temiz mahsul vermesin... İmkânı yok!
- در زمین حق زراعت کردنی ** تخمهای پاک آنگه دخل نی
- Allah bahçeleri de mahsul vermezse artık Allah yeri geniştir denebilir mi? Söyle! 1760
- گر نروید خوشه از روضات هو ** پس چه واسع باشد ارض الله بگو
- Bu yokluk yeri bile mahsul vermemezlikte bulunmaz... Artık bundan çok geniş olan Allah yeri nasıl olur da mahsul vermez?
- چونک این ارض فنا بیریع نیست ** چون بود ارض الله آن مستوسعیست
- Bu yerin bile sayısız mahsul verme kabiliyeti vardır, en aşağı bir tohuma yedi yüz verir!
- این زمین را ریع او خود بیحدست ** دانهای را کمترین خود هفصدست
- Hamd ediyorsun, hani hamd edenlerin nişanesi? Bu nişaneler ne içinde var, ne dışında!
- حمد گفتی کو نشان حامدون ** نه برونت هست اثر نه اندرون
- Ârifin Allah’ya hamd etmesi doğrudur... Çünkü o hamdın şahidi eldir, ayaktır!
- حمد عارف مر خدا را راستست ** که گواه حمد او شد پا و دست
- Hamd ediş, arifi karanlık cisim kuyusundan çekip çıkarır... Dünya zindanından kurtarır! 1765
- از چه تاریک جسمش بر کشید ** وز تک زندان دنیااش خرید
- Sırtındaki takva atlasıyla ülfet nuru, hamd etmesinin nişanesidir.
- اطلس تقوی و نور متلف ** آیت حمدست او را بر کتف
- Bu eğreti âlemden kurtulmuş, gül bahçelerinde, akarsu kenarlarında yurt tutmuştur.
- وا رهیده از جهان عاریه ** ساکن گلزار و عین جاریه
- Oturduğu yer, yurt, vasıl olduğu makam ve rütbe, yüce himmetinin sır sedirinin üstüdür!
- بر سریر سر عالیهمتش ** مجلس و جا و مقام و رتبتش
- Orası öyle bir doğruluk makamıdır ki doğruların hepsi de orada lâtif, neşeli ve sevinçli yüzlerinden belli olarak yurt tutmuşlardır!
- مقعد صدقی که صدیقان درو ** جمله سر سبزند و شاد و تازهرو
- Onların hamd etmeleri, gül bahçesinin bahara hamd etmesi gibidir... Yüzlerce nişanesi, yüzlerce alâmeti ve eseri vardır! 1770
- حمدشان چون حمد گلشن از بهار ** صد نشانی دارد و صد گیر و دار
- Baharın geldiğine kaynak, fidan, çimen... O gül bahçesi, o elvan çiçekler şahittir.
- بر بهارش چشمه و نخل و گیاه ** وآن گلستان و نگارستان گواه
- Güzelin her tarafta binlerce şahidi vardır... Sedefteki incinin oluşuna şahadet edenler gibi.
- شاهد شاهد هزاران هر طرف ** در گواهی همچو گوهر بر صدف
- Hâlbuki senin nefesinden kötü sırrın kokusu gelmede... Ey lâfazan, derdin başından, yüzünden parlayıp görünmede!
- بوی سر بد بیاید از دمت ** وز سر و رو تابد ای لافی غمت
- Âlem meydanında kokudan anlayan maharet sahipleri var... öyle ataklık edip pek hayhuy etmeye kalkışma!
- بوشناسانند حاذق در مصاف ** تو به جلدی های هو کم کن گزاف
- Misten bahsetme... Ağzından soğan kokusu gelmede, sırrını açığa vurmada! 1775
- تو ملاف از مشک کان بوی پیاز ** از دم تو میکند مکشوف راز
- Sen daima gülbeşeker yedim diyorsun ama nefesinden gelip duran sarımsak kokusu, yavelenme be demekte!
- گلشکر خوردم همیگویی و بوی ** میزند از سیر که یافه مگوی
- Gönül, büyük ve geniş bir eve benzer... Gönül evinin gizli komşuları vardır.
- هست دل مانندهی خانهی کلان ** خانهی دل را نهان همسایگان
- Pencereden, duvardaki delikten görüp gözetir, sırları anlarlar!
- از شکاف روزن و دیوارها ** مطلع گردند بر اسرار ما
- Ev sahibinin sezinlemediği, hiç bilmediği bir yarıktan, bir delikten onlar, her şeyi görürler.
- از شکافی که ندارد هیچ وهم ** صاحب خانه و ندارد هیچ سهم
- Kuran’ı okusan a... Şeytan ve kavmi, gizlice insanların halinden koku alırlar. 1780
- از نبی بر خوان که دیو و قوم او ** میبرند از حال انسی خفیه بو
- İnsanın bilmediği bir yoldan insanın sırrını anlarlar... Bu yol, duyguyla duyulur, yahut buna benzer bir şeyle bilinir yol değildir.
- از رهی که انس از آن آگاه نیست ** زانک زین محسوس و زین اشباه نیست
- Görenlerin ortasında hileye kalkışma... Mihenk ortadayken lafa girişme ey kalp!
- در میان ناقدان زرقی متن ** با محک ای قلب دون لافی مزن
- Mihengin, halisi de anlamaya kabiliyeti vardır, kalpı da... Allah, onu beden ve kalp emîri yapmıştır!
- مر محک را ره بود در نقد و قلب ** که خدایش کرد امیر جسم و قلب
- Şeytanlar bile o kabalıklarıyla, o kötülükleriyle sırrımızı, fikrimizi, gittiğimiz yolu biliyorlar...
- چون شیاطین با غلیظیهای خویش ** واقفاند از سر ما و فکر و کیش
- Onların bile içimize hırsızlama bir yolu var... Biz, onların hırsızlıklarından baş aşağı gelmedeyiz... 1785
- مسلکی دارند دزدیده درون ** ما ز دزدیهای ایشان سرنگون
- Her an, bize büyük ziyanlar veriyorlar... Delikleri var, yarıkları var; bizi gözetliyorlar...
- دم به دم خبط و زیانی میکنند ** صاحب نقب و شکاف روزنند
- E artık âlemdeki aydın canlar, neden gizli hallerden bihaber olsunlar?
- پس چرا جانهای روشن در جهان ** بیخبر باشند از حال نهان
- Gökyüzüne çadır kurmuş canlar, insanın vücuduna girmede şeytanlardan aşağı olurlar?
- در سرایت کمتر از دیوان شدند ** روحها که خیمه بر گردون زدند
- Şeytan, hırsızlama olarak göğe çıkmaya kalkışır da yakıcı şahapla kovulur, sürülür.
- دیو دزدانه سوی گردون رود ** از شهاب محرق او مطعون شود