- Onun için bir işe girişeceksen o pire danış dedi.
- بهر او گفتیم که تدبیر را ** چونک خواهی کرد بگزین پیر را
- Çünkü o, taklit perdesinden çıkmış kurtulmuştur da ne varsa her şeyi Allah nuru ile görür.
- آنک او از پردهی تقلید جست ** او به نور حق ببیند آنچ هست
- Onun pak nuru delilsiz, beyansız deriyi yırtar, içi meydana çıkarır. 2170
- نور پاکش بیدلیل و بیبیان ** پوست بشکافد در آید در میان
- Yalnız dışı görene göre kalp nedir, geçer altın ne? Hurma sepetinde ne var? O bilir.
- پیش ظاهربین چه قلب و چه سره ** او چه داند چیست اندر قوصره
- Nice altınları, hasetçi hırsızların elinden kurtulsun diye dumanla karartmışlardır.
- ای بسا زر سیه کرده بدود ** تا رهد از دست هر دزدی حسود
- Nice bakırlar vardır ki aklı kıt olanlara satsınlar diye onları altın suyuna batırmışlar, altın yaldızla yaldızlamışlardır.
- ای بسا مس زر اندوده به زر ** تا فروشد آن به عقل مختصر
- Biz bütün ülkelerin iç yüzünü görenleriz... Gönlü görürüz, dış yüzüne bakmayız biz!
- ما که باطنبین جملهی کشوریم ** دل ببینیم و به ظاهر ننگریم
- Zahirin etrafında dönüp dolaşan kadılar, zahiri görünüşe göre hükmederler. 2175
- قاضیانی که به ظاهر میتنند ** حکم بر اشکال ظاهر میکنند
- Birisi şahadet getirdi, imanını gösteren bir şey yaptı mı bunlar, derhal o adamın mümin olduğuna hükmederler.
- چون شهادت گفت و ایمانی نمود ** حکم او مومن کنند این قوم زود
- Bu suretle de nice münafıklar, zahire sığınmışlar... Böylece de yüzlerce iman sahibinin kanını gizlice dökmüşlerdir.
- بس منافق کاندرین ظاهر گریخت ** خون صد مومن به پنهانی بریخت
- Çalış çabala da akıl ve din piri ol... Bu suretle aklı kül gibi iç âlemini gör.
- جهد کن تا پیر عقل و دین شوی ** تا چو عقل کل تو باطنبین شوی
- O güzelim akıl, yokluktan yüz gösterince Allah ona bir elbisedir giydirdi, binlerce de ad taktı.
- از عدم چون عقل زیبا رو گشاد ** خلعتش داد و هزارش نام داد
- Bu güzel adların en aşağısı işte şu: O, hiç kimseye muhtaç değildir. 2180
- کمترین زان نامهای خوشنفس ** این که نبود هیچ او محتاج کس
- Akıl bir kere yüz gösterse, suretini şu âleme izhar etse gündüz bile, onun nuruna karşı kapkaranlık kalırdı.
- گر به صورت وا نماید عقل رو ** تیره باشد روز پیش نور او
- Ahmaklık da meselâ, meydana çıkıverse gecenin karanlığı, onun yanında apaydın kalır.
- ور مثال احمقی پیدا شود ** ظلمت شب پیش او روشن بود
- Çünkü o, geceden daha karanlıktır, daha karadır. Fakat ne fayda? Kötü yarasa karanlıların satın alır.
- کو ز شب مظلمتر و تاریترست ** لیک خفاش شقی ظلمتخرست
- Yavaş, yavaş gündüzün ışığına alış... Yoksa yarasa gibi nura kavuşmaz, kalakalırsın!
- اندک اندک خوی کن با نور روز ** ورنه خفاشی بمانی بیفروز
- Yarasa nerede bir güçlük, bir müşkül varsa orasını sever... Nerede bir devletlinin ışığı yanıyorsa oraya düşman kesilir. 2185
- عاشق هر جا شکال و مشکلیست ** دشمن هر جا چراغ مقبلیست
- Bilgisi görgüsü daha fazla görünsün diye gönlü daima müşküller arar.
