English    Türkçe    فارسی   

4
2146-2195

  • Ey daimi sarhoş, sen dam kenarındasın... Ya otur, ya aşağıya in vesselam!
  • برکنار بامی ای مست مدام ** پست بنشین یا فرود آ والسلام
  • Ne vakit muradına erersen o hoş zaman dam kıyısına gelişindir, böyle bil bunu.
  • هر زمانی که شدی تو کامران ** آن دم خوش را کنار بام دان
  • İyi zamanda kork... O zamanı define gibi sakla, açığa vurma.
  • بر زمان خوش هراسان باش تو ** هم‌چو گنجش خفیه کن نه فاش تو
  • Açığa vurma da sevgiye ansızın bir bela gelip çatmasın... Kendine gel de o gizlilik yerinde korka korka yürü.
  • تا نیاید بر ولا ناگه بلا ** ترس ترسان رو در آن مکمن هلا
  • Neşeli zamanda neşenin geçip gitmesinden korkarsın... İşte bu, gayp damından canın göçüp gitmesidir. 2150
  • ترس جان در وقت شادی از زوال ** زان کنار بام غیبست ارتحال
  • Sır damının kenarını, sen görmüyorsun ruh görüyor da tir tir titriyor.
  • گر نمی‌بینی کنار بام راز ** روح می‌بیند که هستش اهتزاز
  • Ansızın gelip çatan her belâ, neşe damının korkuluğu kıyısında gelip çatmıştır.
  • هر نکالی ناگهان کان آمدست ** بر کنار کنگره‌ی شادی بدست
  • İnsan, damın kenarında olmadıkça düşmez Nuh ve Lût kavimlerine bak da ibret al.
  • جز کنار بام خود نبود سقوط ** اعتبار از قوم نوح و قوم لوط
  • O boşboğazın Rasul aleyhisselâm huzurunda fasih söz söylemesinin ve çok konuşmasının sebebi
  • بیان سبب فصاحت و بسیارگویی آن فضول به خدمت رسول علیه‌السلام
  • Peygamber’in hadsiz sarhoşluğundan o aptala bir ışık vurmuş, onu neşelendirmiş, sarhoş etmişti.
  • پرتو مستی بی‌حد نبی ** چون بزد هم مست و خوش گشت آن غبی
  • Neşesinden çok konuşmaya başladı. Sarhoş, ebedi bırakır, baş aşağı düşer! 2155
  • لاجرم بسیارگو شد از نشاط ** مست ادب بگذاشت آمد در خباط
  • Fakat her yerde kendinden geçen, kötülük etmez... Şarap zaten edepsiz olanı edepsiz eder.
  • نه همه جا بی‌خودی شر می‌کند ** بی‌ادب را می چنان‌تر می‌کند
  • Şarap içen akıllıysa daha ziyade akıllı olur... Kötü huylu ise büsbütün berbat bir hale gelir.
  • گر بود عاقل نکو فر می‌شود ** ور بود بدخوی بتر می‌شود
  • Fakat insanların çoğu kötü ve ahlâksız olduğundan şarabı herkese haram ettiler.
  • لیک اغلب چون بدند و ناپسند ** بر همه می را محرم کرده‌اند
  • Rasul aleyhisselâm’ın Huzeyl kabilesine mensup olan genci ihtiyarlara, tecrübelilere üstün tutup seçmesinde ve başbuğ yapmasındaki sebep
  • بیان رسول علیه السلام سبب تفضیل و اختیار کردن او آن هذیلی را به امیری و سرلشکری بر پیران و کاردیدگان
  • Hüküm üstünündür halkın çoğu da kötüdür; bu yüzden kılıcı yol kesicilerin elinden aldılar.
  • حکم اغلب راست چون غالب بدند ** تیغ را از دست ره‌زن بستدند
  • Peygamber dedi ki: Ey işin dış yüzünü gören, sen onu genç ve hünersiz görme. 2160
  • گفت پیغامبر کای ظاهرنگر ** تو مبین او را جوان و بی‌هنر
  • Nice kara sakallı ihtiyarlar vardır... Nice de gönülleri, zift gibi kapkara aksakallılar.
