English    Türkçe    فارسی   

4
2160-2209

  • Peygamber dedi ki: Ey işin dış yüzünü gören, sen onu genç ve hünersiz görme. 2160
  • گفت پیغامبر کای ظاهرنگر ** تو مبین او را جوان و بی‌هنر
  • Nice kara sakallı ihtiyarlar vardır... Nice de gönülleri, zift gibi kapkara aksakallılar.
  • ای بسا ریش سیاه و مردت پیر ** ای بسا ریش سپید و دل چو قیر
  • Onun aklını defalarca denedim... O genç işlerde ihtiyarlık etti.
  • عقل او را آزمودم بارها ** کرد پیری آن جوان در کارها
  • İhtiyar, akıl ihtiyarıdır oğlum... Saçın, sakalın ağarmasıyla adam, adam olmaz.
  • پیر پیر عقل باشد ای پسر ** نه سپیدی موی اندر ریش و سر
  • İblis’ten daha ihtiyar kim var? Fakat değil mi ki aklı yok, hiçbir şeye yaramaz.
  • از بلیس او پیرتر خود کی بود ** چونک عقلش نیست او لاشی بود
  • Birisi çocuktur ama İsa nefesli, gururdan, hevesten arınmış olursa ona nasıl çocuk diyebilirsin? 2165
  • طفل گیرش چون بود عیسی نفس ** پاک باشد از غرور و از هوس
  • Saç ağarması, ancak gözü bağlı ve kısa görüşlü kişiye göre pişkinlik alâmetidir.
  • آن سپیدی مو دلیل پختگیست ** پیش چشم بسته کش کوته‌تگیست
  • O mukallit, alâmet olarak delilden başka bir şey bilmediği için daima buna yol arar.
  • آن مقلد چون نداند جز دلیل ** در علامت جوید او دایم سبیل
  • Onun için bir işe girişeceksen o pire danış dedi.
  • بهر او گفتیم که تدبیر را ** چونک خواهی کرد بگزین پیر را
  • Çünkü o, taklit perdesinden çıkmış kurtulmuştur da ne varsa her şeyi Allah nuru ile görür.
  • آنک او از پرده‌ی تقلید جست ** او به نور حق ببیند آنچ هست
  • Onun pak nuru delilsiz, beyansız deriyi yırtar, içi meydana çıkarır. 2170
  • نور پاکش بی‌دلیل و بی‌بیان ** پوست بشکافد در آید در میان
  • Yalnız dışı görene göre kalp nedir, geçer altın ne? Hurma sepetinde ne var? O bilir.
  • پیش ظاهربین چه قلب و چه سره ** او چه داند چیست اندر قوصره
  • Nice altınları, hasetçi hırsızların elinden kurtulsun diye dumanla karartmışlardır.
  • ای بسا زر سیه کرده بدود ** تا رهد از دست هر دزدی حسود
  • Nice bakırlar vardır ki aklı kıt olanlara satsınlar diye onları altın suyuna batırmışlar, altın yaldızla yaldızlamışlardır.
  • ای بسا مس زر اندوده به زر ** تا فروشد آن به عقل مختصر
  • Biz bütün ülkelerin iç yüzünü görenleriz... Gönlü görürüz, dış yüzüne bakmayız biz!
  • ما که باطن‌بین جمله‌ی کشوریم ** دل ببینیم و به ظاهر ننگریم
  • Zahirin etrafında dönüp dolaşan kadılar, zahiri görünüşe göre hükmederler. 2175
  • قاضیانی که به ظاهر می‌تنند ** حکم بر اشکال ظاهر می‌کنند
  • Birisi şahadet getirdi, imanını gösteren bir şey yaptı mı bunlar, derhal o adamın mümin olduğuna hükmederler.
  • چون شهادت گفت و ایمانی نمود ** حکم او مومن کنند این قوم زود
  • Bu suretle de nice münafıklar, zahire sığınmışlar... Böylece de yüzlerce iman sahibinin kanını gizlice dökmüşlerdir.
