English    Türkçe    فارسی   

4
222-271

  • Yeni doğmuş çocukcağıza hacı yahut da soyunda var diye gazi adını koymaktır.
  • طفلک نوزاده را حاجی لقب ** یا لقب غازی نهی بهر نسب
  • Bu lâkapları, övmek için söylerlerse övülende bu sıfatlar yoksa övüş, doğru olmaz ki.
  • گر بگویند این لقبها در مدیح ** تا ندارد آن صفت نبود صحیح
  • Ya alaya almaktır yahut da öven delidir. Allah ise zalimlerin söylediklerinden beridir, paktır.
  • تسخر و طنزی بود آن یا جنون ** پاک حق عما یقول الظالمون
  • Ben seninle buluşmadan önce de biliyordum: Güzel yüzlüsün ama kötü huylusun sen! 225
  • من همی دانستمت پیش از وصال ** که نکورویی ولیکن بدخصال
  • Ben seni görmeden de inatçı bir adam olduğunu, kötülükte ayak diremiş, kötülüğe alışmış bulunduğunu biliyordum.
  • من همی دانستمت پیش از لقا ** کز ستیزه راسخی اندر شقا
  • Gözüm kızarırsa, az görsem bile yine o illete tutulduğumu bilirim ya!
  • چونک چشمم سرخ باشد در غمش ** دانمش زان درد گر کم بینمش
  • Sen beni çobansız bir kuzu gibi yapayalnız gördün de bekçim, gözcüm yok sandın.
  • تو مرا چون بره دیدی بی شبان ** تو گمان بردی ندارم پاسبان
  • Âşıklar, bakılmaması lazım gelen yere bakarlar da o yüzden dertlenirler, o dert sebebiyle de ağlarlar, inlerler.
  • عاشقان از درد زان نالیده‌اند ** که نظر ناجایگه مالیده‌اند
  • O ceylanı çobansız, o esiri ucuz sanırlar. 230
  • بی‌شبان دانسته‌اند آن ظبی را ** رایگان دانسته‌اند آن سبی را
  • Nihayet “Gözcüsü, bekçisi benim... Az bak!” diye bir bakış okudur gelir, ciğerlerine saplanır!
  • تا ز غمزه تیر آمد بر جگر ** که منم حارس گزافه کم نگر
  • Ben, bir kuzudan da, keçiden de aşağı mıyım ki ardımda gözcüm, bekçim olmasın?
  • کی کم از بره کم از بزغاله‌ام ** که نباشد حارس از دنباله‌ام
  • Öyle bir bekçim var ki saltanat, ona yaraşır... Bana nasıl bir yel esmekte? O bilir!
  • حارسی دارم که ملکش می‌سزد ** داند او بادی که آن بر من وزد
  • O yel soğuk mudur, sıcak mı? O bilen Allah, gafil değildir... Bilir a kötü kişi!
  • سرد بود آن باد یا گرم آن علیم ** نیست غافل نیست غایب ای سقیم
  • Fakat şehvete mensup olan nefis, Hak’tan sağırdır, kördür. Ben de senin körlüğünü ta uzaktan gördüm. 235
  • نفس شهوانی ز حق کرست و کور ** من به دل کوریت می‌دیدم ز دور
  • Onun için sekiz yıldır hiç seni sormadım... Çünkü seni bilgisizlikle kat kat dolu gördüm ben.
  • هشت سالت زان نپرسیدم به هیچ ** که پرت دیدم ز جهل پیچ پیچ
  • Külhandaki adama nasılsın diye neye sorayım? Nasıl olacak; baş aşağı bir halde işte!
  • خود چه پرسم آنک او باشد بتون ** که تو چونی چون بود او سرنگون
  • Dünya külhana benzer, takva da hamama
  • مثال دنیا چون گولخن و تقوی چون حمام
  • Dünya şehveti, külhana benzer. Takva hamamı da onunla aydınlanır.