  • ای بسا ریش سیاه و مردت پیر ** ای بسا ریش سپید و دل چو قیر
  • Onun aklını defalarca denedim... O genç işlerde ihtiyarlık etti.
  • عقل او را آزمودم بارها ** کرد پیری آن جوان در کارها
  • İhtiyar, akıl ihtiyarıdır oğlum... Saçın, sakalın ağarmasıyla adam, adam olmaz.
  • پیر پیر عقل باشد ای پسر ** نه سپیدی موی اندر ریش و سر
  • İblis’ten daha ihtiyar kim var? Fakat değil mi ki aklı yok, hiçbir şeye yaramaz.
  • از بلیس او پیرتر خود کی بود ** چونک عقلش نیست او لاشی بود
  • Birisi çocuktur ama İsa nefesli, gururdan, hevesten arınmış olursa ona nasıl çocuk diyebilirsin? 2165
  • طفل گیرش چون بود عیسی نفس ** پاک باشد از غرور و از هوس
  • Saç ağarması, ancak gözü bağlı ve kısa görüşlü kişiye göre pişkinlik alâmetidir.
  • آن سپیدی مو دلیل پختگیست ** پیش چشم بسته کش کوته‌تگیست
  • O mukallit, alâmet olarak delilden başka bir şey bilmediği için daima buna yol arar.
  • آن مقلد چون نداند جز دلیل ** در علامت جوید او دایم سبیل
  • Onun için bir işe girişeceksen o pire danış dedi.
  • بهر او گفتیم که تدبیر را ** چونک خواهی کرد بگزین پیر را
  • Çünkü o, taklit perdesinden çıkmış kurtulmuştur da ne varsa her şeyi Allah nuru ile görür.
  • آنک او از پرده‌ی تقلید جست ** او به نور حق ببیند آنچ هست
  • Onun pak nuru delilsiz, beyansız deriyi yırtar, içi meydana çıkarır. 2170
  • نور پاکش بی‌دلیل و بی‌بیان ** پوست بشکافد در آید در میان
  • Yalnız dışı görene göre kalp nedir, geçer altın ne? Hurma sepetinde ne var? O bilir.
  • پیش ظاهربین چه قلب و چه سره ** او چه داند چیست اندر قوصره
  • Nice altınları, hasetçi hırsızların elinden kurtulsun diye dumanla karartmışlardır.
  • ای بسا زر سیه کرده بدود ** تا رهد از دست هر دزدی حسود
  • Nice bakırlar vardır ki aklı kıt olanlara satsınlar diye onları altın suyuna batırmışlar, altın yaldızla yaldızlamışlardır.
  • ای بسا مس زر اندوده به زر ** تا فروشد آن به عقل مختصر
  • Biz bütün ülkelerin iç yüzünü görenleriz... Gönlü görürüz, dış yüzüne bakmayız biz!
  • ما که باطن‌بین جمله‌ی کشوریم ** دل ببینیم و به ظاهر ننگریم
  • Zahirin etrafında dönüp dolaşan kadılar, zahiri görünüşe göre hükmederler. 2175
  • قاضیانی که به ظاهر می‌تنند ** حکم بر اشکال ظاهر می‌کنند
  • Birisi şahadet getirdi, imanını gösteren bir şey yaptı mı bunlar, derhal o adamın mümin olduğuna hükmederler.
  • چون شهادت گفت و ایمانی نمود ** حکم او مومن کنند این قوم زود
  • Bu suretle de nice münafıklar, zahire sığınmışlar... Böylece de yüzlerce iman sahibinin kanını gizlice dökmüşlerdir.
  • بس منافق کاندرین ظاهر گریخت ** خون صد مومن به پنهانی بریخت
  • Çalış çabala da akıl ve din piri ol... Bu suretle aklı kül gibi iç âlemini gör.
  • جهد کن تا پیر عقل و دین شوی ** تا چو عقل کل تو باطن‌بین شوی
  • O güzelim akıl, yokluktan yüz gösterince Allah ona bir elbisedir giydirdi, binlerce de ad taktı.
