English    Türkçe    فارسی   

4
2361-2410

  • Gönlü bir olan halkı iki bölüğe ayırdın... Öyledir; büyücülük, dağa, taşa bile tesir eder... Onları bile yarar, yıkar.
  • خلق یک‌دل را تو کردی دو گروه ** جادوی رخنه کند در سنگ و کوه
  • Musa şöyle cevap verdi: Ben, Allah emirlerine gark olmuşum... Hiç Allah adı ile büyücülük görülmüş şey midir?
  • گفت هستم غرق پیغام خدا ** جادوی کی دید با نام خدا
  • Büyücülüğün temeli gaflettir, kâfirliktir... Hâlbuki Musa’nın canı, din meşalesidir.
  • غفلت و کفرست مایه‌ی جادوی ** مشعله‌ی دینست جان موسوی
  • A çirkin, ben büyücülere benzer miyim? Nefesine Mesih bile haset etmededir benim.
  • من به جادویان چه مانم ای وقیح ** کز دمم پر رشک می‌گردد مسیح
  • A cenabet, benim nerem büyücülere benzer? Kitaplar, canımda nurlanır, ışıklanır. 2365
  • من به جادویان چه مانم ای جنب ** که ز جانم نور می‌گیرد کتب
  • Fakat sen heva ve heves kanadı ile uçtuğun için benim hakkımda şüpheye düşüyorsun.
  • چون تو با پر هوا بر می‌پری ** لاجرم بر من گمان آن می‌بری
  • Kim hilebazlarla canavarların işini işlerse elbette kerem sahipleri hakkında şüphelenir.
  • هر کرا افعال دام و دد بود ** بر کریمانش گمان بد بود
  • Sen, bir âlemin cüzüsün... Ne olursan ol, mutlaka o âlemin külünü kendi sıfatlarında görürsün sen, azgın herif!
  • چون تو جزو عالمی هر چون بوی ** کل را بر وصف خود بینی سوی
  • Döndün de başın döndü mü gözüne ev de dönüyor görünür.
  • گر تو برگردی و بر گردد سرت ** خانه را گردنده بیند منظرت
  • Gemiye binersin; gemi hareket etti mi deniz kıyısını yürüyor görürsün! 2370
  • ور تو در کشتی روی بر یم روان ** ساحل یم را همی بینی دوان
  • Bir savaştan, bir çekişten canın daralırsa bütün dünyayı dar görürsün!
  • گر تو باشی تنگ‌دل از ملحمه ** تنگ بینی جمله دنیا را همه
  • Dostların dilediği gibi hoşluğa erersen, gönlün hoş olursa bu âlem, sana gül bahçesi görünür.
  • ور تو خوش باشی به کام دوستان ** این جهان بنمایدت چون گلستان
  • Nice kişiler, ta Şam' a Irak' a kadar gittiler de oralarda kâfirlikten, münafıklıktan başka bir şey görmediler.
  • ای بسا کس رفته تا شام و عراق ** او ندیده هیچ جز کفر و نفاق
  • Nice kişiler, ta Hint ülkesine, Herat şehrine dek vardılar da oralarda alış verişten başka bir şey bulamadılar!
  • وی بسا کس رفته تا هند و هری ** او ندیده جز مگر بیع و شری
  • Niceler, Türkistan’a, Çin’e vardılar da oralarda hileden, tuzaktan başka bir şey görmediler! 2375
  • وی بسا کس رفته ترکستان و چین ** او ندیده هیچ جز مکر و کمین
  • Sefere giden renkten, kokudan başka bir şey göremezse söyle ona: Bütün iklimleri dolaşsın; hep bunu görür.
  • چون ندارد مدرکی جز رنگ و بو ** جمله‌ی اقلیمها را گو بجو
  • Öküz Bağdat’a geliverir... Bir ucundan öbür ucuna kadar şehri dolaşır...
  • گاو در بغداد آید ناگهان ** بگذرد او زین سران تا آن سران
  • Bütün o yaşayıştan, o güzelliklerden, o lezzetlerden ancak ve ancak sokaklardaki karpuz kabuğunu görür!
  • از همه عیش و خوشیها و مزه ** او نبیند جز که قشر خربزه
  • Öküzün yahut eşeğin seyrine layık olan şey, sokaklara atılan samanlarla yolarda biten otlardır!
