- O ulu Peygamber, tacını sekiz kere eğriltti; her defasında taç, başında doğruldu.
- هشت کرت کژ بکرد آن مهترش ** راست میشد تاج بر فرق سرش
- Taç, dile geldi de ey padişah, nazlan dedi... Kanadından mademki tozu, toprağı silktin; uç! 1910
- تاج ناطق گشت کای شه ناز کن ** چون فشاندی پر ز گل پرواز کن
- Bana izin yok ki bundan ileriye geçeyim... Bu sırrın gayb perdelerini yırtayım!
- نیست دستوری کزین من بگذرم ** پردههای غیب این برهم درم
- Elini sen ağzıma koy da kapat... Ağzım, beğenilmeyen şeyler söylemesin!
- بر دهانم نه تو دست خود ببند ** مر دهانم را ز گفت ناپسند
- Hâsılı sana ne dert gelirse başkasına kabahat bulma; kendine bak!
- پس ترا هر غم که پیش آید ز درد ** بر کسی تهمت منه بر خویش گرد
- Dostum, bu iş başkasından oldu sanma... o kölenin uğraştığı gibi uğraşıp durma!
- ظن مبر بر دیگری ای دوستکام ** آن مکن که میسگالید آن غلام
- Köle, gâh elçiyle, mutfak eminiyle uğraşıp savaşmasaydı... Gâh cömert padişaha kızmadaydı. 1915
- گاه جنگش با رسول و مطبخی ** گاه خشمش با شهنشاه سخی
- Tıpkı Firavun gibi... Hani o da Musa’yı bırakmıştı da halkın yavrucaklarının başlarını kestiriyordu.
- همچو فرعونی که موسی هشته بود ** طفلکان خلق را سر میربود
- Hâlbuki düşman, o kör gönüllünün evindeydi... Oysa başka çocukların başlarını kopartıp duruyordu!
- آن عدو در خانهی آن کور دل ** او شده اطفال را گردن گسل
- Sen de dış âleminde başkalarıyla kötü oluyorsun da içten kötü nefsinle uzlaşıyorsun.
- تو هم از بیرون بدی با دیگران ** واندرون خوش گشته با نفس گران
- Düşmanın o... fakat sen ona şeker vermedesin... Dışarıdan da herkesi töhmetli tutmadasın!
- خود عدوت اوست قندش میدهی ** وز برون تهمت به هر کس مینهی
- Sen Firavun gibi körsün, kör gönüllüsün... Düşmanla iyisin de suçsuzları aşağılatmadasın. 1920
- همچو فرعونی تو کور و کوردل ** با عدو خوش بیگناهان را مذل
- A firavun, niceye dek suçsuzları öldürecek, asıl suçlu olan nefsini hoş tutacaksın?
- چند فرعونا کشی بیجرم را ** مینوازی مر تن پر غرم را
- Firavun’un aklı, padişahların aklından üstündü ama Allah hükmü onu akılsız ve kör etmişti!
- عقل او بر عقل شاهان میفزود ** حکم حق بیعقل و کورش کرده بود
- Bir adamın can gözünü, can kulağını Allah kapattı mı o adam Eflatun olsa hayvanlaşır!
- مهر حق بر چشم و بر گوش خرد ** گر فلاطونست حیوانش کند
- Hâsılı Bayezit hakkındaki gayb hükmü nasıl zuhur ettiyse Allah hükmü levh üstünde (çaresiz) zuhur eder.
- حکم حق بر لوح میآید پدید ** آنچنان که حکم غیب بایزید
- Allah razı olsun Şeyh Ebulhasan’ın Ebuyezid’in kendisinden ve ahvalinden haber verdiğini duyması
- شنیدن شیخ ابوالحسن رضی الله عنه خبر دادن ابویزید را و بود او و احوال او
- Ebulhasan, Bayezid’in buyurduğu gibi zuhur etti... Ve bunu adamlarından duydu. 1925
- همچنان آمد که او فرموده بود ** بوالحسن از مردمان آن را شنود
- Bayezid, Hasan benim dervişim ve ümmetim olur... Her sabah benim mezarımda benden ders alır demişti.
- که حسن باشد مرید و امتم ** درس گیرد هر صباح از تربتم
- Kendisi de dedi ki: ben de Şeyh’i rüyamda gördüm... Ruhundan bu sözü duydum.
- گفت من هم نیز خوابش دیدهام ** وز روان شیخ این بشنیدهام
- Her sabah, onun mezarına yüz tutar, ta kuşluk çağına kadar huzurunda dururdu.
- هر صباحی رو نهادی سوی گور ** ایستادی تا ضحی اندر حضور
- Ya bir şeyhin huzuruna gider gibi o mezarın başına gelir yahut da sözsüz müşkülleri hallolurdu.
- یا مثال شیخ پیشش آمدی ** یا که بیگفتی شکالش حل شدی
- 1930.Nihayet yine bir gün kutlulukla o mezarın başına geldi... Yeni kar yağmıştı, mezarlar karla örtülmüştü. 1930
- تا یکی روزی بیامد با سعود ** گورها را برف نو پوشیده بود
- Mezarın üstünde kat kat karların bayrak gibi yüceldiğini, kubbe kubbe yığıldığını görünce gamlandı.
- توی بر تو برفها همچون علم ** قبه قبه دیده و شد جانش به غم
- O diri Şeyh’in mezarından ses geldi. Ben buradayım, bana gel diye seni çağırıp duruyorum.
- بانگش آمد از حظیرهی شیخ حی ** ها انا ادعوک کی تسعی الی
- Kendine gel... Sesime koş; bu yana seğirt! Âlem karla dolsa da sen, benden yüz çevirme!
