- Bulut, güneş, ay ve yücelerdeki yıldızlar... hepsi de bir nizamla gelirler, giderler.
- ابر و خورشید و مه و نجم بلند ** جمله بر ترتیب آیند و روند
- Her biri, ancak vaktinde gelir... vaktini ne geciktirir, ne de erken gelip çatar.
- هر یکی ناید مگر در وقت خویش ** که نه پس ماند ز هنگام و نه پیش
- Bunu nasıl oldu da peygamberlerden anlamadın sen?Onlar, taşa sopaya bilgi ihsan ettiler. 2825
- چون نکردی فهم این را ز انبیا ** دانش آوردند در سنگ و عصا
- Bunları gör de diğer cansız şeyleri de şüphesiz bir halde sopaya, taşa kıyas et!
- تا جمادات دگر را بی لباس ** چون عصا و سنگ داری از قیاس
- Taşla sopanın itaati meydana çıkar, görünürde öbür cansız şeylerin halinde de haber verir...
- طاعت سنگ و عصا ظاهر شود ** وز جمادات دگر مخبر شود
- Onlar da “Biz, Tanrı’yı biliriz, ona itaat ederiz... hepimiz de tesadüfen halk edilmiş abes şeyler değiliz” derler.
- که ز یزدان آگهیم و طایعیم ** ما همه نی اتفاقی ضایعیم
- Nil suyuna bak da anla... boğarken iki ümmetin arasını ayırt etti ya!
- همچو آب نیل دانی وقت غرق ** کو میان هر دو امت کرد فرق
- Yer, nasıl Karun’u kahredip sömürdü; onu nasıl bildiyse Nil’i de öyle bilgi sahibi bil. 2830
- چون زمین دانیش دانا وقت خسف ** در حق قارون که قهرش کرد و نسف
- Ay da öyle... emri duyunca derhal gökyüzünde yarıldı, ikiye bölündü ya.
- چون قمر که امر بشنید و شتافت ** پس دو نیمه گشت بر چرخ و شکافت
- Nerede bir ağaç ve taş varsa Mustafa’yı görünce apaçık selâm verdi ya! İşte cansızların hepsini de böyle bil, böyle tanı!
- چون درخت و سنگ کاندر هر مقام ** مصطفی را کرده ظاهرالسلام
- Tanrı varlığını inkâr eden ve âleme evvel, yok diyen Dehri’ye cevap
- جواب دهری کی منکر الوهیت است و عالم را قدیم میگوید
- Dün birisi, âlem, sonradan yaratıldı... bu gökyüzü fânidir, vârisi Hak’dır diyordu.
- دی یکی میگفت عالم حادثست ** فانیست این چرخ و حقش وارثست
- Bir filozof dedi ki: Sonradan yaratıldığını nasıl biliyorsun? Yağmur,bulutun sonradan yaratıldığını nasıl bilir?
- فلسفیی گفت چون دانی حدوث ** حادثی ابر چون داند غیوث
- Bu değişip duran âlemden sen, bir zerre bile değilsin... öyle olduğu halde güneşin sonradan yaratıldığını ne bilirsin ki? 2835
- ذرهای خود نیستی از انقلاب ** تو چه میدانی حدوث آفتاب
- Pislik içinde gömülü olan bir kurtcağız, yeryüzünün evvelini, sonunu nereden bilecek?
- کرمکی کاندر حدث باشد دفین ** کی بداند آخر و بدو زمین
- Sen bu sözü babandan duydun... taklitle aptallığından ona sarıldın?
- این به تقلید از پدر بشنیدهای ** از حماقت اندرین پیچیدهای
- Sonradan yaratıldığına delil nedir? söyle; yoksa sus, fazla söylenmeye kalkma!
- چیست برهان بر حدوث این بگو ** ورنه خامش کن فزون گویی مجو
- Adam dedi ki: Bu derin denizde bir gün iki bölük halkın bahse giriştiklerini gördüm.
- گفت دیدم اندرین بحث عمیق ** بحث میکردند روزی دو فریق
- Onlar çekişir bahsederken halk onların başına üşüştü. 2840
- در جدال و در خصام و در ستوه ** گشت هنگامه بر آن دو کس گروه
- Ben de kalabalığın arasına karıştım, onların sözlerini, hallerini anlamak için durdum, bekledim.
- من به سوی جمع هنگامه شدم ** اطلاع از حال ایشان بستدم
- Bir bölüğü âlem fânidir... şüphe yok ki bu yapının bir yapıcısı var diyordu.
- آن یکی میگفت گردون فانیست ** بیگمانی این بنا را بانیست
- Öbür bölüğün bu âlem kadimdir, evveli yoktur, yaratıcısı yapıcısı da yoktur... varsa bile kendisidir diyordu.
- وان دگر گفت این قدیم و بی کیست ** نیستش بانی و یا بانی ویست
- Tanrıya inanan, yaratıcıyı inkar ettin... geceyle gündüzü getirip götüren ve rızk veren Tanrıya münkir oldun, dedi.
- گفت منکر گشتهای خلاق را ** روز و شب آرنده و رزاق را
- Filozof ben dedi... delilsiz sözü dinlemem, taklide ancak ahmak olan kapılır! 2845
- گفت بی برهان نخواهم من شنید ** آنچ گولی آن به تقلیدی گزید
- Hadi delilini göster... yoksa bu âlemde delilsiz söz dinlemem ben!
