- Çünkü bu güzel ve temiz adlarla sözler, Âdem kirmanından zuhur etti.
- زانک این اسما و الفاظ حمید ** از گلابهی آدمی آمد پدید
- “Allemel’esma” Âdem’e imamdı, fakat ayın lâm elbisesi ile değil! 2970
- علم الاسما بد آدم را امام ** لیک نه اندر لباس عین و لام
- Âdem başına sudan,topraktan bir külâh koyunca o cana ait adların yüzü karardı.
- چون نهاد از آب و گل بر سر کلاه ** گشت آن اسمای جانی روسیاه
- Suyla topraktan mâna zuhur etsin diye cana ait adlar, harf ve nefes nikabiyle yüzlerini örttüler.
- که نقاب حرف و دم در خود کشید ** تا شود بر آب و گل معنی پدید
- Söz, gerçi bir bakımdan mânayı açar ama on bakımdan da örter, gizler!
- گرچه از یک وجه منطق کاشف است ** لیک از ده وجه پرده و مکنف است
- Halil’e Cebrail aleyhisselâm’ın “Hacetin var mı? Diye sorması,onun da “Var..var ama senden değil“ diye cevap vermesi
- گفتن خلیل مر جبرئیل را علیهماالسلام چون پرسیدش کی الک حاجة خلیل جوابش داد کی اما الیک فلا
- Ben, zamanın Halil’iyim, o da Cebrail’dir. Bela çağında onun kılavuzluğunu istemem ben!
- من خلیل وقتم و او جبرئیل ** من نخواهم در بلا او را دلیل
- O, Halil’e şefaat eden Cebrail’den edep öğrenmedi mi ki? Cebrail Tanrı Halil’ine 2975
- او ادب ناموخت از جبریل راد ** که بپرسید از خیل حق مراد
- “Muradın var mı? Söyle de yardım edeyim... yoksa derhal çekip gideyim”... deyince
- که مرادت هست تا یاری کنم ** ورنه بگریزم سبکباری کنم
- İbrahim, “hayır... sen aradan çık. Hakikat meydana çıktıktan sonra vasıta zahmettir” dedi.
- گفت ابراهیم نی رو از میان ** واسطه زحمت بود بعد العیان
- Peygamber bu dünya için kulları Tanrıya ulaştıran bir bağdır. Çünkü o müminlerle Tanrı arasında bir vasıtadır.
- بهر این دنیاست مرسل رابطه ** مومنان را زانک هست او واسطه
- Fakat her gönül, gizli vahyi duyup işitseydi âlemde harf ve sese ne lüzum kalırdı?
- هر دل ار سامع بدی وحی نهان ** حرف و صوتی کی بدی اندر جهان
- Gerçi o, Tanrıdan mahvolmuştur, başsızdır... fakat benim işim ondan da ince! 2980
- گرچه او محو حقست و بیسرست ** لیک کار من از آن نازکترست
- Onun yaptığı iş Tanrı işidir, ben ona göre zayıfım... doğru, fakat bu iş, yine bana pek kötü görünmede!
- کردهی او کردهی شاهست لیک ** پیش ضعفم بد نمایندهست نیک
- Halka lûtfun ta kendisi olan şey, yüce ve nazenin erlere kahırdır.
- آنچ عین لطف باشد بر عوام ** قهر شد بر نازنینان کرام
- Şu halde halk, zahmet ve belâlar çekmeli de aradaki farkı görüp anlamalı!
- بس بلا و رنج میباید کشید ** عامه را تا فرق را توانند دید
- Ey hakikî dost, mânayı anlamaya vasıta olan bu harfler, mânaya erişmiş adama göre dikendir, hordur hakîrdir!
- کین حروف واسطه ای یار غار ** پیش واصل خار باشد خار خار
- Öyleyse saf ruhun harflerden kurtulması için pek çok belâlar çekmesi, pek anlayışlı olması lâzımdır. 2985
- بس بلا و رنج بایست و وقوف ** تا رهد آن روح صافی از حروف
- Fakat bazıları bu sesten büsbütün sağır kesilirler, bazıları ise daha yücedir, daha üstün olurlar!
- لیک بعضی زین صدا کرتر شدند ** باز بعضی صافی و برتر شدند
- Bu belâ Nil ırmağına benzer, iyilere sudur, kötülere kan!
- همچو آب نیل آمد این بلا ** سعد را آبست و خون بر اشقیا
- Kim, sonu daha fazla görürse daha kutludur... daha ciddiyetle işe sarılır, ekin eker de daha fazla meyve toplar.
- هر که پایانبینتر او مسعودتر ** جدتر او کارد که افزون دید بر
- Çünkü bilir ki bu ekim dünyası, mahşere hazırlanmak, ahirette burada ektiğini toplamak, devşirmek için yaratılmıştır.
- زانک داند کین جهان کاشتن ** هست بهر محشر و برداشتن
- Hiçbir bağlantı yoktur ki yalnız o bağ için bağlansın... o bağlantı, bir ticaret elde etmek, bir kâr kazanmak içindir. 2990
- هیچ عقدی بهر عین خود نبود ** بلک از بهر مقام ربح و سود
- Dikkat edersen görürsün ki hiçbir münkirin inkârı, sırf inkâr için değildir...
- هیچ نبود منکری گر بنگری ** منکریاش بهر عین منکری
- Hasedinden düşmanı kahretmek, yahut üstün olmayı dilemek, kendini göstermek içindir.
- بل برای قهر خصم اندر حسد ** یا فزونی جستن و اظهار خود
- O üstünlük isteği de başka bir tamahladır... hâsılı mânalar olmadıkça suretlerin bir lezzeti olamaz!