- هین بیا این سو بر آوازم شتاب ** عالم ار برفست روی از من متاب
- O gün, Ebulhasan’ın hali düzeldi... Önce duymuş olduğu şaşılacak şeyler, o gün kendisinde zuhur etti.
- حال او زان روز شد خوب و بدید ** آن عجایب را که اول میشنید
- Kölenin ilk mektuba cevap gelmeyince padişaha başka bir mektup daha yazması
- رقعهی دیگر نوشتن آن غلام پیش شاه چون جواب آن رقعهی اول نیافت
- O kötü zanda bulunan köle kınamalarla, feryadu figanlarla dolu bir mektup daha yazdı. 1935
- نامهی دیگر نوشت آن بدگمان ** پر ز تشنیع و نفیر و پر فغان
- “Bundan önce padişaha bir mektup daha yazdım... Fakat bilmem eline değdi mi?” dedi.
- که یکی رقعه نبشتم پیش شه ** ای عجب آنجا رسید و یافت ره
- Güzel yüzlü padişah o mektubu da okudu; ona da cevap vermedi, seslenmedi.
- آن دگر را خواند هم آن خوبخد ** هم نداد او را جواب و تن بزد
- Padişah ona aldırmamaktaydı... O da tam beş kere padişaha mektup yazdı.
- خشک میآورد او را شهریار ** او مکرر کرد رقعه پنج بار
- Nihayet perdeci başı “o da sizin kulunuz... Bir cevap verseniz değer.
- گفت حاجب آخر او بندهی شماست ** گر جوابش بر نویسی هم رواست
- Cevap verirseniz, bir kula, bir köleye lütuf ile bakarsanız padişahlığınızdan ne eksilir ki?” dedi. 1940
- از شهی تو چه کم گردد اگر ** برغلام و بنده اندازی نظر
- Padişah dedi ki: bu kolay... Fakat köle sersem... Ahmak adam çirkindir, Allah merdududur.
- گفت این سهلست اما احمقست ** مرد احمق زشت و مردود حقست
- Suçunu, kabahatini affederim ama illeti bana da sirayet eder sonra!
- گرچه آمرزم گناه و زلتش ** هم کند بر من سرایت علتش
- Bir uyuz, yüz kişiyi uyuz eder... Hele bu hareketi beğenilmez habis uyuz, büsbütün beterdi!
- صد کس از گرگین همه گرگین شوند ** خاصه این گر خبیث ناپسند
- Kâfir bile akılsızlık uyuzuna tutulmasın... Yoksa şumluğu, bulutta bile yağmur bırakmaz!
- گر کم عقلی مبادا گبر را ** شوم او بیآب دارد ابر را
- Şumluğu yüzünden buluttan bir katra yağmur yağmaz... Şehir, onun baykuşluğu yüzünden viraneye döner! 1945
- نم نبارد ابر از شومی او ** شهر شد ویرانه از بومی او
- O ahmakların uyuzluğu yüzünden Nuh tufanı, koca bir âlemi kötülüklerle yıktı gitti!
- از گر آن احمقان طوفان نوح ** کرد ویران عالمی را در فضوح
- Peygamber “Kim ahmaksa düşmanımızdır... Yol kesen gulyabanidir...
- گفت پیغامبر که احمق هر که هست ** او عدو ماست و غول رهزنست
- Akıllıysa canımızdır; ondan gelen serin esinti ondan gelen rüzgâr bize fesleğendir.
- هر که او عاقل بود از جان ماست ** روح او و ریح او ریحان ماست
- Akıl, bana sövse razıyım... Çünkü benim feyiz vericiliğimden bir feyze sahiptir.
- عقل دشنامم دهد من راضیم ** زانک فیضی دارد از فیاضیم
- Onun sövmesi faydasız değildir... Boş elle kalkıp konukluğa gelmez. 1950
- نبود آن دشنام او بیفایده ** نبود آن مهمانیش بیمایده
- Ahmak, ağzıma helva tıksa onun helvasından hastalanır, ateşlenirim, dedi.
- احمق ار حلوا نهد اندر لبم ** من از آن حلوای او اندر تبم
- Lâtifsen. Gönlün aydınsa şunu iyice bil: Eşek götünü öpmede bir lezzet yoktur!
- این یقین دان گر لطیف و روشنی ** نیست بوسهی کون خر را چاشنی
- Faydasız yere bıyığını pis pis kokutur... Yemek yemeksizin elbise, onun tenceresiyle kararır!
- سبلتت گنده کند بیفایده ** جامه از دیگش سیه بیمایده
- Yemek dediğim akıldır, ekmek ve kebap değil... Oğul, cana gıda akıl nurudur.
- مایده عقلست نی نان و شوی ** نور عقلست ای پسر جان را غذی
- İnsana nurdan başka bir yiyecek yoktur... O candan başka bir şeyle beslenip yetişmez insan. 1955
- نیست غیر نور آدم را خورش ** از جز آن جان نیابد پرورش
- Bu yiyecekleri yavaş yavaş azalt... Çünkü bunlar, eşek gıdasıdır, hür adamın gıdası değil!
- زین خورشها اندک اندک باز بر ** کین غذای خر بود نه آن حر
- Bunları azalt da asıl gıdayı almaya kabiliyetin olsun, nur lokmalarını yiyesin!
- تا غذای اصل را قابل شوی ** لقمههای نور را آکل شوی
- Bu ekmeğin ekmek oluşu, o nurun aksiyledir... Bu canın can oluşu, o canın feyziyledir.
- عکس آن نورست کین نان نان شدست ** فیض آن جانست کین جان جان شدست