English    Türkçe    فارسی   

4
2469-2518

  • Sen de görünüşte kapkara bir demire benzersin ama kendini cilala, cilala!
  • پس چو آهن گرچه تیره‌هیکلی ** صیقلی کن صیقلی کن صیقلی
  • Bu suretle de gönlün, suretlerle dolu bir ayna kesilsin; ona her cihetten gümüş bedenli bir güzel aksetsin! 2470
  • تا دلت آیینه گردد پر صور ** اندرو هر سو ملیحی سیمبر
  • Demir gerçi karadır, nursuzdur... Fakat cilalamak, ondaki karalığı giderir.
  • آهن ار چه تیره و بی‌نور بود ** صیقلی آن تیرگی از وی زدود
  • Demir cilalanır, yüzünü güzelleştirir. Bu suretle suretler onda görünebilir.
  • صیقلی دید آهن و خوش کرد رو ** تا که صورتها توان دید اندرو
  • Topraktan yaratılan beden kabadır, karadır ama cila kabul eder, onu cilala!
  • گر تن خاکی غلیظ و تیره است ** صیقلش کن زانک صیقل گیره است
  • Cilala da onda gayb şekilleri yüz göstersin. Huri ve melek akisleri görünsün!
  • تا درو اشکال غیبی رو دهد ** عکس حوری و ملک در وی جهد
  • Allah, bil ki sana bir akıl cilâsı vermiştir... Onunla gönül yaprağı arınır, aydınlanır. 2475
  • صیقل عقلت بدان دادست حق ** که بدو روشن شود دل را ورق
  • A binamaz, cilâlanmayı bırakmışsın da heva ve hevesinin iki elini de açmışsın!
  • صیقلی را بسته‌ای ای بی‌نماز ** وآن هوا را کرده‌ای دو دست باز
  • Heva ve heves kapandı mı cilacının eli açılır.
  • گر هوا را بند بنهاده شود ** صیقلی را دست بگشاده شود
  • Gayb aynası olan demirde bütün suretler görünür.
  • آهنی که آیینه غیبی بدی ** جمله صورتها درو مرسل شدی
  • İçini kararttın, paslattın, işte "Yeryüzünde fesada çalışırlar" ayetinin manası budur!
  • تیره کردی زنگ دادی در نهاد ** این بود یسعون فی الارض الفساد
  • Şimdiye kadar böyle hareket ettin durdun, artık böyle harekette bulunma. Suyu kararttın, daha ziyade karartma! 2480
  • تاکنون کردی چنین اکنون مکن ** تیره کردی آب را افزون مکن
  • Bulandırma da bu su durulsun. O suyun içinde ay ve yıldızları tavaf eder gör!
  • بر مشوران تا شود این آب صاف ** واندرو بین ماه و اختر در طواف
  • Çünkü insan, ırmak suyuna benzer. Bulandı mı artık onun dibini göremezsin!
  • زانک مردم هست هم‌چون آب جو ** چون شود تیره نبینی قعر او
  • Irmağın dibi incilerle, mercanlarla dopdolu. Sakın bulandırma, o saf ve durudur.
  • قعر جو پر گوهرست و پر ز در ** هین مکن تیره که هست او صاف حر
  • İnsanların canı havaya benzer. Tozla karıştı mı gökyüzünde perde olur, gökyüzünü göstermez.
  • جان مردم هست مانند هوا ** چون بگرد آمیخت شد پرده‌ی سما
  • Güneşin görünmesine mâni olur... Fakat tozu gitti mi saf ve parlak bir hale gelir. 2485
  • مانع آید او ز دید آفتاب ** چونک گردش رفت شد صافی و ناب
  • Canın kapkara olmakla beraber Allah, kurtuluş yolunu bulasın diye sana rüyalar göstermiştir.
