- Gül, burun için bitti, yetişti... A hoyrat adam koku almak burnun işidir.
- از پی سوراخ بینی رست گل ** بو وظیفهی بینی آمد ای عتل
- Ey yiğit, gül kokusu burun içindir... Bu aşağıdaki delik, o kokunun yeri değildir.
- بوی گل بهر مشامست ای دلیر ** جای آن بو نیست این سوراخ زیر
- Hiç buradan sana cennet kokusu gelir mi? Sana koku lazımsa yerinden ara!
- کی ازین جا بوی خلد آید ترا ** بو ز موضع جو اگر باید ترا
- Bunun gibi “Vatanı sevmek imandandır” hadisi de doğru ama hocam, önce iyice vatanı tanı! 2230
- همچنین حب الوطن باشد درست ** تو وطن بشناس ای خواجه نخست
- O akıllı balık dedi ki: Bir yol bulayım da gönlümü şunlarla danışmadan, şunların reyine uymadan çekip çevireyim.
- گفت آن ماهی زیرک ره کنم ** دل ز رای و مشورتشان بر کنم
- Kendine gel şimdi danışma zamanı değil; yola düş... Ali gibi kuyuya ah et.
- نیست وقت مشورت هین راه کن ** چون علی تو آه اندر چاه کن
- O ahın mahremi pek azdır... Geceleri git, hem de bekçi gibi gizlice yürü.
- محرم آن آه کمیابست بس ** شب رو و پنهانروی کن چون عسس
- Bu gölcükten denize doğru git... Denizi ara, şu girdabı bırak.
- سوی دریا عزم کن زین آبگیر ** بحر جو و ترک این گرداب گیر
- Göğsünü ayak yaptı da yola düştü... Çekingen balık, o tehlikeli yerden ta nur denizine kadar yürüdü, denize ulaştı. 2235
- سینه را پا ساخت میرفت آن حذور ** از مقام با خطر تا بحر نور
- Ardına köpek düşen ceylan, hayatından bir damar bile kalsa koşar ya... İşte o da onun gibi koşmaktaydı.
- همچو آهو کز پی او سگ بود ** میدود تا در تنش یک رگ بود
- Artık köpek varken tavşan uykusuna dalmak hatadır... Zaten korkan adamın gözüne uyku girer mi?
- خواب خرگوش و سگ اندر پی خطاست ** خواب خود در چشم ترسنده کجاست
- O balık gitti deniz yolunu tuttu... Pek uzun olan o yola düştü.
- رفت آن ماهی ره دریا گرفت ** راه دور و پهنهی پهنا گرفت
- Bir hayli zahmetler çekti, fakat sonun da emniyet ve afiyet makamına yetişti.
- رنجها بسیار دید و عاقبت ** رفت آخر سوی امن و عافیت
- Kendisini uçsuz bucaksız, hiçbir yandan kıyısı görünmez denize attı. 2240
- خویشتن افکند در دریای ژرف ** که نیابد حد آن را هیچ طرف
- Derken balıkçılar ağ getirdiler... Yarı akıllının neşesi bozuldu, ağzının tadı kaçtı.
- پس چو صیادان بیاوردند دام ** نیمعاقل را از آن شد تلخ کام
- Dedi ki: Eyvahlar olsun. Fırsatı fevt ettim, nasıl oldu da o yol gösterene arkadaş olmadım?
- گفت اه من فوت کردم فرصه را ** چون نگشتم همره آن رهنما
- O ansızın gitti... Gitti ama benim de hararetle ardına düşmem gerekti.
- ناگهان رفت او ولیکن چونک رفت ** میببایستم شدن در پی بتفت
- Fakat geçene acınmak hatadır... Gitti mi gitti gider! Gayrı onu anmanın hiçbir faydası yoktur!
- بر گذشته حسرت آوردن خطاست ** باز ناید رفته یاد آن هباست
- Tutulan kuşun, geçmiş zamana pişman olma, içinde bulunduğun vaktin kıymetini bil, bundan istifadeye çalış, pişmanlıkla vakit geçirme diye nasihati
- قصهی آن مرغ گرفته کی وصیت کرد کی بر گذشته پشیمانی مخور تدارک وقت اندیش و روزگار مبر در پشیمانی
- Birisi hileyle tuzağına bir kuş düşürdü. Kuş, ona dedi ki: Ey ulu hoca. 2245
- آن یکی مرغی گرفت از مکر و دام ** مرغ او را گفت ای خواجهی همام
- Sen birçok öküzler, koyunlar yedin... Birçok develer kurban ettin.
- به تو بسی گاوان و میشان خوردهای ** تو بسی اشتر به قربان کردهای
- Dünyada onlarla bile doymadın... Benimle de doymazsın sen!
- تو نگشتی سیر زانها در زمن ** هم نگردی سیر از اجزای من
- Beni bırak da sana üç öğüt vereyim... Bak bakalım aptal mıyım, akıllı mıyım?
- هل مرا تا که سه پندت بر دهم ** تا بدانی زیرکم یا ابلهم
- Birinci öğüdü elimdeyken vereyim, ikincisini samanla karışık balçıktan yapılma damının üstünde.
- اول آن پند هم در دست تو ** ثانیش بر بام کهگل بست تو
- Üçüncüsünü de ağacın üstünde veririm... Bu üç öğütle bahtın iyileşir. 2250
- وآن سوم پند دهم من بر درخت ** که ازین سه پند گردی نیکبخت
- Elindeyken vereceğim öğüt şu: Olmayacak söze kim söylerse söylesin inanma.
