English    Türkçe    فارسی   

4
1867-1916

  • Ayrılık ve vuslat derdi onda hiç yok... fer’e bağlanmış, aslı hiç aramıyor.
  • O ahmağın biri... Varlığa kapılmış, ölmüş gitmiş fer’in derdiyle asla aldırış bile etmemekte.
  • Göklerle yeri bir elma farz et... Allah’ın kudret ağacından bitmiş!
  • Sen, bu elmanın içindeki bir kurda benzersin; ağaçtan da haberin yok, bahçıvandan da! 1870
  • Elmada bir kurt daha var; fakat onun canı dış âleminde bayrak sahibi!
  • Onun hareketi elmayı yarar... Elma onun hareketine karşı koyamaz!
  • Hareketi, perdeleri yırtar... Sureti kurt ama hakikatte o, bir ejderha!
  • Demirden çıkan ilk ateş, dışarıya yavaş, yavaş adım atar.
  • Dadısı pamuktur önce... Fakat sonunda şuleleri ta esire kadar çıkar, 1875
  • İnsan, önce uykuya, yemeye muhtaçtır... Fakat nihayet meleklerden de üstün olur.
  • Pamuk ve kükürdün himayesinde şulesi ve nuru, süha yıldızına kadar çıkar!
  • Karanlık âlemi aydınlatır... Demirden yapılma tomruğu bile iğneyle deler geçer!
  • Ateş de cismanidir ama ne ruhtandır, ne de ruhani âlemden!
  • Cisme, o yücelikten bir nasip yoktur... Cisim, can denizinin önünde bir katra gibidir! 1880
  • Cisim, canla artar, gün günden fazlalaşır... Fakat can gitti mi cisme bak, ne hale gelir?
  • Cisminin haddi, bir iki arşından fazla değildir... Fakat canın, ta göklere kadar çıkar, dolaşır!
  • En iyi kişi, ruha ta Bağdat’a Semerkand’a kadar olan mesafe tasavvurda yarım adımdır ancak!
  • Gözünüz iki dirhemlik taş ağırlığında bir yağ parçasıdır ama ruhunun nuru göklere dek her tarafı kaplar.
  • Nursa, bu göz olmadan da uykuda her şeyi görür... Fakat göz, bu nur olmayınca ancak harap olur gider! 1885
  • Canın, tenin sakalıyla, bıyığıyla alış verişi yoktur... Fakat ten, can olmayınca murdardır, aşağıdır!
  • Bu cisim, hayvani ruhun debdebesine sebeptir... Sen daha önceden git de insani ruhu gör!
  • İnsandan da dedikodudan da geç de Cebrail’in ruhunun dayanıp kaldığı deniz kıyısına var!
  • Ondan sonra Ahmed’in canı (esrarı faş etme sakın diye) sana karşı dudağını ısırsın... Cebrail, senden korksun, geride kalsın!
  • Bir yay kadar ileri varır, sana doğru gelirsem derhal yanarım desin! 1890
  • Kölenin, mektuba padişahtan cevap gelmeyişinden kızıp perişan olması
  • Bu ovanın ne başı var zaten, ne sonu... o köle de mektubuna cevap gelmediğinden sıkılıp duruyor! Dostları, ayrılığını sordular;
  • Ne şaşılacak şey, padişah neden bana cevap yazmadı... Yoksa kızgınlığından mektubu götüren bir hıyanetlikte mi bulundu?
  • Mektubu mu gizledi, yoksa padişaha vermedi mi? Acaba bir münafık mıydı, saman altından su mu yürüttü?
  • Tecrübe için başka bir mektup yazar, hünerli, terbiyeli bir başka elçi arar bulurum demekte,
  • Cahilliğinden o bihaber, padişahı, mutfak eminini, mektup götüreni ayıplamaktaydı. 1895
  • Hiç ben din yolunda eğri gittim, gâvurluk ettim diye kendisine gelmiyor, kusuru kendinde bulmuyordu.
  • Süleyman aleyhisselâm’ın bir kusuru yüzünden rüzgârın ters esmesi
  • Rüzgâr, Süleyman’ın tahtına ters esti... Süleyman dedi ki: Ey rüzgâr, ters esme!
  • Rüzgâr da ey Süleyman dedi, ters hareket etme... Ters hareket edersen, benim tersliğime kızma!
  • Allah, biz ders alalım da insafa gelelim diye bu teraziyi halk etti.
  • Sen eksik dirhem korsan ben eksik tartarım... Sen benimle apaydın muamelede bulunursan ben de seninle apaydın muamelede bulunurum! 1900
  • Böylece Süleyman’ın tacı da eğrildi... Aydın günü ona gece etti âdeta!
  • Süleyman dedi ki: Ey taç, neden başımda eğrilirsin... A güneş, doğumdan eksilme benim!
  • O eliyle tacı düzelttikçe taç eğrilmekteydi yiğidim!
  • Tam sekiz kere doğrulttu, sekiz kere eğrildi... Dedi ki: Ey taç, bu ne bu? Eğrilme artık!
  • Taç dedi ki: Beni yüz kere doğrultsan yine eğrilirim... Çünkü inanılır kişi, sen eğrilmedesin! 1905
  • Süleyman, bunun üzerine kalbini doğrulttu... Gönlündeki şehvetten soğudu...
  • Tacı da derhal doğruldu... Nasıl istiyorsa başında öyle durdu.
  • Süleyman, bundan sonra onu mahsustan eğriltmede, taç da inadına doğrulmadaydı.
  • O ulu Peygamber, tacını sekiz kere eğriltti; her defasında taç, başında doğruldu.
  • Taç, dile geldi de ey padişah, nazlan dedi... Kanadından mademki tozu, toprağı silktin; uç! 1910
  • Bana izin yok ki bundan ileriye geçeyim... Bu sırrın gayb perdelerini yırtayım!
  • Elini sen ağzıma koy da kapat... Ağzım, beğenilmeyen şeyler söylemesin!
  • Hâsılı sana ne dert gelirse başkasına kabahat bulma; kendine bak!
  • Dostum, bu iş başkasından oldu sanma... o kölenin uğraştığı gibi uğraşıp durma!
  • Köle, gâh elçiyle, mutfak eminiyle uğraşıp savaşmasaydı... Gâh cömert padişaha kızmadaydı. 1915
  • Tıpkı Firavun gibi... Hani o da Musa’yı bırakmıştı da halkın yavrucaklarının başlarını kestiriyordu.