- Senin de yanlışın meydana çıktı, rezil rüsvay oldun... Bari az söyle; bu hikâyeyi onun için anlattım.
- این حکایت را بدان گفتم که تا ** لاف کم بافی چو رسوا شد خطا
- A dâvada ayak direyip duran, senin anlayışın, hüküm çıkarışın da bundan ibaret işte!
- مر ترا ای هم به دعوی مستزاد ** این بدستت اجتهاد و اعتقاد
- Sen de sofinin karısı gibi hainsin, kötülükte hile tuzağını kurmuşsun!
- چون زن صوفی تو خاین بودهای ** دام مکر اندر دغا بگشودهای
- Bu suretle her yüzü yunmadık pis kişiye temizliğini anlatır durursun... Kendinden utanır da Allah’tan utanmazsın!
- که ز هر ناشسته رویی کپ زنی ** شرم داری وز خدای خویش نی
- Allah’a “duyar, görür” demekteki maksat
- غرض از سمیع و بصیر گفتن خدا را
- Allah, her şeyi görür, bu görüş de daima seni korkutsun diye kendisine “gören” dedi. 215
- از پی آن گفت حق خود را بصیر ** که بود دید ویت هر دم نذیر
- Kötü sözlerden dudağını yumasın diye de kendisini “duyan diye anlattı.
- از پی آن گفت حق خود را سمیع ** تا ببندی لب ز گفتار شنیع
- Korkasın da bir fesat düşünmeyesin diye “bilen” adını takındı.
- از پی آن گفت حق خود را علیم ** تا نیندیشی فسادی تو ز بیم
- Fakat bunlar, meselâ zenciye kâfur adının verildiği gibi Allah’a konmuş adlar değildir.
- نیست اینها بر خدا اسم علم ** که سیه کافور دارد نام هم
- Allah ismi, sıfattan türeme, sıfattan meydana gelmedir, Allah sıfatlarıysa kadimdir, evveli yoktur. İlleti Ûlâ misali gibi batıl ve saçma değildir.
- اسم مشتقست و اوصاف قدیم ** نه مثال علت اولی سقیم
- Öyle olmasaydı sağıra duyan, köre aydın adlarının verilmesi gibi alay olur, maskaralık olurdu. 220
- ورنه تسخر باشد و طنز و دها ** کر را سامع ضریران را ضیا
- Tanınma için konan ad, meselâ terbiyesiz ve utanmaz birisine mahcup yahut kara ve çirkin birisine güzel diye konuvermiş bir addır.
- یا علم باشد حیی نام وقیح ** یا سیاه زشت را نام صبیح
- Yeni doğmuş çocukcağıza hacı yahut da soyunda var diye gazi adını koymaktır.
- طفلک نوزاده را حاجی لقب ** یا لقب غازی نهی بهر نسب
- Bu lâkapları, övmek için söylerlerse övülende bu sıfatlar yoksa övüş, doğru olmaz ki.
- گر بگویند این لقبها در مدیح ** تا ندارد آن صفت نبود صحیح
- Ya alaya almaktır yahut da öven delidir. Allah ise zalimlerin söylediklerinden beridir, paktır.
- تسخر و طنزی بود آن یا جنون ** پاک حق عما یقول الظالمون
- Ben seninle buluşmadan önce de biliyordum: Güzel yüzlüsün ama kötü huylusun sen! 225
- من همی دانستمت پیش از وصال ** که نکورویی ولیکن بدخصال
- Ben seni görmeden de inatçı bir adam olduğunu, kötülükte ayak diremiş, kötülüğe alışmış bulunduğunu biliyordum.
- من همی دانستمت پیش از لقا ** کز ستیزه راسخی اندر شقا
- Gözüm kızarırsa, az görsem bile yine o illete tutulduğumu bilirim ya!
- چونک چشمم سرخ باشد در غمش ** دانمش زان درد گر کم بینمش
- Sen beni çobansız bir kuzu gibi yapayalnız gördün de bekçim, gözcüm yok sandın.
- تو مرا چون بره دیدی بی شبان ** تو گمان بردی ندارم پاسبان
- Âşıklar, bakılmaması lazım gelen yere bakarlar da o yüzden dertlenirler, o dert sebebiyle de ağlarlar, inlerler.
- عاشقان از درد زان نالیدهاند ** که نظر ناجایگه مالیدهاند
- O ceylanı çobansız, o esiri ucuz sanırlar. 230
- بیشبان دانستهاند آن ظبی را ** رایگان دانستهاند آن سبی را
- Nihayet “Gözcüsü, bekçisi benim... Az bak!” diye bir bakış okudur gelir, ciğerlerine saplanır!
- تا ز غمزه تیر آمد بر جگر ** که منم حارس گزافه کم نگر
- Ben, bir kuzudan da, keçiden de aşağı mıyım ki ardımda gözcüm, bekçim olmasın?
- کی کم از بره کم از بزغالهام ** که نباشد حارس از دنبالهام
- Öyle bir bekçim var ki saltanat, ona yaraşır... Bana nasıl bir yel esmekte? O bilir!
- حارسی دارم که ملکش میسزد ** داند او بادی که آن بر من وزد
- O yel soğuk mudur, sıcak mı? O bilen Allah, gafil değildir... Bilir a kötü kişi!
- سرد بود آن باد یا گرم آن علیم ** نیست غافل نیست غایب ای سقیم
- Fakat şehvete mensup olan nefis, Hak’tan sağırdır, kördür. Ben de senin körlüğünü ta uzaktan gördüm. 235
- نفس شهوانی ز حق کرست و کور ** من به دل کوریت میدیدم ز دور
- Onun için sekiz yıldır hiç seni sormadım... Çünkü seni bilgisizlikle kat kat dolu gördüm ben.