- هین بیاور حجت و برهان که من ** نشنوم بی حجت این را در زمن
- Mümin dedi ki: Delil, canımdadır... canımın içinde gizli delilim var!
- گفت حجت در درون جانمست ** در درون جان نهان برهانمست
- Senin gözün zayıftır, hilâli göremezsin; fakat ben görüyorum, bana kızma.
- تو نمیبینی هلال از ضعف چشم ** من همی بینم مکن بر من تو خشم
- Dedikodu uzadıkça uzadı... dinleyenlerde bu bezenmiş âlemin başına, sonuna hayran olup kaldılar.
- گفت و گو بسیار گشت و خلق گیج ** در سر و پایان این چرخ پسیج
- Mümin,dostum dedi... gönlümde bir delil var... bence, bu, âlemin sonradan yaratıldığına bir alâmet! 2850
- گفت یارا در درونم حجتیست ** بر حدوث آسمانم آیتیست
- İyice inanmışım... inancımın nişanesi de şu: İyice inanan ateşe bile girse,
- من یقین دارم نشانش آن بود ** مر یقیندان را که در آتش رود
- Aşıklardaki aşk sırrı gibi ona bir ziyan gelmez, yanmaz, mahvolmaz!
- در زبان میناید آن حجت بدان ** همچو حال سر عشق عاشقان
- Sözlerinin sırrı, ancak yüzümün sarılığından, zayıflığından anlaşılır.
- نیست پیدا سر گفت و گوی من ** جز که زردی و نزاری روی من
- Yanaklara akan kanlı göz yaşları, sevgilinin güzelliğine delildir.
- اشک و خون بر رخ روانه میدود ** حجت حسن و جمالش میشود
- Filozof, ben halkın hepsine de delil olamayan bu şeylere ehemmiyet vermem, bunları delil saymam, dedi. 2855
- گفت من اینها ندانم حجتی ** که بود در پیش عامه آیتی
- Mümin dedi ki: Kalp akçe ile halis akçe bahse girişseler... halis akçe, sen kalpsın; ben halisim, iyiyim dese,
- گفت چون قلبی و نقدی دم زنند ** که تو قلبی من تکویم ارجمند
- Son sınama ateştir... bu iki arkadaş ateşe düştüler mi?
- هست آتش امتحان آخرین ** کاندر آتش در فتند این دو قرین
- Halkın ileri gidenleri de hallerini anlar, alelâde olanları da... herkes, şüpheden kurtulur, onların ne olduklarını iyice anlar bilir.
- عام و خاص از حالشان عالم شوند ** از گمان و شک سوی ایقان روند
- Canım, su ve ateş de gizli olan halis akçayla kalpı sınamak, için yaratılmıştır.
- آب و آتش آمد ای جان امتحان ** نقد و قلبی را که آن باشد نهان
- Sen ve ben... ikimiz de ateşe girelim... bu işe şaşıp kalanlara bakî bir delil olalım! 2860
- تا من و تو هر دو در آتش رویم ** حجت باقی حیرانان شویم
- Ben de, sen de birden denize dalalım... çünkü ben de bu halka bir delilim sen de!
- تا من و تو هر دو در بحر اوفتیم ** که من و تو این کره را آیتیم
- Öyle yaptılar; ateşe girdiler... ikisi de kendilerini kızgın ateşe attılar.
- همچنان کردند و در آتش شدند ** هر دو خود را بر تف آتش زدند
- Tanrı var diye iddia eden kurtuldu öbür haramzade yandı, mahvoldu.
- از خدا گوینده مرد مدعی ** رست و سوزید اندر آتش آن دعی
- Bu haberi müezzinden duy... ham ruhun körlüğünü bir kat daha arttırır!
- از مذن بشنو این اعلام را ** کوری افزونروان خام را
- Ecelle,ölümle Mustafa’nın adı yanmamıştır... çünkü o adın sahibi ileriden ileriydi uludan ulu! 2865
- که نسوزیدست این نام از اجل ** کش مسمی صدر بودست و اجل
- Bu devirde bahse girişenlerin yüz binlercesi münkirlerin perdelerini yırtmıştır.
- صد هزاران زین رهان اندر قران ** بر دریده پردههای منکران
- Müminle filozof bu işe karar verdiler... mucizelerin devam ettiği zuhur etti; doğru olan galip oldu... bu cevaptan
- چون گرو بستند غالب شد صواب ** در دوام و معجزات و در جواب
- Anladım ki âlemin evveli vardır, bu gök kubbe sonradan yaratılmıştır diyen haklıdır.
- فهم کردم کانک دم زد از سبق ** وز حدوث چرخ پیروزست و حق
- Münkirin getirdiği delilin yüzü daima sarıdır... o inkârın doğruluğuna nerede bir nişane?
- حجت منکر هماره زردرو ** یک نشان بر صدق آن انکار کو
- Münkirlerin övüldüğü bir minare nerede? Alemde böyle bir minare göster bana da onların doğruluğuna nişane olsun. 2870
- یک مناره در ثنای منکران ** کو درین عالم که تا باشد نشان
- Hani nerede bir mimber ki oraya birisi çıksın da bir münkirin zamanını ansın.
- منبری کو که بر آنجا مخبری ** یاد آرد روزگار منکری
- Paraların üstüne basılan peygamber adları, kıyamete kadar onların doğruluğuna alâmettir.
- روی دینار و درم از نامشان ** تا قیامت میدهد زین حق نشان