  • شهوت دنیا مثال گلخنست ** که ازو حمام تقوی روشنست
  • Fakat takva sahipleri bu külhanda safa ve zevk içindedirler... Çünkü onlar, hamama girmiş, yunup arınmışlardır.
  • لیک قسم متقی زین تون صفاست ** زانک در گرمابه است و در نقاست
  • Zenginlerse hamamdakileri ısıtmak için tezek taşıyanlara benzerler. 240
  • اغنیا ماننده‌ی سرگین‌کشان ** بهر آتش کردن گرمابه‌بان
  • Allah, hamam ısınsın, tavlansın diye onlara bir hırs vermiştir.
  • اندریشان حرص بنهاده خدا ** تا بود گرمابه گرم و با نوا
  • Bu külhandan vazgeç de hamama git... Külhanı terk etmek, bil ki hamama girmenin ta kendisidir.
  • ترک این تون گوی و در گرمابه ران ** ترک تون را عین آن گرمابه دان
  • Külhanda kalan dünya şehvetine sabreden, dünyadan el etek çeken kişiye hizmetçi mesabesindedir.
  • هر که در تونست او چون خادمست ** مر ورا که صابرست و حازمست
  • Hamamda olan, yüzünden, yüzünün temizliğinden, güzelliğinden anlaşılır.
  • هر که در حمام شد سیمای او ** هست پیدا بر رخ زیبای او
  • Külhandakiler de yüzlerindeki ve elbiselerindeki duman, is ve tozdan belli olurlar. 245
  • تونیان را نیز سیما آشکار ** از لباس و از دخان و از غبار
  • Yüzünü görmezsen kokusuna dikkat et... Koku, her köre sopa gibidir!
  • ور نبینی روش بویش را بگیر ** بو عصا آمد برای هر ضریر
  • Kokusunu da alamadıysan onu konuştur; yeni sözden eski sırrı anla!
  • ور نداری بو در آرش در سخن ** از حدیث نو بدان راز کهن
  • Altın babası külhancı der ki: Bugün akşama kadar tam yirmi küfe tezek taşıdım.
  • پس بگوید تونیی صاحب ذهب ** بیست سله چرک بردم تا به شب
  • Bunun gibi senin hırsın da, bu dünyada ateşe benzer... Her alevi, yüzlerce ağız açmıştır!
  • حرص تو چون آتشست اندر جهان ** باز کرده هر زبانه صد دهان
  • 250.Gerçi tezek, ateşi alevler, kuvvetlendirir ama akla göre bu altın, hiç de hoşa gitmeyen fışkıdır, tezektir. 250
  • پیش عقل این زر چو سرگین ناخوشست ** گرچه چون سرگین فروغ آتشست
  • Ateşten dem vuran güneş, yaş fışkıyı ateşe atılmaya değer bir hale getirir.
  • آفتابی که دم از آتش زند ** چرک تر را لایق آتش کند
  • İşte bunun gibi hırs külhanı yüzlerce kıvılcımla kıvılcımlansın, alevlensin diye o taşı altın haline getiren de yine güneştir.
  • آفتاب آن سنگ را هم کرد زر ** تا بتون حرص افتد صد شرر
  • Mal topladım diyen ne diyor yani? Bu kadar fışkı, bu kadar tezek getirdim diyor!
  • آنک گوید مال گرد آورده‌ام ** چیست یعنی چرک چندین برده‌ام
  • Bu söz, rezilliği arttıran bir sözdür ama külhandakiler, aralarında bununla övünürler!
  • این سخن گرچه که رسوایی‌فزاست ** در میان تونیان زین فخرهاست
  • Sen akşama kadar altı küfe tezek getirdin... Hâlbuki ben, hiç zahmet çekmeden tamam yirmi küfe tezek taşıdım, derler. 255
  • که تو شش سله کشیدی تا به شب ** من کشیدم بیست سله بی کرب
  • Külhanda doğup temizlik nedir görmeyen kişiye mis koklatsın incinir, hasta olur!