  • که بود افتاده بر ره یا حشیش ** لایق سیران گاوی یا خریش
  • Tabiat mıhına kurumuş et gibi asılı kalan kişinin canı, sebeplere bağlanmıştı... Bundan ötesini göremez. 2380
  • خشک بر میخ طبیعت چون قدید ** بسته‌ی اسباب جانش لا یزید
  • Ey başköşede oturan ulu kişi, sebeplerin kalktığı ova, Allah’ın geniş yeryüzüdür.
  • وان فضای خرق اسباب و علل ** هست ارض الله ای صدر اجل
  • Orada can, her an suret değiştirir... Her an yeniden yeniye ve apaçık bir alem görür.
  • هر زمان مبدل شود چون نقش جان ** نو به نو بیند جهانی در عیان
  • Fakat bir sıfata kapılmış, o sıfatla donup kalmış kişiye, cennette, cennet ırmaklarının kıyısında, olsa orası yine kötü ve çirkin görünür!
  • گر بود فردوس و انهار بهشت ** چون فسرده‌ی یک صفت شد گشت زشت
  • İnsanın her duygusu, başka şeyler duyar ve öbür duygunun duyduklarından bihaberdir. Nitekim her usta sanatkâr da, başka bir sanatta usta olan sanatkârın sanatına acemidir, o sanattan bihaberdir. Fakat bir duygunun, öbür duyguların vazifesinden bihaber olması, öbür duyguların olmadığına delil değildir ki, her duygu öbür duygulara vazifesini, her sanatkâr, öbür sanatkârların sanatını hal bakımından inkâr eder. Eder ama burada inkâr eder demekteki maksadımız, o duyguyu, o sanatı bilmez demektir.
  • بیان آنک هر حس مدرکی را از آدمی نیز مدرکاتی دیگرست کی از مدرکات آن حس دگر بی‌خبرست چنانک هر پیشه‌ور استاد اعجمی کار آن استاد دگر پیشه‌ورست و بی‌خبری او از آنک وظیفه‌ی او نیست دلیل نکند کی آن مدرکات نیست اگر چه به حکم حال منکر بود آن را اما از منکری او اینجا جز بی‌خبری نمی‌خواهیم درین مقام
  • Cihanı görme çerçeven anlayışıncadır... Pak kişilerin sence perde ardında olması, onları görmemen, pis duygundandır.
  • چنبره‌ی دید جهان ادراک تست ** پرده‌ی پاکان حس ناپاک تست
  • Bir zaman duygunu görüş suyuyla yıka... Sofilerin çamaşır yıkamaları budur, böyledir... Bunu böyle bil. 2385
  • مدتی حس را بشو ز آب عیان ** این چنین دان جامه‌شوی صوفیان
  • Sen temizlendin mi perde yırtılır... Pak kişilerin canları sana görünmeye başlar.
  • چون شدی تو پاک پرده بر کند ** جان پاکان خویش بر تو می‌زند
  • Bütün âlem nurla, suretlerle dolsa o güzellikten ancak göz haberdar olur.
  • جمله عالم گر بود نور و صور ** چشم را باشد از آن خوبی خبر
  • Gözünü yumar da bir güzelin zülfünü, yüzünü görmek için kulağını açarsan,
  • چشم بستی گوش می‌آری به پیش ** تا نمایی زلف و رخساره‌ی به تیش
  • Kulak der ki: Ben sureti göremem... Ancak suret, bir ses verirse o sesi duyarım.
  • گوش گوید من به صورت نگروم ** صورت ار بانگی زند من بشنوم
  • Bilirim, bilirim ama kendime ait olan şeyleri bilirim... Bana ait şey de harften, sesten başka bir şey değildir. 2390
  • عالمم من لکی اندر فن خویش ** فن من جز حرف و صوتی نیست بیش
  • Kendine gel, hadi ey burun... Şu güzeli gör, desen imkânı yok; burunda bu kabiliyet yoktur.
  • هین بیا بینی ببین این خوب را ** نیست در خور بینی این مطلوب را
  • Sana der ki: Mis yahut gülsuyu olursa koklarım... Benim işim budur, bilgim bu kadardır.