  • از عدم چون عقل زیبا رو گشاد ** خلعتش داد و هزارش نام داد
  • Bu güzel adların en aşağısı işte şu: O, hiç kimseye muhtaç değildir. 2180
  • کمترین زان نامهای خوش‌نفس ** این که نبود هیچ او محتاج کس
  • Akıl bir kere yüz gösterse, suretini şu âleme izhar etse gündüz bile, onun nuruna karşı kapkaranlık kalırdı.
  • گر به صورت وا نماید عقل رو ** تیره باشد روز پیش نور او
  • Ahmaklık da meselâ, meydana çıkıverse gecenin karanlığı, onun yanında apaydın kalır.
  • ور مثال احمقی پیدا شود ** ظلمت شب پیش او روشن بود
  • Çünkü o, geceden daha karanlıktır, daha karadır. Fakat ne fayda? Kötü yarasa karanlıların satın alır.
  • کو ز شب مظلم‌تر و تاری‌ترست ** لیک خفاش شقی ظلمت‌خرست
  • Yavaş, yavaş gündüzün ışığına alış... Yoksa yarasa gibi nura kavuşmaz, kalakalırsın!
  • اندک اندک خوی کن با نور روز ** ورنه خفاشی بمانی بیفروز
  • Yarasa nerede bir güçlük, bir müşkül varsa orasını sever... Nerede bir devletlinin ışığı yanıyorsa oraya düşman kesilir. 2185
  • عاشق هر جا شکال و مشکلیست ** دشمن هر جا چراغ مقبلیست
  • Bilgisi görgüsü daha fazla görünsün diye gönlü daima müşküller arar.
  • ظلمت اشکال زان جوید دلش ** تا که افزون‌تر نماید حاصلش
  • O her müşkülle seni oyalar... Kendi kötü tabiatına karşı gaflete daldırır.
  • تا ترا مشغول آن مشکل کند ** وز نهاد زشت خود غافل کند
  • Tam akılıyla yarı akıllının, tam adamla yarı adamın ve hiçbir şey olmayan mağrur kötü kişinin alâmetleri
  • علامت عاقل تمام و نیم‌عاقل و مرد تمام و نیم‌مرد و علامت شقی مغرور لاشی
  • Akıllı ona derler ki elinde meşalesi vardır... Kafilenin önünde gider, onlara kılavuzluk eder.
  • عاقل آن باشد که او با مشعله‌ست ** او دلیل و پیشوای قافله‌ست
  • O önde giden kendi nuruna uymuş, onun ardına düşmüştür... O kendinden geçmiş bir halde yola düşüp giden, kendisine tabidir.
  • پیرو نور خودست آن پیش‌رو ** تابع خویشست آن بی‌خویش‌رو
  • O kendisine inanmıştır... Sizde onun canının yayıldığı nura, o nur âlemince inanın. 2190
  • مومن خویشست و ایمان آورید ** هم بدان نوری که جانش زو چرید
  • Yarım akıllıda kendisine bir akıllıyı göz etmiş, göz diye bu akıllıyı bilmiş tanımıştır.
  • دیگری که نیم‌عاقل آمد او ** عاقلی را دیده‌ی خود داند او
  • Körün kendisini yedene sarılması gibi ona el atmıştır... Bu suretle onunla göz sahibi olmuş, çevikleşmiş ululaşmıştır.
  • دست در وی زد چو کور اندر دلیل ** تا بدو بینا شد و چست و جلیل
  • Bir arpa ağırlığınca bile aklı olmayan eşeğe gelince: Hem aklı yoktur, hem akıllıyı terk etmiştir.
  • وآن خری کز عقل جوسنگی نداشت ** خود نبودش عقل و عاقل را گذاشت
  • Az, çok... Bir yol da bilmez. Fakat yine de bir kılavuzun ardına düşmekten sıkılır, arlanıp utanır.
  • ره نداند نه کثیر و نه قلیل ** ننگش آید آمدن خلف دلیل
  • Upuzun, uçsuz bucaksız çöllerde gâh topallayıp meyus olarak, gâh koşup yortarak gider durur. 2195
  • می‌رود اندر بیابان دراز ** گاه لنگان آیس و گاهی بتاز