- Arap beyleri toplanıp Peygamber' in yanına gelerek çekişmeye başladılar.
- آن امیران عرب گرد آمدند ** نزد پیغامبر منازع میشدند
- Dediler ki: Sen bir beysin... Bizim de her birimiz birer beyiz! Şu beyliği bölüşelim, ülkenin sana düşen kısmını al! 2780
- که تو میری هر یک از ما هم امیر ** بخش کن این ملک و بخش خود بگیر
- Her birimiz, kendisine düşen bölüğe razı olsun; sen de artık bizim hissemizden el yıka!
- هر یکی در بخش خود انصافجو ** تو ز بخش ما دو دست خود بشو
- Peygamber dedi ki: Bana beyliği Allah verdi... O, bana başbuğluk ve mutlak bir beylik ihsan etti.
- گفت میری مر مرا حق داده است ** سروری و امر مطلق داده است
- Buyurdu ki: Bu devir, Ahmed’in devridir, bu zaman, Ahmed’in zamanı... Kendinize gelin de onun emrine uyun!
- کین قران احمدست و دور او ** هین بگیرید امر او را اتقوا
- Kavim, biz de Allah’ın takdiri ile hükmediyoruz... Bize de beyliği veren Allah’tır dedi.
- قوم گفتندش که ما هم زان قضا ** حاکمیم و داد امیریمان خدا
- Peygamber fakat dedi... Allah, bana beyliği bir mülk olarak verdi, sizeyse bir vesileyle iğreti. 2785
- گفت لیکن مر مرا حق ملک داد ** مر شما را عاریه از بهر زاد
- Benim beyliğim kıyamete dek bakidir... İğreti beylikse çabucak geçip gider!
- میری من تا قیامت باقیست ** میری عاریتی خواهد شکست
- Kavim “ey emîr... Çok söyleme; üstün olduğunu iddia ediyorsun, delilin nedir?” dediler.
- قوم گفتند ای امیر افزون مگو ** چیست حجت بر فزونجویی تو
- Derhal Allah’ın kahır emri ile gökyüzünde bir bulut peydahlandı. Sel bastı, bütün o civarı kapladı.
- در زمان ابری برآمد ز امر مر ** سیل آمد گشت آن اطراف پر
- O pek korkunç sel şehre yüz tuttu... Şehirliler feryat ederek korkudan kaçışmaya başladılar.
- رو به شهر آورد سیل بس مهیب ** اهل شهر افغانکنان جمله رعیب
- Sınama zamanı gelmişti... Şüphenin kalkacağı hakikatin apaçık ortaya çıkacağı zamandı. Peygamber dedi ki: 2790
- گفت پیغامبر که وقت امتحان ** آمد اکنون تا گمارد گردد عیان
- Her bey mızrağını atsın da şu sel dursun! Beyliğinizi bir sınayalım! Hepsi mızraklarını attılar.
- هر امیری نیزهی خود در فکند ** تا شود در امتحان آن سیلبند
- Mustafa’da elindeki sopayı, o buyruklar yürüten inanmayanları âciz bırakan sopayı attı.
- پس قضیب انداخت در وی مصطفی ** آن قضیب معجز فرمان روا
- O coşkun inatçı ve şiddetli sel, bütün o mızrakları saman çöpü gibi önüne katıp sürükledi.
- نیزهها را همچو خاشاکی ربود ** آب تیز سیل پرجوش عنود
- Bütün mızraklar kayboldu... Sopaysa bir gözcü gibi suyun üstünde duruyordu!
- نیزهها گم گشت جمله و آن قضیب ** بر سر آب ایستاده چون رقیب
- O sopanın himmetiyle o şiddetli sel, şehirden yüz çevirdi, başka bir tarafa akıp gitti. 2795
- ز اهتمام آن قضیب آن سیل زفت ** روبگردانید و آن سیلاب رفت
- Bu büyük işi gören Arap beyleri, korkularından hep Mustafa’nın beyliğini tasdik ettiler.
- چون بدیدند از وی آن امر عظیم ** پس مقر گشتند آن میران ز بیم
- Yalnız hasetleri pek üstün olan üç kişi inanmadı... İnatlarından büyücü ve kâhin dediler.
- جز سه کس که حقد ایشان چیره بود ** ساحرش گفتند و کاهی از جحود
- İğreti beylik böyle zayıf olur... Allah vergisi olan beylikse böyle yücedir işte.
- ملک بر بسته چنان باشد ضعیف ** ملک بر رسته چنین باشد شریف
- Ey soyu sopu belli kişi, o mızraklarla sopayı görmediysen o beylerin adları ile peygamberin adına bak.
- نیزهها را گر ندیدی با قضیب ** نامشان بین نام او بین این نجیب
- Onların adlarını kuvvetli, şiddetli ölüm seli sildi süpürdü... Fakat Ahmed’in adı ve devleti baki. 2800
- نامشان را سیل تیز مرگ برد ** نام او و دولت تیزش نمرد
- Onun nöbetini günde beş defa vuruyorlar... bu, kıyamete kadar her gün böyle sürüp gidecek!
- پنج نوبت میزنندش بر دوام ** همچنین هر روز تا روز قیام
- Aklın varsa sana lûtuflarda bulundum... eşeksen eşeğe de asayı getirdim.
- گر ترا عقلست کردم لطفها ** ور خری آوردهام خر را عصا
- Seni bu ahırdan öyle bir çıkarırım ki sopayla başını, kulağını kanlara boyarım!