  • با کمال تیرگی حق واقعات ** می‌نمودت تا روی راه نجات
  • Musa aleyhisselâm'ın Firavun'un sırlarını söylemesi, Allah’ın bildiğine inanması yahut hiç olmazsa galiba biliyor diye şüpheye düşmesi için gaybdan haber vererek gördüğü rüyaları söylemesi
  • باز گفتن موسی علیه‌السلام اسرار فرعون را و واقعات او را ظهر الغیب تابخبیری حق ایمان آورد یا گمان برد
  • Allah, sonunda olacak şeyleri kudretiyle kapkara demirde gösterdi.
  • ز آهن تیره بقدرت می‌نمود ** واقعاتی که در آخر خواست بود
  • Bu suretle senin daha az kötülük etmeni diledi... Fakat sen, hep bunları gördüğün halde daha beter oluyordun!
  • تا کنی کمتر تو آن ظلم و بدی ** آن همی‌دیدی و بتر می‌شدی
  • Sana rüyada kötü şeyler gösterdi. Onlardan ürktün, hâlbuki o kötü şeyler, senin suretindi.
  • نقشهای زشت خوابت می‌نمود ** می‌رمیدی زان و آن نقش تو بود
  • Hani aynaya bakınca yüzünü çirkin görüp aynayı pisleyen Zenci gibi! 2490
  • هم‌چو آن زنگی که در آیینه دید ** روی خود را زشت و بر آیینه رید
  • Tükürmüş de sen çirkinsin, lâyığın ancak bu demiş, ayna da çirkinliğim, senin çirkinliğim a kör ve aşağılık adam!
  • که چه زشتی لایق اینی و بس ** زشتیم آن تواست ای کور خس
  • Bu pisliği de kendi çirkin yüzüne bulaştırdın, bana değil. Çünkü ben apaydınım demiş!
  • این حدث بر روی زشتت می‌کنی ** نیست بر من زانک هستم روشنی
  • Sen gâh elbiseni yanmış gördün; gâh ağzın tutulmuş, gözün kör olmuş gördün.
  • گاه می‌دیدی لباست سوخته ** گه دهان و چشم تو بر دوخته
  • Gâh bir canavar, kanına kastetti. Gâh yırtıcı biç hayvan, başını ısırdı!
  • گاه حیوان قاصد خونت شده ** گه سر خود را به دندان دده
  • Kendini gâh lâğıma baş aşağı düşüyorsun gördün. Gâh kanlı sellerde gark olmuşsun gördün. 2495
  • گه نگون اندر میان آبریز ** گه غریق سیل خون‌آمیز تیز
  • Bazen rüyada bu tertemiz gökyüzünden sana "Kötüsün, kötüsün, kötü" diye ses geldi.
  • گه ندات آمد ازین چرخ نقی ** که شقیی و شقیی و شقی
  • Bazen dağlardan apaçık "Hadi git be. Sen, ashabı şimaldensin" sesini duydun!
  • گه ندات آمد صریحا از جبال ** که برو هستی ز اصحاب الشمال
  • Bazen her cansız şeyden "Firavun, ebediyen cehenneme düştü gitti" sadasını işittin!
  • گه ندا می‌آمدت از هر جماد ** تا ابد فرعون در دوزخ فتاد
  • Bundan beter rüyalar da gördün... Fakat utancından söyleyemiyorum ki ters tabiatın büsbütün tersleşmesin, kızmayasın!
  • زین بترها که نمی‌گویم ز شرم ** تا نگردد طبع معکوس تو گرم
  • Ey öğüt kabul etmeyen, azıcığını söylüyorum sana., bu azıcığı duy da bil ki ben biliyorum. 2500
  • اندکی گفتم به تو ای ناپذیر ** ز اندکی دانی که هستم من خبیر
  • Gördüğün rüyaları ve başına gelecek işleri düşünmemek için kendini ölü ve kör ettin!
  • خویشتن را کور می‌کردی و مات ** تا نیندیشی ز خواب و واقعات
  • Ne vakte dek kaçaksın? İşte hileler düzen anlayışının körlüğü, önüne geldi, çattı!
