English    Türkçe    فارسی   

4
2303-2352

  • Vehimle akıl, mihenk olmadıkça meydana çıkmaz. Her ikisini de hemen mihenge vur.
  • بی‌محک پیدا نگردد وهم و عقل ** هر دو را سوی محک کن زود نقل
  • Bu mihenk de Kur’an’dır. Peygamberlerin halidir... Mihenk kalpa gel der.
  • این محک قرآن و حال انبیا ** چون منحک مر قلب را گوید بیا
  • Gel de benim yüzümden ne hale girdiğini gör... Çünkü sen benim ne inişimin ehlisin ne çıkışımın! 2305
  • تا ببینی خویش را ز آسیب من ** که نه‌ای اهل فراز و شیب من
  • Aklı bir testere ikiye biçse o ateşteki altın gibi yine gülümser.
  • عقل را گر اره‌ای سازد دو نیم ** هم‌چو زر باشد در آتش او بسیم
  • Vehim, âlemleri yakan Firavundur; akıl, canları parlatan aydınlatan Musa’nındır.
  • وهم مر فرعون عالم‌سوز را ** عقل مر موسی به جان افروز را
  • Musa, yokluk yoluna gitti... Firavun, ona dedi ki: Sen kimsin?
  • رفت موسی بر طریق نیستی ** گفت فرعونش بگو تو کیستی
  • Musa, ben akılım... Ululuk ıssı Allah’ın elçisiyim... Allah’ın ulu bürhanıyım, azgınlıktan insana emniyet veren kişiyim ben!
  • گفت من عقلم رسول ذوالجلال ** حجةالله‌ام امانم از ضلال
  • Firavun dedi ki: Sus, huyluyu bırak da sen bana eski adını söyle! 2310
  • گفت نی خامش رها کن های هو ** نسبت و نام قدیمت را بگو
  • Musa dedi ki: Benim nispetim, Allah’ın şu toprak yurdunadır... Asıl adım da onun kullarının en aşağısı.
  • گفت که نسبت مر از خاکدانش ** نام اصلم کمترین بندگانش
  • Ben o Allah’ın kulunun oğluyum... Onun cariyesiyle kulundan doğmuşum.
  • بنده‌زاده‌ی آن خداوند وحید ** زاده از پشت جواری و عبید
  • Asıl mensup olduğum topraktır; su ve balçıktır... Allah suya toprağa canla gönül vermiştir.
  • نسبت اصلم ز خاک و آب و گل ** آب و گل را داد یزدان جان و دل
  • Bu toprak bedenimin dönüp gideceği yer de yine topraktır... Senin gideceğin yer de topraktır a mağrur.
  • مرجع این جسم خاکم هم به خاک ** مرجع تو هم به خاک ای سهمناک
  • Bizim de bütün serkeşlerin de aslı topraktır. Hepimiz topraktanız... Buna da yüz türlü nişane var. 2315
  • اصل ما و اصل جمله سرکشان ** هست از خاکی و آن را صد نشان
  • Bedenine topraktan yardım gelmededir... Boynun topraktan biten gıdalarla düzelip kalınlaşmadadır.
  • که مدد از خاک می‌گیرد تنت ** از غذایی خاک پیچد گردنت
  • Can gitti mi beden o korkunç, mezar da toprak olur gider.
  • چون رود جان می‌شود او باز خاک ** اندر آن گور مخوف سهمناک
  • Sen de, biz de, sana benzeyenlerde hep toprak olurlar... Senin mevkiin rütben de kalmaz.
  • هم تو و هم ما و هم اشباه تو ** خاک گردند و نماند جاه تو
  • Firavun dedi ki: Bundan, bu soydan başka bir adın daha var senin... Sana ne ad daha âlâ yaraşır.