- آنچنان زین آخرت بیرون کنم ** کز عصا گوش و سرت پر خون کنم
- Bu ahırdaki eşekler de senin cefandan aman bulamıyorlar insanlarda!
- اندرین آخر خران و مردمان ** مینیابند از جفای تو امان
- İşte sevilmeyen her eşeği yola getirmek, terbiye etmek için sopa getirdim ben! 2805
- نک عصا آوردهام بهر ادب ** هر خری را کو نباشد مستحب
- Seni kahretmek için o sopa, bir ejderha kesilir... çünkü sen de işte ve huyda bir ejderha kesilmişsin.
- اژدهایی میشود در قهر تو ** که اژدهایی گشتهای در فعل و خو
- Sen amansız bir dağ ejderhasısın ama gökyüzü ejderhasına da bak!
- اژدهای کوهیی تو بیامان ** لیک بنگر اژدهای آسمان
- Bu sopada cehennemden bir hisse var... kendine gel de aydınlığa kaç.
- این عصا از دوزخ آمد چاشنی ** که هلا بگریز اندر روشنی
- Yoksa benim dişlerimin arasında kalırsın... benim kahrımdan seni kimse kurtaramaz demektedir.
- ورنه در مانی تو در دندان من ** مخلصت نبود ز در بندان من
- Tanrı’nın cehennemi nerede demeyesin diye bu, bir sopayken şimdi ejderha olmuştur. 2810
- این عصایی بود این دم اژدهاست ** تا نگویی دوزخ یزدان کجاست
- در بیان آنک شناسای قدرت حق نپرسد کی بهشت و دوزخ کجاست
- Tanrı kudretini bilip tanıyan cennetle cehennem nerede ki diye sormaz.
- هر کجا خدا دوزخ کند ** اوج را بر مرغ دام و فخ کند
- Tanrı, nereyi isterse orasını cehennem yapar... gökyüzünün yücelerini kuşa ökse ve tuzak haline getirir.
- هم ز دندانت برآید دردها ** تا بگویی دوزخست و اژدها
- Dişlerine bir ağrı verir ki bu diş ağrısı cehennem, ejderha dersin. Yahut da tükürdüğünü bal haline kor... bu, cennet ve cennet elbiseleri dersin!
- یا کند آب دهانت را عسل ** که بگویی که بهشتست و حلل
- Dişlerinin dibinden şeker bitirir... bu suretle kaderin hükmünü anlar bilirsin!
- از بن دندان برویاند شکر ** تا بدانی قوت حکم قدر
- Şu halde dişlerinle suçsuzları ısırma... çekinemeyeceğin, kurtulamayacağın silleyi düşün. 2815
- پس به دندان بیگناهان را مگز ** فکر کن از ضربت نامحترز
- Tanrı Nil’i Kıpti’lere kan haline getirdi... İsrail oğullarını da belâdan korudu.
- نیل را بر قبطیان حق خون کند ** سبطیان را از بلا محصون کند
- Buna bak da Tanrının yoldaki aklı başında kişiyle sarhoşu ayırt ettiğini anla.
- تا بدانی پیش حق تمییز هست ** در میان هوشیار راه و مست
- Nil bu ayırt edişi Tanrıdan öğrendi de buna ihsanlarda bulundu, öbürünü sıkıca bağladı.
- نیل تمییز از خدا آموختست ** که گشاد آن را و این را سخت بست
- Tanrı lûtfu, Nil’e akıl verdi... kahrı ise Kabil’i sersemleştirdi.
- لطف او عاقل کند مر نیل را ** قهر او ابله کند قابیل را
- Keremiyle cansız şeylerde akıl yarattı... kahrı ile akıllının aklını aldı. 2820
- در جمادات از کرم عقل آفرید ** عقل از عاقل به قهر خود برید
- Lûtfuyla cansız şeyde akıl peydahlandı... kahrı ile bilgi akıllardan kaçtı!
- در جماد از لطف عقلی شد پدید ** وز نکال از عاقلان دانش رمید
- Emriyle oraya yağmur gibi akıl yağdı... bunun aklıysa Tanrı hışmını görüp kaçtı gitti!
- عقل چون باران به امر آنجا بریخت ** عقل این سو خشم حق دید و گریخت
- Bulut, güneş, ay ve yücelerdeki yıldızlar... hepsi de bir nizamla gelirler, giderler.
- ابر و خورشید و مه و نجم بلند ** جمله بر ترتیب آیند و روند
- Her biri, ancak vaktinde gelir... vaktini ne geciktirir, ne de erken gelip çatar.
- هر یکی ناید مگر در وقت خویش ** که نه پس ماند ز هنگام و نه پیش
- Bunu nasıl oldu da peygamberlerden anlamadın sen?Onlar, taşa sopaya bilgi ihsan ettiler. 2825
- چون نکردی فهم این را ز انبیا ** دانش آوردند در سنگ و عصا
- Bunları gör de diğer cansız şeyleri de şüphesiz bir halde sopaya, taşa kıyas et!
- تا جمادات دگر را بی لباس ** چون عصا و سنگ داری از قیاس
- Taşla sopanın itaati meydana çıkar, görünürde öbür cansız şeylerin halinde de haber verir...
- طاعت سنگ و عصا ظاهر شود ** وز جمادات دگر مخبر شود
- Onlar da “Biz, Tanrı’yı biliriz, ona itaat ederiz... hepimiz de tesadüfen halk edilmiş abes şeyler değiliz” derler.
- که ز یزدان آگهیم و طایعیم ** ما همه نی اتفاقی ضایعیم