  • چند بگریزی نک آمد پیش تو ** کوری ادراک مکراندیش تو
  • Tövbe kapısı açıktır.
  • بیان آنک در توبه بازست
  • Kendine gel, bundan böyle çekin artık. Çünkü Allah keremiyle tövbe kapısı açıktır.
  • هین مکن زین پس فراگیر احتراز ** که ز بخشایش در توبه‌ست باز
  • Tövbenin batı tarafında bir kapısı vardır, kıyamete kadar açıktır.
  • توبه را از جانب مغرب دری ** باز باشد تا قیامت بر وری
  • O kapı, güneş batıdan doğuncaya dek açık kalacaktır, o kapıdan yüz çevirme! 2505
  • تا ز مغرب بر زند سر آفتاب ** باز باشد آن در از وی رو متاب
  • Cennetin Allah rahmetiyle sekiz tane kapısı var... Oğul, o sekiz kapıdan biri de tövbe kapısıdır.
  • هست جنت را ز رحمت هشت در ** یک در توبه‌ست زان هشت ای پسر
  • Öbürlerinin hepsi de bazen açılır, bozan kapanır. Fakat tövbe kapısı hep açıktır.
  • آن همه گه باز باشد گه فراز ** وآن در توبه نباشد جز که باز
  • Bunu ganimet bil. Kapı açık, kasetçinin körlüğüne rağmen derhal pılını pırtını oraya çek!
  • هین غنیمت دار در بازست زود ** رخت آنجا کش به کوری حسود
  • Musa aleyhîsselâm'ın Firavun'a "Benden bir öğüt kabul et, karşılık olarak dört fazilet kazan" demesi.
  • گفتن موسی علیه‌السلام فرعون را کی از من یک پند قبول کن و چهار فضیلت عوض بستان
  • Kendine gel de benden bir öğüt kabul et, karşılık olarak dört şey al!
  • هین ز من بپذیر یک چیز و بیار ** پس ز من بستان عوض آن را چهار
  • Firavun, o bir öğüt, hangi öğüt? O tek öğüdü bana birazcık anlat dedi. 2510
  • گفت ای موسی کدامست آن یکی ** شرح کن با من از آن یک اندکی
  • Musa dedi ki: O tek öğüt şu: Apaçık söyle, deki Allah tektir, ondan başka tapacak yoktur!
  • گفت آن یک که بگویی آشکار ** که خدایی نیست غیر کردگار
  • Göklerin, yıldızların, insanlarla şeytanların cin ve perilerin, kuşların yüce yaratıcısıdır.
  • خالق افلاک و انجم بر علا ** مردم و دیو و پری و مرغ را
  • Denizin, ovanın, dağın, çölün yaratıcısı odur... Ülkenin sının yoktur, kendisinin benzeri yoktur!
  • خالق دریا و دشت و کوه و تیه ** ملکت او بی‌حد و او بی‌شبیه
  • Firavun, ey Musa dedi. Buna karşılık bana vereceğin o dört şey nedir? Onları da söyle de
  • گفت ای موسی کدامست آن چهار ** که عوض بدهی مرا بر گو بیار
  • 2515.O güzel vadin lütfiyle kâfirliğimin çarmıhı gevşesin! 2515
  • تا بود کز لطف آن وعده‌ی حسن ** سست گردد چارمیخ کفر من
  • Belki bir ganimet olarak elde edeceğim o hoş vaatler yüzünden yüz harmanlık küfür kilidim açılır.
  • بوک زان خوش وعده‌های مغتنم ** برگشاید قفل کفر صد منم
  • Belki bal ırmağının tesiriyle bedenimdeki şu kin zehiri ballaşır.
  • بوک از تاثیر جوی انگبین ** شهد گردد در تنم این زهر کین
  • Yahut o tertemiz süt ırmağının aksiyle esir aklım bir an olsun beslenir.
  • یا ز عکس جوی آن پاکیزه شیر ** پرورش یابد دمی عقل اسیر