  • گفت غیر این نسب نامیت هست ** مر ترا آن نام خود اولیترست
  • Firavunun kulu kullarının kulu... Bedeni, canı, önce onun nimetleriyle beslenip yetişen kul. 2320
  • بنده‌ی فرعون و بنده‌ی بندگانش ** که ازو پرورد اول جسم و جانش
  • Âsi, azgın ve pek zalim kul... Kötü işi yüzünden yurttan kaçan kul.
  • بنده‌ی یاغی طاغی ظلوم ** زین وطن بگریخته از فعل شوم
  • Kanlı katil, gaddar, hak bilmez kul... Artık sen bu sıfatlara bak da var kıyas et nesin?
  • خونی و غداری و حق‌ناشناس ** هم برین اوصاف خود می‌کن قیاس
  • Gariplikte hor, yoksul, çıplak bir kul, öyle bir kul ki ne bizim hakkımızı tanır, ne bize şükreder.
  • در غریبی خوار و درویش و خلق ** که ندانستی سپاس ما و حق
  • Musa şöyle cevap verdi: Haşa... O padişaha, padişahlıkta kimse şerik olamaz.
  • گفت حاشا که بود با آن ملیک ** در خداوندی کسی دیگر شریک
  • Mülk ve devlette tektir, eşi yok. Kullarına ondan başka başbuğ yoktur. 2325
  • واحد اندر ملک او را یار نی ** بندگانش را جز او سالار نی
  • Halkına ondan başka kimse sahip değildir. helâke düşmüş kişiden başka kimse ona şeriklik davasına kalkışamaz.
  • نیست خلقش را دگر کس مالکی ** شرکتش دعوی کند جز هالکی
  • Beni nakşeden, bana bu sureti veren odur; nakkaşım odur benim... Başkası bu dâvaya kalkışırsa zalimdir.
  • نقش او کردست و نقاش من اوست ** غیر اگر دعوی کند او ظلم‌جوست
  • Sen benim kaşımı bile yaratmaya kadir değilsin... Böyleyken nasıl olur da beni yarattığını söyleyebilirsin?
  • تو نتوانی ابروی من ساختن ** چون توانی جان من بشناختن
  • Asıl o gaddar, o azgın sensin ki Allah’a şerik olmak davasına düşmüşsün.
  • بلک آن غدار و آن طاغی توی ** که کنی با حق دعوی دوی
  • Ben bir kötü kişiyi öldürdüysem ne nefsime uyduğumdan öldürdüm, ne de eğlence için! 2330
  • گر بکشتم من عوانی را به سهو ** نه برای نفس کشتم نه به لهو
  • Ben bir yumruk indirdim o da derhal ölüverdi... Zaten canı yoktu can verdi geberdi gitti.
  • من زدم مشتی و ناگاه اوفتاد ** آنک جانش خود نبد جانی بداد
  • Ben bir köpek öldürdüm... Fakat sen peygamber oğullarını, yüz binlerce suçsuz, ziyansız çocukları öldürdün ya!
  • من سگی کشتم تو مرسل‌زادگان ** صدهزاران طفل بی‌جرم و زیان
  • Onları öldürdün; hepsinin kanı senin boynundadır... Bakalım hele, bu kan içmeden başına neler gelecek?
  • کشته‌ای و خونشان در گردنت ** تا چه آید بر تو زین خون خوردنت
  • Yakup soyunu öldürdün... Maksadın da hep beni öldürmekti, bunu umuyor, bunu istiyordun sen!
  • کشته‌ای ذریت یعقوب را ** بر امید قتل من مطلوب را
  • Allah, seni kör etti de beni seçti... Nefsinin pişirip kotardığı hile, baş aşağı geldi. 2335
  • کوری تو حق مرا خود برگزید ** سرنگون شد آنچ نفست می‌پزید
  • Firavun dedi ki: Bunları bırak hele... Şüphesiz benim hakkım, tuz ekmek hakkı buydu ha!
  • گفت اینها را بهل بی‌هیچ شک ** این بود حق من و نان و نمک
  • Beni halkın önünde rezil rüsvay edesin... Aydın günü gönlüme karartasın... Sen de olan hakkıma karşılık yapacağın bu mu senin?
