- Ansızın ona Rey civarında Harkan tarafından bir kokudur geldi.
- بوی خوش آمد مر او را ناگهان ** در سواد ری ز سوی خارقان
- Orada iştiyaklı bir feryat çekti, rüzgârdan koku aldı. 1805
- هم بدانجا نالهی مشتاق کرد ** بوی را از باد استنشاق کرد
- Âşıkçasına bir kokladı; âdeta ruhu rüzgârdan bir şarap tatmaktaydı.
- بوی خوش را عاشقانه میکشید ** جان او از باد باده میچشید
- Buzlu suyla dolu olan bir testinin dışında ter gibi sular peydahlanır.
- کوزهای کو از یخابه پر بود ** چون عرق بر ظاهرش پیدا شود
- O, havanın soğukluğundan meydana gelir... Yoksa testinin içinden dışarı su sızmaz!
- آن ز سردی هوا آبی شدست ** از درون کوزه نم بیرون نجست
- Koku getiren rüzgâr, onu su haline getirmiştir... İşte onun gibi su da Bayezid’e halis şarap haline gelmişti!
- باد بویآور مر او را آب گشت ** آب هم او را شراب ناب گشت
- Bayezid’de sarhoşluk eseri görününce bir müridi ona gelip 1810
- چون درو آثار مستی شد پدید ** یک مرید او را از آن دم بر رسید
- Sordu: “Beş duyguyla altı cihetten dışarı olan şu hoş hal nedir?
- پس بپرسیدش که این احوال خوش ** که برونست از حجاب پنج و شش
- Yüzün gâh kızarmakta, gâh ağarmakta... Bu ne hal, bu ne müjde?
- گاه سرخ و گاه زرد و گه سپید ** میشود رویت چه حالست و نوید
- Koklayıp duruyorsun ama görünürde gül yok, şüphesiz bu, gayb âleminden, hakikî güllerin açtığı gül bahçesinden.
- میکشی بوی و به ظاهر نیست گل ** بیشک از غیبست و از گلزار کل
- Ey her kendini tanıyan, bilen kişinin muradı ve maksadı olan er, her an sana gayb âleminden bir haber, bir mektup gelmekte,
- ای تو کام جان هر خودکامهای ** هر دم از غیبت پیام و نامهای
- Her an Yakup gibi sana da bir Yusuf’tan şifa kokusu erişmekte. 1815
- هر دمی یعقوبوار از یوسفی ** میرسد اندر مشام تو شفا
- Bize de o testiden bir katra dök... Bize de o gül bahçesinden bir kokucuk anlat!
- قطرهای بر ریز بر ما زان سبو ** شمهای زان گلستان با ما بگو
- Biz buna alışmamışız ey yüce ve güzel er... Bizim dudağımız kuru, sen bu şarabı yalnızca içiyorsun!
- خو نداریم ای جمال مهتری ** که لب ما خشک و تو تنها خوری
- Ey, çevik er, ey gökyüzünü dönüp dolaşan er, içtiğin şaraptan bize de bir yudumcuk sun!
- ای فلکپیمای چست چستخیز ** زانچ خوردی جرعهای بر ما بریز
- Bu zamanda meclisin beyi sensin, senden başkası değil... Bize de bak!
- میر مجلس نیست در دوران دگر ** جز تو ای شه در حریفان در نگر
- Bu şarap, gizlice içilir mi ki? Şarap, muhakkak adamı rezil, rüsvay eder! 1820
- کی توان نوشید این می زیردست ** می یقین مر مرد را رسواگرست
- Kokusunu gizlesen bile sarhoş gözlerini ne yapacaksın ki?
- بوی را پوشیده و مکنون کند ** چشم مست خویشتن را چون کند
- Zaten bu koku, âlemde yüz binlerce perde altında gizlenebilecek bir koku değil ki!
- خود نه آن بویست این که اندر جهان ** صد هزاران پردهاش دارد نهان
- O keskin kokuyla ovalar, çöller doldu... Hatta ova da nedir ki? O koku, dokuz feleği bile geçti!
- پر شد از تیزی او صحرا و دشت ** دشت چه کز نه فلک هم در گذشت
- Bu şarabın bulunduğu testinin başını balçıkla örtme... Zaten bu öyle bir açıkta şarap ki örtülmesine imkan yok!
- این سر خم را به کهگل در مگیر ** کین برهنه نیست خود پوششپذیر
- Ey sırlar bilen sır söyleyici, seni avlayanı lütfet, söyle! 1825
- لطف کن ای رازدان رازگو ** آنچ بازت صید کردش بازگو
- Bayezıd dedi ki: “Şaşılacak bir koku geldi bana... Peygambere Yemen’den gelen koku gibi!
- گفت بوی بوالعجب آمد به من ** همچنانک مر نبی را از یمن
- Muhammet demiştir ki. Seher yelinin eliyle bana Yemen’den Allah kokusu gelmekte.
- که محمد گفت بر دست صبا ** از یمن میآیدم بوی خدا
- Vise’nin ruhuna Rahim’in kokusu geldiği gibi Üveys’ten de Allah kokusu geliyor.
- بوی رامین میرسد از جان ویس ** بوی یزدان میرسد هم از اویس
- Üveys’ten, Karen kabilesinden garip bir koku geldi de Peygamberi sarhoş etti, neşelendirdi!