  • بس منافق کاندرین ظاهر گریخت ** خون صد مومن به پنهانی بریخت
  • Çalış çabala da akıl ve din piri ol... Bu suretle aklı kül gibi iç âlemini gör.
  • جهد کن تا پیر عقل و دین شوی ** تا چو عقل کل تو باطن‌بین شوی
  • O güzelim akıl, yokluktan yüz gösterince Allah ona bir elbisedir giydirdi, binlerce de ad taktı.
  • از عدم چون عقل زیبا رو گشاد ** خلعتش داد و هزارش نام داد
  • Bu güzel adların en aşağısı işte şu: O, hiç kimseye muhtaç değildir. 2180
  • کمترین زان نامهای خوش‌نفس ** این که نبود هیچ او محتاج کس
  • Akıl bir kere yüz gösterse, suretini şu âleme izhar etse gündüz bile, onun nuruna karşı kapkaranlık kalırdı.
  • گر به صورت وا نماید عقل رو ** تیره باشد روز پیش نور او
  • Ahmaklık da meselâ, meydana çıkıverse gecenin karanlığı, onun yanında apaydın kalır.
  • ور مثال احمقی پیدا شود ** ظلمت شب پیش او روشن بود
  • Çünkü o, geceden daha karanlıktır, daha karadır. Fakat ne fayda? Kötü yarasa karanlıların satın alır.
  • کو ز شب مظلم‌تر و تاری‌ترست ** لیک خفاش شقی ظلمت‌خرست
  • Yavaş, yavaş gündüzün ışığına alış... Yoksa yarasa gibi nura kavuşmaz, kalakalırsın!
  • اندک اندک خوی کن با نور روز ** ورنه خفاشی بمانی بیفروز
  • Yarasa nerede bir güçlük, bir müşkül varsa orasını sever... Nerede bir devletlinin ışığı yanıyorsa oraya düşman kesilir. 2185
  • عاشق هر جا شکال و مشکلیست ** دشمن هر جا چراغ مقبلیست
  • Bilgisi görgüsü daha fazla görünsün diye gönlü daima müşküller arar.
  • ظلمت اشکال زان جوید دلش ** تا که افزون‌تر نماید حاصلش
  • O her müşkülle seni oyalar... Kendi kötü tabiatına karşı gaflete daldırır.
  • تا ترا مشغول آن مشکل کند ** وز نهاد زشت خود غافل کند
  • Tam akılıyla yarı akıllının, tam adamla yarı adamın ve hiçbir şey olmayan mağrur kötü kişinin alâmetleri
  • علامت عاقل تمام و نیم‌عاقل و مرد تمام و نیم‌مرد و علامت شقی مغرور لاشی
  • Akıllı ona derler ki elinde meşalesi vardır... Kafilenin önünde gider, onlara kılavuzluk eder.
  • عاقل آن باشد که او با مشعله‌ست ** او دلیل و پیشوای قافله‌ست
  • O önde giden kendi nuruna uymuş, onun ardına düşmüştür... O kendinden geçmiş bir halde yola düşüp giden, kendisine tabidir.
  • پیرو نور خودست آن پیش‌رو ** تابع خویشست آن بی‌خویش‌رو
  • O kendisine inanmıştır... Sizde onun canının yayıldığı nura, o nur âlemince inanın. 2190
  • مومن خویشست و ایمان آورید ** هم بدان نوری که جانش زو چرید
  • Yarım akıllıda kendisine bir akıllıyı göz etmiş, göz diye bu akıllıyı bilmiş tanımıştır.
  • دیگری که نیم‌عاقل آمد او ** عاقلی را دیده‌ی خود داند او
  • Körün kendisini yedene sarılması gibi ona el atmıştır... Bu suretle onunla göz sahibi olmuş, çevikleşmiş ululaşmıştır.
  • دست در وی زد چو کور اندر دلیل ** تا بدو بینا شد و چست و جلیل
  • Bir arpa ağırlığınca bile aklı olmayan eşeğe gelince: Hem aklı yoktur, hem akıllıyı terk etmiştir.