- هشت سالت زان نپرسیدم به هیچ ** که پرت دیدم ز جهل پیچ پیچ
- Külhandaki adama nasılsın diye neye sorayım? Nasıl olacak; baş aşağı bir halde işte!
- خود چه پرسم آنک او باشد بتون ** که تو چونی چون بود او سرنگون
- Dünya külhana benzer, takva da hamama
- مثال دنیا چون گولخن و تقوی چون حمام
- Dünya şehveti, külhana benzer. Takva hamamı da onunla aydınlanır.
- شهوت دنیا مثال گلخنست ** که ازو حمام تقوی روشنست
- Fakat takva sahipleri bu külhanda safa ve zevk içindedirler... Çünkü onlar, hamama girmiş, yunup arınmışlardır.
- لیک قسم متقی زین تون صفاست ** زانک در گرمابه است و در نقاست
- Zenginlerse hamamdakileri ısıtmak için tezek taşıyanlara benzerler. 240
- اغنیا مانندهی سرگینکشان ** بهر آتش کردن گرمابهبان
- Allah, hamam ısınsın, tavlansın diye onlara bir hırs vermiştir.
- اندریشان حرص بنهاده خدا ** تا بود گرمابه گرم و با نوا
- Bu külhandan vazgeç de hamama git... Külhanı terk etmek, bil ki hamama girmenin ta kendisidir.
- ترک این تون گوی و در گرمابه ران ** ترک تون را عین آن گرمابه دان
- Külhanda kalan dünya şehvetine sabreden, dünyadan el etek çeken kişiye hizmetçi mesabesindedir.
- هر که در تونست او چون خادمست ** مر ورا که صابرست و حازمست
- Hamamda olan, yüzünden, yüzünün temizliğinden, güzelliğinden anlaşılır.
- هر که در حمام شد سیمای او ** هست پیدا بر رخ زیبای او
- Külhandakiler de yüzlerindeki ve elbiselerindeki duman, is ve tozdan belli olurlar. 245
- تونیان را نیز سیما آشکار ** از لباس و از دخان و از غبار
- Yüzünü görmezsen kokusuna dikkat et... Koku, her köre sopa gibidir!
- ور نبینی روش بویش را بگیر ** بو عصا آمد برای هر ضریر
- Kokusunu da alamadıysan onu konuştur; yeni sözden eski sırrı anla!
- ور نداری بو در آرش در سخن ** از حدیث نو بدان راز کهن
- Altın babası külhancı der ki: Bugün akşama kadar tam yirmi küfe tezek taşıdım.
- پس بگوید تونیی صاحب ذهب ** بیست سله چرک بردم تا به شب
- Bunun gibi senin hırsın da, bu dünyada ateşe benzer... Her alevi, yüzlerce ağız açmıştır!
- حرص تو چون آتشست اندر جهان ** باز کرده هر زبانه صد دهان
- 250.Gerçi tezek, ateşi alevler, kuvvetlendirir ama akla göre bu altın, hiç de hoşa gitmeyen fışkıdır, tezektir. 250
- پیش عقل این زر چو سرگین ناخوشست ** گرچه چون سرگین فروغ آتشست
- Ateşten dem vuran güneş, yaş fışkıyı ateşe atılmaya değer bir hale getirir.
- آفتابی که دم از آتش زند ** چرک تر را لایق آتش کند
- İşte bunun gibi hırs külhanı yüzlerce kıvılcımla kıvılcımlansın, alevlensin diye o taşı altın haline getiren de yine güneştir.
- آفتاب آن سنگ را هم کرد زر ** تا بتون حرص افتد صد شرر
- Mal topladım diyen ne diyor yani? Bu kadar fışkı, bu kadar tezek getirdim diyor!
- آنک گوید مال گرد آوردهام ** چیست یعنی چرک چندین بردهام
- Bu söz, rezilliği arttıran bir sözdür ama külhandakiler, aralarında bununla övünürler!
- این سخن گرچه که رسواییفزاست ** در میان تونیان زین فخرهاست
- Sen akşama kadar altı küfe tezek getirdin... Hâlbuki ben, hiç zahmet çekmeden tamam yirmi küfe tezek taşıdım, derler. 255
- که تو شش سله کشیدی تا به شب ** من کشیدم بیست سله بی کرب
- Külhanda doğup temizlik nedir görmeyen kişiye mis koklatsın incinir, hasta olur!
- آنک در تون زاد و پاکی را ندید ** بوی مشک آرد برو رنجی پدید
- Güzel koku satanların pazarında güzel kokularla mis kokusundan bayılan ve hasta düşen derici
- قصهی آن دباغ کی در بازار عطاران از بوی عطر و مشک بیهوش و رنجور شد
- Birisi, güzel koku satanların pazarına gelince aklı başından gitti, büzülüp yere yıkıldı.
- آن یکی افتاد بیهوش و خمید ** چونک در بازار عطاران رسید
- Kerem sahibi attarlardan gelen güzel kokular, başını döndürdü, yere düştü!
- بوی عطرش زد ز عطاران راد ** تا بگردیدش سر و بر جا فتاد
- O bihaber, gün ortasında yol uğrağına bir leş gibi yıkıldı, kaldı.
- همچو مردار اوفتاد او بیخبر ** نیم روز اندر میان رهگذر
- Derhal halk, başına üşüştü... Herkes lâhavle diyerek derdine derman aramaktaydı. 260
- جمع آمد خلق بر وی آن زمان ** جملگان لاحولگو درمان کنان