- ظلمت اشکال زان جوید دلش ** تا که افزونتر نماید حاصلش
- O her müşkülle seni oyalar... Kendi kötü tabiatına karşı gaflete daldırır.
- تا ترا مشغول آن مشکل کند ** وز نهاد زشت خود غافل کند
- Tam akılıyla yarı akıllının, tam adamla yarı adamın ve hiçbir şey olmayan mağrur kötü kişinin alâmetleri
- علامت عاقل تمام و نیمعاقل و مرد تمام و نیممرد و علامت شقی مغرور لاشی
- Akıllı ona derler ki elinde meşalesi vardır... Kafilenin önünde gider, onlara kılavuzluk eder.
- عاقل آن باشد که او با مشعلهست ** او دلیل و پیشوای قافلهست
- O önde giden kendi nuruna uymuş, onun ardına düşmüştür... O kendinden geçmiş bir halde yola düşüp giden, kendisine tabidir.
- پیرو نور خودست آن پیشرو ** تابع خویشست آن بیخویشرو
- O kendisine inanmıştır... Sizde onun canının yayıldığı nura, o nur âlemince inanın. 2190
- مومن خویشست و ایمان آورید ** هم بدان نوری که جانش زو چرید
- Yarım akıllıda kendisine bir akıllıyı göz etmiş, göz diye bu akıllıyı bilmiş tanımıştır.
- دیگری که نیمعاقل آمد او ** عاقلی را دیدهی خود داند او
- Körün kendisini yedene sarılması gibi ona el atmıştır... Bu suretle onunla göz sahibi olmuş, çevikleşmiş ululaşmıştır.
- دست در وی زد چو کور اندر دلیل ** تا بدو بینا شد و چست و جلیل
- Bir arpa ağırlığınca bile aklı olmayan eşeğe gelince: Hem aklı yoktur, hem akıllıyı terk etmiştir.
- وآن خری کز عقل جوسنگی نداشت ** خود نبودش عقل و عاقل را گذاشت
- Az, çok... Bir yol da bilmez. Fakat yine de bir kılavuzun ardına düşmekten sıkılır, arlanıp utanır.
- ره نداند نه کثیر و نه قلیل ** ننگش آید آمدن خلف دلیل
- Upuzun, uçsuz bucaksız çöllerde gâh topallayıp meyus olarak, gâh koşup yortarak gider durur. 2195
- میرود اندر بیابان دراز ** گاه لنگان آیس و گاهی بتاز
- Bir kandil yoktur ki önünde tutsun, önünü görsün... Hatta yarım bir ışık bile bulamaz ki ondan bir nur dilensin.
- شمع نه تا پیشوای خود کند ** نیم شمعی نه که نوری کد کند
- Aklı yoktur ki dirilikten dem vursun, yarım aklı bile yoktur ki ölsün, kendisini ölü bilsin.
- نیست عقلش تا دم زنده زند ** نیمعقلی نه که خود مرده کند
- O akıllıya karşı tam bir ölü hale gelsin de kendisini aşağılık yerden dama yüceltsin!
- مردهی آن عاقل آید او تمام ** تا برآید از نشیب خود به بام
- Tam aklın yoksa kendini ölü hale getir... Sözü diri bir akıllıya sığın.
- عقل کامل نیست خود را مرده کن ** در پناه عاقلی زندهسخن
- Böyle olmayan adam diri değildir ki İsa’ya hemdem olsun... Ölü değildir ki İsa’nın ölüleri dirilten nefesine mazhar olsun. 2200
- زنده نی تا همدم عیسی بود ** مرده نی تا دمگه عیسی شود
- Kör canı her yana adım atar, sıçrar durur ama bir türlü kurtulamaz.