- وآن فزونی هم پی طمع دگر ** بیمعانی چاشنی ندهد صور
- İşte onun için “Neden bunu yapıyorsun?” diye sorarsın... çünkü suretler zeytin yağıdır mâna ışık.
- زان همیپرسی چرا این میکنی ** که صور زیتست و معنی روشنی
- Değilse bu “Neden” sözü neden? Çünkü suret, ancak o suret için olsaydı “Neden bunu yapıyorsun?” diye sormazdın ki! 2995
- ورنه این گفتن چرا از بهر چیست ** چونک صورت بهر عین صورتیست
- Bu “Neden” diye sormak, bir şey öğrenmek içindir... bundan başka bir suretle neden diye sormak kötüdür.
- این چرا گفتن سال از فایدهست ** جز برای این چرا گفتن بدست
- Ey emin adam, bunun faydası, sırrı bundan ibaretse neden hikmetini arıyorsun ya!
- از چه رو فایدهی جویی ای امین ** چون بود فایده این خود همین
- Göğün ve yer ehlinin suretleri, ancak bu suretler için yaratılmışsa bunda bir hikmet yoktur ki!
- پس نقوش آسمان و اهل زمین ** نیست حکمت کان بود بهر همین
- Bir hikmet sahibi yoksa bu tertip nedir... bir hikmet sahibi varsa işi nasıl boş ve abes olabilir?
- گر حکیمی نیست این ترتیب چیست ** ور حکیمی هست چون فعلش تهیست
- Doğru, yanlış, bir şey düşünmeksizin ne kimse hamama bir resim yapar, ne bir yeri boyar! 3000
- کس نسازد نقش گرمابه و خضاب ** جز پی قصد صواب و ناصواب
- Musa aleyhisselâm’ın Tanrı’ya “Neden halkı yarattın,sonrada onları helak adiyorsun?” diye sorması ve Tanrı’nın cevabı
- مطالبه کردن موسی علیهالسلام حضرت را کی خلقت خلقا اهلکتهم و جواب آمدن
- Musa dedi ki: Ey soru hesap gününün sahibi Tanrı, yapıp düzdün, neden yine bozar yıkarsın?
- گفت موسی ای خداوند حساب ** نقش کردی باز چون کردی خراب
- Cana, canlar katan erler, dişiler yaratırsın... sonra bunları yıkar, mahvedersin; neden?
- نر و ماده نقش کردی جانفزا ** وانگهان ویران کنی این را چرا
- Tanrı dedi ki: Bu suali inkâr yüzünden, yahut gafletle ve nefsine uyarak sormuyorsun, biliyorum.
- گفت حق دانم که این پرسش ترا ** نیست از انکار و غفلت وز هوا
- Yoksa hoş görmez, gazap eder, bu soru yüzünden seni incitirdim.
- ورنه تادیب و عتابت کردمی ** بهر این پرسش ترا آزردمی
- Fakat bizim işlerimizdeki hikmetleri, varlık sırlarını araştırıyorsun... 3005
- لیک میخواهی که در افعال ما ** باز جویی حکمت و سر بقا
- Bunu bilip sonra da halka bildirmek ve her ham kişiyi bu suretle olgunlaştırmak istiyorsun.
- تا از آن واقف کنی مر عام را ** پخته گردانی بدین هر خام را
- Sen bunu biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasın.
- قاصدا سایل شدی در کاشفی ** بر عوام ار چه که تو زان واقفی
- Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmeyen, bu bilgiden dışarıda kalan bu soruyu soramaz.
- زآنک نیم علم آمد این سال ** هر برونی را نباشد آن مجال
- Sual de bilgiden doğar, cevap da... nitekim diken de toprakla sudan biter, gül de!
- هم سال از علم خیزد هم جواب ** همچنانک خار و گل از خاک و آب
- Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş... nitekim acı da rutubetten hâsıl olur, tatlı da! 3010
- هم ضلال از علم خیزد هم هدی ** همچنانک تلخ و شیرین از ندا
- Bu nefret ve sevgi, aşinalıktan gelir... hastalık da iyi gıdadan olur, kuvvet de!
- ز آشنایی خیزد این بغض و ولا ** وز غذای خویش بود سقم و قوی
- Tanrı Kelim’i de, acemilere bu sırrı bildirmek, onları faydalandırmak için kendini acemi yaptı.
- مستفید اعجمی شد آن کلیم ** تا عجمیان را کند زین سر علیم
- Bizde kendimizi ondan daha acemi yapalım da bilmez gibi cevabını dinleyelim.
- ما هم از وی اعجمی سازیم خویش ** پاسخش آریم چون بیگانه پیش
- Eşek satanlar, o satışın anahtarını elde etmek için birbirlerine âdeta düşman olurlar, çekişir dururlar.
- خرفروشان خصم یکدیگر شدند ** تا کلید قفل آن عقد آمدند
- Tanrı buyurdu ki: Ey akıl sahibi Musa, madem ki sordun gel de cevabını duy. 3015
- پس بفرمودش خدا ای ذولباب ** چون بپرسیدی بیا بشنو جواب
- Ey Musa, yere bir tohum ek de bunun sırrını anla, insafa gel!
- موسیا تخمی بکار اندر زمین ** تا تو خود هم وا دهی انصاف این
- Musa tohum ekti, ekin bitti, kemale gelip başaklandı, güzelce, düzgünce yetişti...
- چونک موسی کشت و شد کشتش تمام ** خوشههااش یافت خوبی و نظام
- Orağı alıp biçmeye başladı. Gaybtan kulağına bir ses geldi:
- داس بگرفت و مر آن را میبرید ** پس ندا از غیب در گوشش رسید