  • آنک در تون زاد و پاکی را ندید ** بوی مشک آرد برو رنجی پدید
  • Güzel koku satanların pazarında güzel kokularla mis kokusundan bayılan ve hasta düşen derici
  • قصه‌ی آن دباغ کی در بازار عطاران از بوی عطر و مشک بیهوش و رنجور شد
  • Birisi, güzel koku satanların pazarına gelince aklı başından gitti, büzülüp yere yıkıldı.
  • آن یکی افتاد بیهوش و خمید ** چونک در بازار عطاران رسید
  • Kerem sahibi attarlardan gelen güzel kokular, başını döndürdü, yere düştü!
  • بوی عطرش زد ز عطاران راد ** تا بگردیدش سر و بر جا فتاد
  • O bihaber, gün ortasında yol uğrağına bir leş gibi yıkıldı, kaldı.
  • هم‌چو مردار اوفتاد او بی‌خبر ** نیم روز اندر میان ره‌گذر
  • Derhal halk, başına üşüştü... Herkes lâhavle diyerek derdine derman aramaktaydı. 260
  • جمع آمد خلق بر وی آن زمان ** جملگان لاحول‌گو درمان کنان
  • Birisi, eliyle kalbini yokluyor, öbürü yüzüne gülsuyu serpiyordu.
  • آن یکی کف بر دل او می براند ** وز گلاب آن دیگری بر وی فشاند
  • Bilmiyordu ki o alanda onun başına ne geldiyse gülsuyundan geldi.
  • او نمی‌دانست کاندر مرتعه ** از گلاب آمد ورا آن واقعه
  • Biri bileklerini başını ovuyor, öbürü hararetlensin diye samanlı ıslak balçık getiriyordu.
  • آن یکی دستش همی‌مالید و سر ** وآن دگر کهگل همی آورد تر
  • Biri ödağacıyla şekeri karıştırıp tütsülüyor, başka biri elbisesinin bir kısmını soyup üstündekileri hafifletiyordu.
  • آن بخور عود و شکر زد به هم ** وآن دگر از پوششش می‌کرد کم
  • Birisi nasıl atıyor diye nabzını yokluyor, öbürü ağzını kokluyor. 265
  • وآن دگر نبضش که تا چون می‌جهد ** وان دگر بوی از دهانش می‌ستد
  • Şarap mı içti, esrar mı? Yoksa afyon mu yuttu... Anlamak istiyordu. Halk, onun neden bayıldığını anlayamamış, şaşırıp kalmıştı.
  • تا که می خوردست و یا بنگ و حشیش ** خلق درماندند اندر بیهشیش
  • Derhal akrabalarına haber verdiler, falan adam feşman yerde perişan bir halde düşüp kaldı dediler.
  • پس خبر بردند خویشان را شتاب ** که فلان افتاده است آن‌جا خراب
  • Neden bayıldı, ne oldu da leğeni damdan düştü? Kimse bilmiyordu!
  • کس نمی داند که چون مصروع گشت ** یا چه شد کو را فتاد از بام طشت
  • O tabağın iriyarı, güçlü kuvvetli, bilgili anlayışlı bir erkek kardeşi vardı, hemencecik koşa koşa geldi.
  • یک برادر داشت آن دباغ زفت ** گربز و دانا بیامد زود تفت
  • Yenine biraz köpek pisliği almıştı, halkı yardı, feryat ederek kardeşinin başucuna geldi. 270
  • اندکی سرگین سگ در آستین ** خلق را بشکافت و آمد با حنین
  • Ben neden hastalandı biliyorum, dedi... Hastalık teşhis edildi, sebebi bilindi mi tedavisi kolaydır.
  • گفت من رنجش همی دانم ز چیست ** چون سبب دانی دوا کردن جلیست