  • گر بود مشک و گلابی بو برم ** فن من اینست و علم و مخبرم
  • Ben o baldırı gümüşe benzeyen güzeli nasıl görürüm? Aklını başını devşir de yapamayacağım şeyi teklif etme bana!
  • کی ببینم من رخ آن سیم‌ساق ** هین مکن تکلیف ما لیس یطاق
  • İğri duyguda iğriden başka bir şey göremez... Onun önüne ister eğri getir, ister doğru.
  • باز حس کژ نبیند غیر کژ ** خواه کژ غژ پیش او یا راست غژ
  • Hocam şaşı göz bil ki tek göremez. 2395
  • چشم احول از یکی دیدن یقین ** دانک معزولست ای خواجه معین
  • Sen de Firavunsun... Tepeden tırnağa kadar hile ve riyadan ibaretsin... Onun beni kendinden farklı görmemektesin.
  • تو که فرعونی همه مکری و زرق ** مر مرا از خود نمی‌دانی تو فرق
  • A iğri görüşlü, sen bana kendi gözünle bakma, benim gözümle bak da biri, iki görme!
  • منگر از خود در من ای کژباز تو ** تا یکی تو را نبینی تو دوتو
  • Bana, bir an olsun benim gözümle bak da varlıktan öte bir meydan gör.
  • بنگر اندر من ز من یک ساعتی ** تا ورای کون بینی ساحتی
  • Darlıktan da kurtul, addan, şöhretten de... Aşk içinden aşk gör vesselam.
  • وا رهی از تنگی و از ننگ و نام ** عشق اندر عشق بینی والسلام
  • Bil ki beden çerçevesinden kurtuldun mu kulağın da göz olur, burnun da. 2400
  • پس بدانی چونک رستی از بدن ** گوش و بینی چشم می‌داند شدن
  • O tatlı dilli padişah doğru söylemiştir: Ariflerin her kılı göz kesilir.
  • راست گفتست آن شه شیرین‌زبان ** چشم گرد مو به موی عارفان
  • Göz evvelce göz değildi... O, rahimde bir et parçasından ibaretti.
  • چشم را چشمی نبود اول یقین ** در رحم بود او جنین گوشتین
  • Yağ parçası görmeye sebep olmaz oğlum... Öyle olsaydı hiç kimse rüyada görülen şeyleri göremezdi.
  • علت دیدن مدان پیه ای پسر ** ورنه خواب اندر ندیدی کس صور
  • Mesela şeytan ve peri de görür... Fakat ikisinin gözünde yağ parçasına benzer bir şey yoktur.
  • آن پری و دیو می‌بیند شبیه ** نیست اندر دیدگاه هر دو پیه
  • Nurun yağla ne münasebeti var? Fakat yaratıcı sevgi ihsan edici Allah bu münasebeti bağışlamıştır işte! 2405
  • نور را با پیه خود نسبت نبود ** نسبتش بخشید خلاق ودود
  • İnsan topraktan yaratılmıştır, fakat toprağa benzemez ki... Cinlerin ateşle bir münasebeti yoktur; fakat onlar da ateşten yaratılmışlardır.
  • آدمست از خاک کی ماند به خاک ** جنیست از نار بی‌هیچ اشتراک
  • Perinin aslı ateştir; fakat dikkat edersen ateşe hiç benzemez.
  • نیست مانندای آتش آن پری ** گر چه اصلش اوست چون می‌بنگری
  • Kuş, havadan yaratılmış olmakla beraber havaya nereden benzer? Allah, münasebeti olmayan şeylere münasebet verdi.
  • مرغ از بادست و کی ماند به باد ** نامناسب را خدا نسبت به داد
  • Bu feri’lerin asıllarıyla münasebeti vardır... Allah onlara bu münasebeti vermiştir; fakat bu münasebete akıl ermez, keyfiyeti bilinmez!
  • نسبت این فرعها با اصلها ** هست بی‌چون ار چه دادش وصلها
  • İnsan hiçbir değeri olmayan topraktan meydana gelmiştir... Fakat bu oğlun, babası ile ne münasebeti var? 2410
  • آدمی چون زاده‌ی خاک هباست ** این پسر را با پدر نسبت کجاست