- جان کورش گام هر سو مینهد ** عاقبت نجهد ولی بر میجهد
- Gölcük, gölcükte balık avlayanlar, birisi akıllı, öbürü yarı akıllı, üçüncüsü de mağrur, aptal, gafil ve değersiz üç balıkla akıbetleri
- قصهی آن آبگیر و صیادان و آن سه ماهی یکی عاقل و یکی نیم عاقل وان دگر مغرور و ابله مغفل لاشی و عاقبت هر سه
- A inatçı, bu, içinde üç büyük balık bulunan gölcüğün hikâyesine benzer.
- قصهی آن آبگیرست ای عنود ** که درو سه ماهی اشگرف بود
- “Kelile” de okumuşsundur ama o kabuktan ibarettir, bu anlatışımızsa canın ta içidir.
- در کلیله خوانده باشی لیک آن ** قشر قصه باشد و این مغز جان
- Birkaç balıkçı, o gölcüğün yanından geçtiler, o balıkları gördüler.
- چند صیادی سوی آن آبگیر ** برگذشتند و بدیدند آن ضمیر
- Derhal koşup ağ getirmeye gittiler. Balıklar bunu anladılar... 2205
- پس شتابیدند تا دام آورند ** ماهیان واقف شدند و هوشمند
- İçlerinden akıllı olan yola düştü; hiç de gidilmesi istenmeyen o güç yola yürüdü.
- آنک عاقل بود عزم راه کرد ** عزم راه مشکل ناخواه کرد
- Bunlarla danışmayayım dedi türlü, türlü fikirlerde bulunur, azmimi gevşetirler.
- گفت با اینها ندارم مشورت ** که یقین سستم کنند از مقدرت
- Yurtlarının sevgisine kapılırlar; tembellikleri, bilgisizlikleri bana da sirayet eder.
- مهر زاد و بوم بر جانشان تند ** کاهلی و جهلشان بر من زند
- Danışmak için bir iyi ve diri kişi lâzım ki seni de diriltsin, fakat nerede öyle bir diri?
- مشورت را زندهای باید نکو ** که ترا زنده کند وان زنده کو
- Ey yolcu yolcuyla danış, kadınla değil... Çünkü kadının reyi seni topal eder. 2210
- ای مسافر با مسافر رای زن ** زانک پایت لنگ دارد رای زن
- Vatan sevgisinden dem vurma; durma, yürü... Vatan oradadır, burada değil canım efendim!
- از دم حب الوطن بگذر مهایست ** که وطن آن سوست جان این سوی نیست
- Vatan istiyorsan ırmağın o tarafına geç... Bu doğru hadisi eğri ve yanlış okuma!
- گر وطن خواهی گذر آن سوی شط ** این حدیث راست را کم خوان غلط
- Abdest alanın yıkadığı uzuvlarda dua okunmasının sırrı
- سر خواندن وضو کننده اوراد وضو را
- Hadiste abdest alınırken yıkanan her uzuv için ayrı dua rivayet edilmiştir.
- در وضو هر عضو را وردی جدا ** آمدست اندر خبر بهر دعا
- Burnunu yıkar, burnuna su çekerken gani Allahtan cennet kokusu iste.
- چونک استنشاق بینی میکنی ** بوی جنت خواه از رب غنی
- İste de bu koku, seni cennete çeksin götürsün... Gül kokusu gül bahçesinin delilidir. 2215
- تا ترا آن بو کشد سوی جنان ** بوی گل باشد دلیل گلبنان
- Abdest bozduktan sonra yıkanırken de okunacak virt edilecek dua şudur: Yarabbi sen beni bu pislikten arıt.
- چونک استنجا کنی ورد و سخن ** این بود یا رب تو زینم پاک کن
- Benim elin buraya yetişti, burasını yıkadı... Elim canımı yıkamada gevşek.
- دست من اینجا رسید این را بشست ** دستم اندر شستن جانست سست