- از اویس و از قرن بوی عجب ** مر نبی را مست کرد و پر طرب
- Üveys kendinden geçmiş, yere mensupken göklere mensup olmuştu! 1830
- چون اویس از خویش فانی گشته بود ** آن زمینی آسمانی گشته بود
- Heliyle, şekerle karışmış, halli hamur olmuş, acı tadı kalmamıştı artık!
- آن هلیلهی پروریده در شکر ** چاشنی تلخیش نبود دگر
- Heliyle, varlığından tamamıyla geçmişti... Yalnız heliyle şeklindeydi ama lezzeti kalmamıştı ki!”
- آن هلیلهی رسته از ما و منی ** نقش دارد از هلیله طعم نی
- Bu sözün sonu gelmez. O aslan er, gayb âleminin vahyinden neler söyledi? Sen onu anlat!
- این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا چه گفت از وحی غیب آن شیرمرد
- Rasul sallallahu aleyhi vesselem’in “Ben Yemen tarafından Rahman kokusunu almaktayım” demesi
- قول رسول صلی الله علیه و سلم انی لاجد نفس الرحمن من قبل الیمن
- Bayezıd dedi ki “Bu taraftan bir dostun kokusu gelmekte... Bu köyden bir padişah geliyor!
- گفت زین سو بوی یاری میرسد ** کاندرین ده شهریاری میرسد
- Bunca yıldan sonra bir padişah doğacak... Otağını göklere kuracak! 1835
- بعد چندین سال میزاید شهی ** میزند بر آسمانها خرگهی
- Yüzü Allah’ın gül bahçelerinin tesiriyle gül rengine dönecek... Makam ve rütbe bakımından benden üstün olacak!”
- رویش از گلزار حق گلگون بود ** از من او اندر مقام افزون بود
- Dediler ki: Adı ne? Bayezid, Ebül Hasan dedi... Onun şeklini, kaşının çenesinin ne şekilde olduğunu anlattı.
- چیست نامش گفت نامش بوالحسن ** حلیهاش وا گفت ز ابرو و ذقن
- Boyunu, rengini, şeklini, saçlarını, yüzünü bir bir anlattı.
- قد او و رنگ او و شکل او ** یک به یک واگفت از گیسو و رو
- İç huylarını, manevi sıfatlarını... Ruhunu, yolunu, yerini, varlığını hep söyledi.
- حلیههای روح او را هم نمود ** از صفات و از طریقه و جا و بود
- Ten şekli, ten gibi iğretidir... Ona pek gönül verme... o bir anda gelir geçer! 1840
- حلیهی تن همچو تن عاریتیست ** دل بر آن کم نه که آن یک ساعتیست
- Tabii ruhun şekli, hali de fanidir... O can şeklini, sıfatını iste ki gökyüzündedir!
- حلیهی روح طبیعی هم فناست ** حلیهی آن جان طلب کان بر سماست
- Onun bedeni, yeryüzünde mum gibidir... Nuru ise yedinci kat tavanın üstündedir!
- جسم او همچون چراغی بر زمین ** نور او بالای سقف هفتمین
- Güneşin ışıkları odadadır ama güneş, dördüncü kat göktedir.
- آن شعاع آفتاب اندر وثاق ** قرص او اندر چهارم چارطاق
- Gülün suretini, lâtife yollu burnunun altında görürsün ama gül kokusu dimağın ta tavanına, sayvanına kadar her yeri tutmuştur.
- نقش گل در زیربینی بهر لاغ ** بوی گل بر سقف و ایوان دماغ
- Uyuyan adam, Aden’de bir azaba uğradığını görür ama aksi, bedeninde ter halinde görünür! 1845
- مرد خفته در عدن دیده فرق ** عکس آن بر جسم افتاده عرق
- Gömlek, Mısır’da bir harise rehin olmuştur ama Kenan ülkesi o gömleğin kokusuyla dolmuştur!
- پیرهن در مصر رهن یک حریص ** پر شده کنعان ز بوی آن قمیص
- Tarihçiler, bunu duyunca Bayezid’in tayin ettiği zamanı yazdılar... Âdeta şişe benzeyen kamış kalemlerini kebapla bezediler.
- بر نبشتند آن زمان تاریخ را ** از کباب آراستند آن سیخ را
- Tanı o zaman, o tarih gelip çatınca o padişah doğdu... Devlet satrancını oynadı!
- چون رسید آن وقت و آن تاریخ راست ** زاده شد آن شاه و نرد ملک باخت
- Bayezid’in ölümünden sonra yıllar geçti, Ebul Hasan dünyaya geldi.
- از پس آن سالها آمد پدید ** بوالحسن بعد وفات بایزید
- O padişah, Ebulhasan’ın ihsanına, kıskanmasına ait ne gibi huylar söylediyse aynen zuhur etti. 1850
- جملهی خوهای او ز امساک وجود ** آنچنان آمد که آن شه گفته بود
- Çünkü onun önünde giden levhimahfuz’dur... Neden mahfuzdur o levh? Hatadan!
- لوح محفوظ است او را پیشوا ** از چه محفوظست محفوظ از خطا
- Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya... Allah, doğrusunu daha iyi bilir ya, Allah vahyidir!
- نه نجومست و نه رملست و نه خواب ** وحی حق والله اعلم بالصواب
- Sofiler, bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir.
- از پی روپوش عامه در بیان ** وحی دل گویند آن را صوفیان