English    Türkçe    فارسی   

4
1775-1824

  • Misten bahsetme... Ağzından soğan kokusu gelmede, sırrını açığa vurmada! 1775
  • Sen daima gülbeşeker yedim diyorsun ama nefesinden gelip duran sarımsak kokusu, yavelenme be demekte!
  • Gönül, büyük ve geniş bir eve benzer... Gönül evinin gizli komşuları vardır.
  • Pencereden, duvardaki delikten görüp gözetir, sırları anlarlar!
  • Ev sahibinin sezinlemediği, hiç bilmediği bir yarıktan, bir delikten onlar, her şeyi görürler.
  • Kuran’ı okusan a... Şeytan ve kavmi, gizlice insanların halinden koku alırlar. 1780
  • İnsanın bilmediği bir yoldan insanın sırrını anlarlar... Bu yol, duyguyla duyulur, yahut buna benzer bir şeyle bilinir yol değildir.
  • Görenlerin ortasında hileye kalkışma... Mihenk ortadayken lafa girişme ey kalp!
  • Mihengin, halisi de anlamaya kabiliyeti vardır, kalpı da... Allah, onu beden ve kalp emîri yapmıştır!
  • Şeytanlar bile o kabalıklarıyla, o kötülükleriyle sırrımızı, fikrimizi, gittiğimiz yolu biliyorlar...
  • Onların bile içimize hırsızlama bir yolu var... Biz, onların hırsızlıklarından baş aşağı gelmedeyiz... 1785
  • Her an, bize büyük ziyanlar veriyorlar... Delikleri var, yarıkları var; bizi gözetliyorlar...
  • E artık âlemdeki aydın canlar, neden gizli hallerden bihaber olsunlar?
  • Gökyüzüne çadır kurmuş canlar, insanın vücuduna girmede şeytanlardan aşağı olurlar?
  • Şeytan, hırsızlama olarak göğe çıkmaya kalkışır da yakıcı şahapla kovulur, sürülür.
  • Kötü kâfir, savaşta mızrakla nasıl beyni üstüne düşerse o da gökten baş aşağı öyle düşer! 1790
  • Şeytanları, o gönüllerin beğendikleri ruhları kıskandıklarından gökten böyle baş aşağı atarlar...
  • Artık çolak, topal, kör ve sağır değilsen ulu ve yüce ruhlara karşı bu zanda bulunma...
  • Utan, az söylen, can çekişme... Cismi gözeten, sırlarını anlayan nice casus var!
  • Allah doktorlarının, müridin ve yabancının yüzünden, sesinin tonundan, gözünün renginden din ve gönüllerdeki hastalığı anlamaları. Bu şöyle dursun, gönül yolundan da anlarlar; çünkü onlar kalp casuslarıdır. Onlarla oturunca doğru yürekle oturun!
  • Bu beden doktorları pek bilgilidirler... Senin hastalıklarını senden daha iyi bilirler!
  • İdrara bakıp ahvalini anlar... Fakat sen; hastalığını o tarzda bilemez, teşhis edemezsin. 1795
  • Sonra nabızdan benizden, kandan da her türlü hastalığın kokusunu alırlar.
  • Âlemdeki Allah doktorları, artık sen söylemeden nasıl olur da halini anlamazlar senin?
  • Nabzından da gözünden de, benzinin renginden de, sende derhal yüzlerce hastalık bulur, anlarlar.
  • Beden doktorları, doktorluğu yeni öğrenmişlerdir zaten... Onlar, hastalığı teşhis için idrara vesaireye muhtaçtır.
  • Fakat kâmil, Allah doktorları, uzaktan adını duydular mı varlığının ta derinlerine kadar girerler! 1800
  • Hatta sen doğmadan yıllarca evvelki hallerini bile görürler!
  • Ebuyezid’in, Hasan Harkani’nin, Allah ruhlarını kutlasın, doğacağını yıllarca önce müjdelemesi. Onun suret ve siretine ait nişaneleri birer birer söylemesi ve tarihçilerin, tahkik için bunları yazmaları
  • Bayezid’in Ebulhasan’ın halini daha evvelce nasıl gördüğünü duymadın mı?
  • Bir gün o takva sultanı, dervişleriyle sahradan geçerken,
  • Ansızın ona Rey civarında Harkan tarafından bir kokudur geldi.
  • Orada iştiyaklı bir feryat çekti, rüzgârdan koku aldı. 1805
  • Âşıkçasına bir kokladı; âdeta ruhu rüzgârdan bir şarap tatmaktaydı.
  • Buzlu suyla dolu olan bir testinin dışında ter gibi sular peydahlanır.
  • O, havanın soğukluğundan meydana gelir... Yoksa testinin içinden dışarı su sızmaz!
  • Koku getiren rüzgâr, onu su haline getirmiştir... İşte onun gibi su da Bayezid’e halis şarap haline gelmişti!
  • Bayezid’de sarhoşluk eseri görününce bir müridi ona gelip 1810
  • Sordu: “Beş duyguyla altı cihetten dışarı olan şu hoş hal nedir?
  • Yüzün gâh kızarmakta, gâh ağarmakta... Bu ne hal, bu ne müjde?
  • Koklayıp duruyorsun ama görünürde gül yok, şüphesiz bu, gayb âleminden, hakikî güllerin açtığı gül bahçesinden.
  • Ey her kendini tanıyan, bilen kişinin muradı ve maksadı olan er, her an sana gayb âleminden bir haber, bir mektup gelmekte,
  • Her an Yakup gibi sana da bir Yusuf’tan şifa kokusu erişmekte. 1815
  • Bize de o testiden bir katra dök... Bize de o gül bahçesinden bir kokucuk anlat!
  • Biz buna alışmamışız ey yüce ve güzel er... Bizim dudağımız kuru, sen bu şarabı yalnızca içiyorsun!
  • Ey, çevik er, ey gökyüzünü dönüp dolaşan er, içtiğin şaraptan bize de bir yudumcuk sun!
  • Bu zamanda meclisin beyi sensin, senden başkası değil... Bize de bak!
  • Bu şarap, gizlice içilir mi ki? Şarap, muhakkak adamı rezil, rüsvay eder! 1820
  • Kokusunu gizlesen bile sarhoş gözlerini ne yapacaksın ki?
  • Zaten bu koku, âlemde yüz binlerce perde altında gizlenebilecek bir koku değil ki!
  • O keskin kokuyla ovalar, çöller doldu... Hatta ova da nedir ki? O koku, dokuz feleği bile geçti!
  • Bu şarabın bulunduğu testinin başını balçıkla örtme... Zaten bu öyle bir açıkta şarap ki örtülmesine imkan yok!