  • وآن خری کز عقل جوسنگی نداشت ** خود نبودش عقل و عاقل را گذاشت
  • Az, çok... Bir yol da bilmez. Fakat yine de bir kılavuzun ardına düşmekten sıkılır, arlanıp utanır.
  • ره نداند نه کثیر و نه قلیل ** ننگش آید آمدن خلف دلیل
  • Upuzun, uçsuz bucaksız çöllerde gâh topallayıp meyus olarak, gâh koşup yortarak gider durur. 2195
  • می‌رود اندر بیابان دراز ** گاه لنگان آیس و گاهی بتاز
  • Bir kandil yoktur ki önünde tutsun, önünü görsün... Hatta yarım bir ışık bile bulamaz ki ondan bir nur dilensin.
  • شمع نه تا پیشوای خود کند ** نیم شمعی نه که نوری کد کند
  • Aklı yoktur ki dirilikten dem vursun, yarım aklı bile yoktur ki ölsün, kendisini ölü bilsin.
  • نیست عقلش تا دم زنده زند ** نیم‌عقلی نه که خود مرده کند
  • O akıllıya karşı tam bir ölü hale gelsin de kendisini aşağılık yerden dama yüceltsin!
  • مرده‌ی آن عاقل آید او تمام ** تا برآید از نشیب خود به بام
  • Tam aklın yoksa kendini ölü hale getir... Sözü diri bir akıllıya sığın.
  • عقل کامل نیست خود را مرده کن ** در پناه عاقلی زنده‌سخن
  • Böyle olmayan adam diri değildir ki İsa’ya hemdem olsun... Ölü değildir ki İsa’nın ölüleri dirilten nefesine mazhar olsun. 2200
  • زنده نی تا همدم عیسی بود ** مرده نی تا دمگه عیسی شود
  • Kör canı her yana adım atar, sıçrar durur ama bir türlü kurtulamaz.
  • جان کورش گام هر سو می‌نهد ** عاقبت نجهد ولی بر می‌جهد
  • Gölcük, gölcükte balık avlayanlar, birisi akıllı, öbürü yarı akıllı, üçüncüsü de mağrur, aptal, gafil ve değersiz üç balıkla akıbetleri
  • قصه‌ی آن آبگیر و صیادان و آن سه ماهی یکی عاقل و یکی نیم عاقل وان دگر مغرور و ابله مغفل لاشی و عاقبت هر سه
  • A inatçı, bu, içinde üç büyük balık bulunan gölcüğün hikâyesine benzer.
  • قصه‌ی آن آبگیرست ای عنود ** که درو سه ماهی اشگرف بود
  • “Kelile” de okumuşsundur ama o kabuktan ibarettir, bu anlatışımızsa canın ta içidir.
  • در کلیله خوانده باشی لیک آن ** قشر قصه باشد و این مغز جان
  • Birkaç balıkçı, o gölcüğün yanından geçtiler, o balıkları gördüler.
  • چند صیادی سوی آن آبگیر ** برگذشتند و بدیدند آن ضمیر
  • Derhal koşup ağ getirmeye gittiler. Balıklar bunu anladılar... 2205
  • پس شتابیدند تا دام آورند ** ماهیان واقف شدند و هوشمند
  • İçlerinden akıllı olan yola düştü; hiç de gidilmesi istenmeyen o güç yola yürüdü.
  • آنک عاقل بود عزم راه کرد ** عزم راه مشکل ناخواه کرد
  • Bunlarla danışmayayım dedi türlü, türlü fikirlerde bulunur, azmimi gevşetirler.
  • گفت با اینها ندارم مشورت ** که یقین سستم کنند از مقدرت
  • Yurtlarının sevgisine kapılırlar; tembellikleri, bilgisizlikleri bana da sirayet eder.
  • مهر زاد و بوم بر جانشان تند ** کاهلی و جهلشان بر من زند
  • Danışmak için bir iyi ve diri kişi lâzım ki seni de diriltsin, fakat nerede öyle bir diri?
  • مشورت را زنده‌ای باید نکو ** که ترا زنده کند وان زنده کو