  • که مرا پیش حشر خواری کنی ** روز روشن بر دلم تاری کنی
  • Musa, kıyamet gününün horluğu daha güçtür... Hayırda, şerde bana riayet etmezsen kıyamette halin bundan beter olur.
  • گفت خواری قیامت صعب‌تر ** گر نداری پاس من در خیر و شر
  • Bir pirenin acısına tahammülün yok; yılanın acısına nasıl tahammül edeceksin?
  • زخم کیکی را نمی‌توانی کشید ** زخم ماری را تو چون خواهی چشید
  • Görünüşte senin işini yıkıyorum ama bir dikeni gül bahçesi haline getiriyorum dedi. 2340
  • ظاهرا کار تو ویران می‌کنم ** لیک خاری را گلستان می‌کنم
  • Yapılma yıkılmadadır; topluluk dağınıklıkta; düzeltme kırılmada… Murat muratsızlıktadır; varlık yoklukta. Her şey, buna benzer. Öbür zıtlar ve eşlerde hep bunlar gibidir.
  • بیان آنک عمارت در ویرانیست و جمعیت در پراکندگیست و درستی در شکست‌گیست و مراد در بی‌مرادیست و وجود در عدم است و علی هذا بقیة الاضداد والازواج
  • Birisi geldi yeri bellemeye, sürmeye başladı. Aptalın biri dayanamayıp feryat etti.
  • آن یکی آمد زمین را می‌شکافت ** ابلهی فریاد کرد و بر نتافت
  • Dedi ki: Bu yeri neden yıkıyorsun... Neden yarıyor dağıtıyorsun?
  • کین زمین را از چه ویران می‌کنی ** می‌شکافی و پریشان می‌کنی
  • Adam dedi ki: A ahmak, yürü git... Benimle uğraşma! Sen, yapılmayı yıkılmada bil! (189.sayfa-223.sayfaya kadar bulunamadı)
  • گفت ای ابله برو و بر من مران ** تو عمارت از خرابی باز دان
  • Bu yer, böyle çirkin ve yıkık bir hale gelmedikçe nasıl olur da olur da gül bahçesi, buğday tarlası haline gelir.
  • کی شود گلزار و گندم‌زار این ** تا نگردد زشت و ویران این زمین
  • Düzeni alt üst olmadıkça nasıl olur da bostanlık, ekinlik olur; mahsul ve meyve yetiştirir? 2345
  • کی شود بستان و کشت و برگ و بر ** تا نگردد نظم او زیر و زبر
  • Yarayı neşterle deşmedikçe iyileşir onulur mu hiç?
  • تا بنشکافی به نشتر ریش چغز ** کی شود نیکو و کی گردید نغز
  • Ahlatın, ilaçla yıkanmadıkça hastalığın nasıl geçer, nasıl şifa bulursun?
  • تا نشوید خلطهاات از دوا ** کی رود شورش کجا آید شفا
  • Terzi kumaşı paramparça eder... Bir kimse çıkıp da o sanatını bilen terziye,
  • پاره پاره کرده درزی جامه را ** کس زند آن درزی علامه را
  • Bu canım atlası neden bu hale getirdin... Neden kestin; ben kesik kumaşı ne yapayım der mi?
  • که چرا این اطلس بگزیده را ** بردریدی چه کنم بدریده را
  • Her eski yapıyı yaparlar, yenilerlerken eski yapıyı yıkmazlar mı? 2350
  • هر بنای کهنه که آبادان کنند ** نه که اول کهنه را ویران کنند
  • Marangoz, demirci ve kasap da bunun gibi yıkıp yakıp harap etmezler mi?
  • هم‌چنین نجار و حداد و قصاب ** هستشان پیش از عمارتها خراب
  • O halileyi, belileyi dövmek, onları adeta telef etmek, bedenin yapılmasıdır.
  • آن هلیله و آن بلیله کوفتن ** زان تلف گردند معموری تن