- آنچ بر دستست اینست آن سخن ** که محالی را ز کس باور مکن
- Bu ulu öğüdü elindeyken verip azat oldu, duvarın üstüne konup,
- بر کفش چون گفت اول پند زفت ** گشت آزاد و بر آن دیوار رفت
- Dedi ki: Geçmiş gitmiş şeye gam yeme... Fırsatını kaybettin mi üzülme artık!
- گفت دیگر بر گذشته غم مخور ** چون ز تو بگذشت زان حسرت مبر
- Sonra “Şu küçücük bedenimde on dirhem ağırlığında paha biçilmez bir inci var.
- بعد از آن گفتش که در جسمم کتیم ** ده درمسنگست یک در یتیم
- Seni de oğullarını da devlete eriştirdi... O inci senin hakkındı... 2255
- دولت تو بخت فرزندان تو ** بود آن گوهر به حق جان تو
- Fakat kısmetin değilmiş, kaçırdın... Öyle bir inci dünyada bulunmaz” dedi.
- فوت کردی در که روزیات نبود ** که نباشد مثل آن در در وجود
- Adam gebe kadın doğururken nasıl feryat ederse öyle bağırmaya başladı.
- آنچنان که وقت زادن حامله ** ناله دارد خواجه شد در غلغله
- Kuş dedi ki: Sana geçmiş şeye gam etme diye nasihat etmedim mi,
- مرغ گفتش نی نصیحت کردمت ** که مبادا بر گذشتهی دی غمت
- Mademki geçip gitti, neden gam yersin? Ya öğüdümü anlamadın yahut da sağırsın sen.
- چون گذشت و رفت غم چون میخوری ** یا نکردی فهم پندم یا کری
- Sonra bir de sana sapıklığa düşme olmayacak söze sakın inanma demedim mi? Bu ikinci öğüdüm değil miydi? 2260
- وان دوم پندت بگفتم کز ضلال ** هیچ تو باور مکن قول محال
- Ben, kendim üç dirhem gelmem aslanım... İçinde on dirhemlik inci nasıl bulunur?
- من نیم خود سه درمسنگ ای اسد ** ده درمسنگ اندرونم چون بود
- Adam, bu söz üzerine kendine geldi, hadi dedi... o üçüncü güzel öğüdü de ver bakalım!
- خواجه باز آمد به خود گفتا که هین ** باز گو آن پند خوب سیومین
- Kuş dedi ki: Evet. Allah için o ikisini iyi tuttun da üçüncüsünü sana bedava söyleyeceğim ha!
- گفت آری خوش عمل کردی بدان ** تا بگویم پند ثالث رایگان
- Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.
- پند گفتن با جهول خوابناک ** تخت افکندن بود در شوره خاک
- Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez... Ey öğütçü, ona hikmet tohumunu pek saçma. 2265
- چاک حمق و جهل نپذیرد رفو ** تخم حکمت کم دهش ای پندگو
- O yarı akıllı balığın kurtulmak için bir çare düşünmesi ve kendisini ölü göstermesi
- چاره اندیشیدن آن ماهی نیمعاقل و خود را مرده کردن
- Öbür balık, o belâ çağında aklının gölgesinden ayrı düştü de dedi ki:
- گفت ماهی دگر وقت بلا ** چونک ماند از سایهی عاقل جدا
- O, denize vardı, gamdan azat oldu... Ben öyle bir iyi arkadaştan ayrıldım.
- کو سوی دریا شد و از غم عتیق ** فوت شد از من چنان نیکو رفیق
- Fakat artık onu düşünmeyeyim de kendi kendime bir çare bulayım... Şimdi kendimi ölü göstereyim ben...
- لیک زان نندیشم و بر خود زنم ** خویشتن را این زمان مرده کنم
- Suyun üstüne çıkıp karnımı yukarıya, sırtı mı aşağıya verip kendimi salı vereyim... Su, nereye götürürse gideyim.
- پس برآرم اشکم خود بر زبر ** پشت زیر و میروم بر آب بر
- Yüzen kişi gibi değil de âdeta bir saman çöpü gibi su üstünde sürükleneyim. 2270
- میروم بر وی چنانک خس رود ** نی بسباحی چنانک کس رود
- Kendimi ölüye benzetip suya bırakayım... Ölümden önce ölmek, azaptan kurtuluştur.
- مرده گردم خویش بسپارم به آب ** مرگ پیش از مرگ امنست از عذاب
- Ey yiğit ölümden önce ölmek emniyettir... Bize Mustafa böyle buyurdu.
- مرگ پیش از مرگ امنست ای فتی ** این چنین فرمود ما را مصطفی
- Dedi ki: Size ölüm, sınamalarla gelmeden hepiniz ölün.
- گفت موتواکلکم من قبل ان ** یاتی الموت تموتوا بالفتن
- Balık, güya öldü, karnını yukarıya çevirdi... Su, onu gâh yukarıya çıkarıyor, gâh aşağıya alıyordu.
- همچنان مرد و شکم بالا فکند ** آب میبردش نشیب و گه بلند
- Balıkçıların her biri eyvah dediler... En iyi balık öldü... Hepsi de pek kederlendi. 2275
- هر یکی زان قاصدان بس غصه برد ** که دریغا ماهی بهتر بمرد
- Balık onların eyvah demelerinden sevindi... Bu oyunla kılıçtan kurtuldum galibi dedi.
- شاد میشد او کز آن گفت دریغ ** پیش رفت این بازیم رستم ز تیغ